'Kim İçin Sanat', sanatın ne için ve kim için yapıldığı konusunda süren bir kargaşanın; ortak noktalarını bulmayı amaçlayan, tümevarıldığında aslında herşeyin bir tek amaca hizmet ettiğinin farkındalığına odaklanan, 'toplum için sanat' ile 'sanat için sanat' ikilemini aşmaya çabalayan, fıtrat temelli öğretinin alt ürünlerinin bireyselliğinden başka birşey olmadığının algılanması ve çözüme başlangıç yapmayı önermek için kaleme alınmıştır.
Sanat; “bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık”, “belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım”, “bir şey yapmada gösterilen ustalık”, “bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü”, “zanaat”, 'sanat en genel anlamıyla, yaratıcılığın ve/veya hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır.' Kant: “sanatın kendi dışında, hiçbir amacı yoktur. onun tek amacı kendisidir. güzel sanatı ancak deha yaratabilir. Hegel: 'sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. sanat, insan aklının ürünüdür. kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmalıdır.' demektedir.
Kübist tablolarında Pablo Picasso, dünya'daki üç boyutun iki boyutla anlatılabilirliği üzerinde bir teknik önermiş, dahası doğru olanınsa üç boyutu aktarmak olacağını öngörmüştür. Yani burada sanat, yaşamdan kesitlerin aktarımındaki araç anlamındadır. Picasso’nun “en tanınmış eseri Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı eseridir. Resim 1937'de yapılmıştır. Bu resim şu anda Madrid'de Reina Sofía Müzesinde bulunmaktadır. Picasso, bir sergisi sırasında kendisine, ‘bu resmi siz mi yaptınız? ’ diye soran bir Alman generaline, ‘Hayır, siz yaptınız! ’ cevabını vermiştir.” Yani bu tablosunda, ‘toplum için sanat’ yapılmıştır. Toplum, savaşın acılarını yaşayandır; sanat, acıların aktarımındaki teknik ve yaratıcılıktır. Diğer taraftan Picasso’nun yakın dostları, genelde şairdir.
Şairler ve ürettikleri şiirlerin, 'toplum için sanat'a yönelik olup olmadığı mı tartışacağız? İsterseniz bu kez tersine giderek, doğru sonuca ulaştırmaya çabalayan bir tartışma düzleminde olalım: yani 'olmayana ergi yöntemi' ile çalışalım..
Nazım veya bir Yücel; sanki onlar bir anda oluşuveren kişilikleriyle, ortaya döktükleri dizeleri süpürüp halkın önüne koydular.. Sanki onlar, doğuştan şair olmak için yetiştirildiler, görevlendirildiler; acıları da heybelerinde getirdiler..
..
Sanat ile dostluk, birbirine bu kadar bağdaşık birşey midir, yoksa işletilirken, biri diğeriyle çelişir mi? Her ne kadar sert gözükse de, bir sanat tembeli öfkelenecek olsa da, sanat sayfalarını işgâl ettirmenin yanlış olduğunu söylemeli onlara, duyarlı dostların dilleri.
Bazen, paylaşım yapan dostlarımız, yapaylıkları yakaladığında; pasif/politik kopya yaklaşımını uygun bir teknik olarak seçerler ve onların kendi düzeylerine yakışan karşılıkla, onları ödüllendirirler. Kişinin kendiliğinden uyanmasını, yorumlarının kalitesini yükseltmesini bekleyen bir yaklaşımdır bu. Ne yazık ki; pasif / politik çabalar çoğu kez etkin olamıyor; yüzyüze olunduğu, dostun güceneceği gibi gerekçelerle, işin doğrusunu yüzüne karşı ifade edemiyoruz genelde..
Oysa aslında, kırıcı olan zaten, bize gelen kopya / klişe yorumdur; dost, dostluğunu zaten kırmıştır; sıfıra indirmiştir; yani bir sonraki yorumunu engellememek için, yine aynı klişeyi bana yapması için, yapay dostu davet etmiş oluyoruz; onu bir yorum kirliliğine zorlamaktan daha gereksiz ne vardır ki?
Sadece kendini düşünen, aslında izledikleri bu yol ile kendilerini düşünemeyen paylaşımcı kitlesi; sanatın evrilip devleştiği ortamın demagojik bileşenleri olmaktan öteye gidemeyeceklerdir. Gerçekten de, herhangi bir sayfada yanlışlıkla bir not kâğıdı unutsalar; hemen şiir zannnedilip yoruma geçiliyor - şiir miymiş, şair miymiş; bakılmaksızın hiç!
Vefâ; kişiyi kendimize yoruma zorlamak için etkin bir gereçtir; ancak bunun ayrıntısında saklı olansa, yorumun 'dostça' yapılmasını sağlamak, sanata vesile olmaktır; yapay bir yorumu, 'dost'a uygun görmemektir.
..
Hece/serbest ayrımı elbette ki yoktur. Ancak diğer taraftan kişisel olarak ben, hece biçeminin, çok yerleşik kalıplar hariç, yapay kurgulara gebe olduğunu düşündüğümden, çoğu şiirin serbestteki kadar etki bırakmadığını, yani şair sayısınca iyi hece şiiri bulunmadığını algılarım hep.
Hece/serbest kavgası, çoğu kez biçem tartışması olarak gözükse de, bazen sanki eskici/yenici gibi algılanır olsa gerek ki; birinin sürekli olarak üvey evlât davranışı görmesini toplumsal nedenlere bağlamak, daima kolay bir yol olmuştur. 'Hece'nin, geleneklere bağlıların / politik olmayan anlamda muhafazakârların tarzına yamandığını, ‘serbest’inse neredeyse imparatorluğun geleneklerine karşı çıkan biçemleri savunan evrilgen / devingen / daha doğrusu sanatsal devrime inananların cephesine dönüştürülmesini gözlerim hep.
Ya ‘hece’, sadece ‘serbest’in neredeyse geometrik simetriği dâhil manzum biçimi ise?
Gerçekte durum nedir? aslen sanatın ifade şekilleri olan biçemler; hangi yöntemi denediklerinde daha çok etkin olurlar toplumun gelişmesinde, hangisi daha çok ışık saçar? Tam tersine sanatta değil de, toplumda bir evrilgen/ devingen / daha doğrusu bilinç devrimine yarayan biçem ne olmalıdır? Toplum, sanatta dalaşanların kendi üretkenliklerini sıfıra indirenlerin ceremesini çekmeye zorunlu mudur? Yoksa sanatçılar, kendi aralarındaki savaşı bırakıp, toplum için savaşmaya ne zaman başlayacaklar? Hedefi şaşıranlarınsa, toplumu aydınlatmayı bırakın; toplumun gerisinden gelmeye alışmaları, sanat kürsülerini işgâl etmeden daha yararlı etkinliklere girişmeleri, yahut fikir arenasından uzaklaşmaları elzemdir.
Toplum, kendine katkı sağlayan olaya /çabaya ‘sanat’ diyecektir; yani kendi yaralarını tanımlayan, çözüm için devingen yapıyı ortaya koyan; durağanlığın, geride kalmak olduğunun bilincine varan ışığı sevecektir. Yani içindeki yöntemin, biçemin, görsel / işitsel (resim, yazı, canlandırma, dinleti, …) oluşuna bakmaksızın, çağdan çağa atlamak eğiliminde olacaktır. Bu açıdan ‘hece’, ses ahengini dize sonunda veren, eşit sayıdaki hece sayısı ile nefesi kontrol eden bir yapıdan öte şiir sanatına getirdiği katkı; biçimsel kaygılardan ırak bir ‘serbest’in, içinde ses ve anlam akışına özen gösterilerek yapılan kurgularından daha fazla bir içerik veya iletiyi barındırır mı?
Sanatın kalıplara dayandırılması ilkesinin, toplum için yapılan aydınlatıcı etkinliklerin verimini düşürmesi de beklenmelidir; çünkü kalıplar, verilecek iletinin topluma erişme hızını azaltabilir, sanatçı ve okuru yoran yükler içerebilir. Bu bakımdan, kalıp içeren veya biçimsel sınırı bulunmayan tarzların, çıktılarının topluma yansıyabilmesi, asıl ölçüt olmalıdır; biçemden bağımsız iletiler verilmelidir, ışık için bir kalıp öngörülmesi yerine, ışığın kolayca içinden geçebileceği sanat süzgeçleri yaratılmalıdır.
..
Sanatsal paylaşımlarda geçerli olan ilişkilerin temelinde, illâ ki önemli bir bağ kurmak isteriz; böylesi bağların varlığı yoluyla da önceliklerimizi belirler, zaman ayırma şansına sahip olabiliriz. Oysa bu paylaşımların dosdoğru yapılmasını önleyen de aynı gerekçedir; dostluk. Çünkü dost, paylaşım yaptığı kişinin sanatı yerine; yaşamdaki diğer çıkarlarını, benliğini korumayı şiar edinmiştir. Aslında bu hedef şaşması olmasaydı; dostluğun temelinde bulunan karşılıklılık ilkesi; iletişim gücünü rezonansa getiren, pekiştiren bir tetikleyiciye dönebilirdi.
İlk olarak incelenmesi gereken, kavramlar dostluk, sanatsal paylaşım, karşılıklılık ilkesi olabilirdi konuyu irdelemek için.
‘Dost’ Kimdir?
“Sevincimi paylaştığımda onu çoğaltan,sıkıntılarımı anlattığımda onların ağırlığını benimle birlikte yüklenendir dost. Ağlamak istediğimde yaslandığım omuz, eliyle gözyaşımı silendir. Gözlerinin içine sımsıcak bakıp aldırma bunlar hayatın cilvesi diyerek duyduğu acıyı kendi içine atıp seni avutma telaşına düşendir dost. Tüm zamanının dolu olmasına rağmen seninle bir bardak çaya zaman ayıran bundan zevk alandır. Belki defalarca anlatmışsındır aynı fıkrayı yada hikayeyi, yine de seni kırmayıp dinleyen seninle gülendir dost. Seni kırmayan ancak yeri geldiğinde seni incitmeden gerçekleri ortaya koyup senin canının yanmasına engel olmaya çalışandır. Çıkarsızdır, yanında olmaktan menfaat sağlamayı düşünmez. Karşılıksızdır, ne verdiklerinin hesabını tutar ne de bir gün bunları yaptım diyerek yüzüne vurmayandır. Günler konuşmadan görüşmeden geçsede, uzaklığını hissetmediğin yanında bulacağına inandığındır dost. Dostluk yeri geldiğinde gül uğruna dikeni tutmaktır.” (http://www.anakonu. com/dostluk-nedir/)
‘Dostluk’ Nedir?
“Dostluk kişisel çıkar karşısında kurulan bir ilişki değildir. Hiç beklenmedik bir anında kalbine doğan sıcacık bir duygudur dostluk. Sevinçtir, üzüntüdür, anlamaktır, hatırlanmaktır, sonsuza dek olan arkadaşlıktır. Dostluklarda zamanın önemi olmamalı, başın ne zaman sıkışırsa sıkışsın, koşabilmeli, kapısını çaldığında gözlerindeki o bakışı anlayabilmeli. İhtiyaç duyduğunda omuzlarına yaslanabilmeli, kardeş olabilmeyi yazmalı düşüncelerine insan. En gizli sırlarını bile verebilmeli, övüldüğünde değil, yuhalandığında durup koluna girebilmeli sana senden çok güvenen bir sırdaş olmalı. Göz bebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Dostluklar hiçbir menfaate dayanılmadan sadece bir sevgi üzerine kurulursa daha kalıcı olur. Aksi taktirde ellerimize aldığımız kum taneleri gibi parmaklarımızın arasından farkında olmadan kayıp gider. (http://www.yenimakale.com/dostluk-nedir.html)
..
Merhaba dostlar,
Bir tartışma ortamına bir geri bildirim yaptığınız zaman, bu ‘zamanı’ nasıl arayıp da bulduğunuzu sorgulayınız lütfen; o ‘zaman’ı, siz mi ayırdınız; yoksa kendi kendisini mi oraya sürükledi bu ‘zaman’?
Bir tartışmaya başlatıcı olup, onu orada öylece bırakmak yerine, paylaşımın devamını getirmek, daha ileriye götürmek çok önemlidir. Sanat adına görüşlerimizin tartışılmasını daha genişçe sağlamak adına, böylesi bir yazıyı, ‘zaman’ sorununu biraz daha deşmek için kaleme aldım elbette. Aslında böylesi konuların, henüz kendi paylaşımlarımıza rast gelmezden önce tartışılması zorunlu olmasına karşın, ancak bir geri bildirimde zor durumlara düşenlerin sorunu olarak izole edilmektedir.
“Şaire geri bildirim”; gerçekten de paylaşım ve gelişim sürecinin şaşmaz bir bileşenidir. Hele bu bildirimin bir yarışmada derece dışında kalması halinde verilmesi elzemdir. Çünkü şair, yazdıklarının hep beğenileceği umudunu taşıyarak yayına, topluma sunar; yarışmaları da buna vesile veya bir çıkış noktası olarak görür.
Kişisel paylaşımlardaki “Zaman sorunu” incelenmeye değerdir; birbirimize ayıracağımız zaman; aslında kendimize ayırdığımızdır. Ancak bu ayrımın farkında olmayan birçok paylaşımcı, kapalı döngüler içinde kalan yapay dostluklar üretirler. Zamanlarını da, buna harcamak zorunda kalırlar.
..
Şiir Kardeşliği
Aslında bir şiir için yapmış olduğum kritikler / değerlendirmeler / tahliller veya yorumlar, hiçbir şairi bağlamaz, hattâ bu yorumu yapanı da…
Sanat için çabalayanların oluşturduğu ortamlarda her şiir, o günün ister bireysel, isterse toplumsal olsun; birikimini yansıtır; benzer şekilde aynı eğitimini icra eden topluluğun bir üyesi bu yorumcu da yaklaşık aynı birikimle kritik yapar. Hem şair denemelerini sürdürüp, tarzını olgunlaştırır böylesi ortamlarda; hem de yorumcusunun verdiği kritikleri gelişir zamanla. Yaşayan bir şair, eski şiirleri veya tarzı gerekçesiyle sorgulanamayacağı gibi; yorumcu da aynı kesite bağlı bir suçlu değildir.
Yorumcu şairin dosttan öte, bir kardeşidir; yani her şiire başka bir gözle bakmasındadır fark. Zaten çoğul olmanın, böylesi dost ortamının, bir neferin ardının kollamanın da esprisi budur. Sadece şairini sistematik hatalardan / kısır döngülerinden kurtarılmasını, bunları görmesini sağlar bu yabancı göz. Öylesi gözlerin çok eğitimli bir sanat tarihçisi olması da gerekmez. Öte yandan her öğrenciye bir akademisyen de düşmez; hele edebiyatı dışarıdan bitirmek isteyene ise hiç! Yani bu gelişim ortamında mülkiyeli bulmak zordur; sadece alaylılar vardır; yaşam birikimlerini bilinen kurallar içinde dökmeye çabalamaktadırlar sarı kâğıtlara. Bir ‘kara düzen’ akordu ile düzenek başlar; el yordamıyla sürer; ışıkla sonlanır.
Diyelim ki; ne denemeci şairler (şiir taslağı hazırlayanlar) olsun, ne de yorumcular; o zaman yıllarca sosyalleşememiş ve olgunlaşmayı bekleyen, zamanı bolca harcayan birçok denemeci ve kritiğini almadan yırtılıp atılan milyonlarca deneme ile dolardı çöpler. Hattâ belki de onlarcası, binlercesi hedefi tutturmuş, yani hebâ olabilirdi. Böylece sanat iletişimi, soyal paylaşım, toplum olmanın güncel tek damarı olan etkin kültür alışverişi sonlanabilirdi; uygar bir toplumun bilgi ve paylaşımla yerleştirdiği demokrasi kültürü, erdem toplumu da kozasından bir türlü çıkamazdı.
..
Yaşayan şairler sorunu: keşke ölse miydik demeli; kendi kişiliğimizi hep ön plana çıkaran çatışmaları yarattığımız için ve hatta paylaşıma engel olduğu için. İşte yaşayanın kişiliğini başkalarından önce kanıtlama; yani kendi kendini takdir etme yetkisi; yani yaşayanın ölesice egosundan söz ediyoruz. Çoğu kez, aynı sitede, aynı sayfada iki dakika birlikte kalamayan, başkasının şiirine tahammül edemeyen, kendi tarzını oluştururken diğerlerininkinin, okurlarca beğenilmeyeceğini uman, sayısız egodan.
Oysa erdem, bunun tam tersiydi; toplum için birşey paylaşanın, kendini onlara adadığını gösteren kültür emisyonu; kişiliğin öznel devinimlerini nasıl benimseyebilirdi? Kaldı ki bunların çoğu, kısa sürelerde silinip giden kendini yineleyen döngüsel / kısır kişiliklerdir. Sabırsız türlerin geride bıraktıklarına sanat demek nasıl mümkün olabilirdi? Güncelliği düşen ajanda gibi antolojilerde yer almaktan öteye gidemeyenlerle dolu manşet siteleri, yapay dostluklarla kurgulanmış sırça köşklerde yaşayan söz kâtilleri ile dolu ortamlardan kanıksayan okurları saymayalım bile.
En kötüsü de, böylesi manzumları okumak zorunda kalan, yorumlaşma ve editöriyal görevlileridir ki; bunlar genelde maktûl konumundadırlar. Ama şanslıları yedi canlıdır; her yeni günde bir ölürler, sabah yeni bir heyecanla pir doğarlar; yeni bir kültür paylaşımı, kendini yenilemiş başka bir adam umarlar parlayan sayfalarda; ama manzumun başından sonuna dek aldıkları kasatura darbeleri ile bitkin düşerler.. Ancak onların enerjisi bir türlü tükenmek bilmez; her devinimlerinde, gelenekselliğin, kültürle bilinçlenmenin besleyici kanını taşırlar damarlarında; folklorun tüm figürlerini barındırırlar zamanla, deneyimlenirler; sözcüklerle dans ederler sonunda…
Asıl zor olan da, sarı kâğıtlarda uysal duran sözcükler değildir; yaşayan şairlerin şiirlerini alıp, dimağda istediğiniz gibi evirip çevirmek de… zorluk, şiiri birinci elden derhâl sahiplenip, daha meşrûlaşmadan onun telif haklarından söz etmek; çalınacağından kuşkulanmak; başkalarından önde olduğunu sanmaktır. Dahası yapay sözlerle çevrili dünyalarında, sadece beğenilere açık yorum kutularını süslemektir. Edebiyat dünyasının kodamanlarına (gönülde ırakken) fiziken yakın olmak, onlarla birkaç yerel dergide adını duyurduğunu sanmak; bir daha okunamayan manzumlar karalamak; gerekirse site açmak ve orada üyelerden oluşan müritlerden methiyeler almak; başyazar olmaktır.. Çünkü onlar, bağımsız işleyen okur dimağlarına çok yakın konumdadırlar, onlara rahat vermezler; gücenirler, kıskanırlar; gocunurlar, içlenirler, öfkelenirler, kırarlar, aşağılarlar, manzumları ile müdahâle ettikleri savaş alanına kendileri girerler; şiirin kendi kendini savunmasını beklemezler; yazarın kendileri, düşmanı yani okuru sırtından vururlar!
Bu nedenle canlı yayındaki dans, bildiğiniz vals, tango, çarliston, polka, cha cha, swing, rockn roll, break dance, mambo, samba, mazurka, kadril, twist, oryantal, salsa, merengue,.. Türlerinden çok daha zordur. Şiirler ne kadar iyi oynarsanız oynayın; şairleri ile ayaklarınızı tutturamazsınız, farklı görüşlerinizin olmasına izin vermezler; kendilerine yakın olanların görüşü zaten aynıdır; tekerrürdür. Farklı yaklaşımların çiroz baskılarını, oldukça kıvrak figürlerle ezer geçerler; henüz gelişme çağında olduğunun bilincinde olmayanın, havada savrulduğu, tepetaklak olduğu çok sık gözlenir.
Oysa sanatta sabır, kültürün aktarımı için gereken zamanı kolayca sağlar. Belki de şair, okuru kendine alıştırmalıdır, manilerle başlayıp, açıkça taşlamalıdır, sonra kapamalıdır dizelerini düz ovalara; derinliklere daldırmalıdır giderek dimağları, okurunu zorlamalıdır içerilere doğru, engin fikirlere yol almalıdır ki; öğretilerde anlaşılmayanı çözmelidir, pratik yollar göstermelidir halka; çünkü onun doğal görevi, budur. Seçkin (donatılı) okurun beklentisi, çoğunlukla güzel bulgular arayan entelletüel devinimler bile olsa; ışığın gücünü, yakıcı veya gerçeği gösterici önderliğini, kılıcının keskin yüzünü gösterici olmasını bekleyen câhil cühelâ takımı her daim vardır; belki de bulunmak zorundadır; fıtratın çeşnisinden mütevellit. Şiar, ozan, aşık ve derviş; bunun için vardır.
..
İKİ GÖZ
Aslında okurla buluşmaya can atan ve şairinin, ‘bir başka göz’le kendisini olgunlaştırmasını bekleyen ‘aceleci şiirler’; besleyici gıdasını paylaşıldığı ortamlardan alır. Bu şekilde şairinden kalan boşluğu, doğal olarak ‘bir başka göz’e sahip olan ‘okur’ doldurur. Bu anlamda zaten ‘okur’; aslında şiirler için algılayıcı bir ‘görür’ öğedir, bileşendir.
Şiirlerin gelişiminde bu açıdan bakıldığında çoğu kere gözlenen ‘prematüre kurgular’; tamamlayıcı organlarını, okurun, belki de eleştirmenin ek imgeleri / dizgeleri ve hattâ geri bildirimi içeren bir iletisi yoluyla görebilirler. Çünkü şiirin müsebibi olan şair, ‘bir başka göz’ün kendi içinde oluşası için gerekli zamanı kullanmamış; anlık bir sunum, anlık bir kitleye erişerek evrimini de bir hilkat gâribesi olarak tamamlamıştır.
Oysa şairlik; aynen liderlik, önderlik veya yönetmenlik gibi güçlü birikimlere dayalı olan ‘bir başka göz’e (yani ikinci bir göze) sahip olan kişilerin gerçekleştirdiği bir sanat işidir. Yani şiir, mecliste oluşturulmaz; tartışılarak olgunlaştırılmaz, yasalaşmaz! Her bir mebus, şiiri kendine çekemez; diğerlerinin beğenmesinden taviz verilemez; çok yönlü / kimlikli olması yadsınamaz; yani kimliği yok edilemez! Kimliksiz olup, ünlü ozanların tarzına yönelenler bile bunu karalayan şairine değil, bilinen şiir önderlerine atfedilirken; öznel yazılan şiirlerin, ağızdan ağza değişken olup, dilden dile aktarılırken anonim olması beklenemez mâniler gibi.
Paylaşıma açılan her şiir, kendisini gelişme sürecinde gören şairlerin, ‘bir başka göz’ü aradığı şiirdir. Şiir siteleri de bunun için vardır, yorum kutucuları da çırağın tek gıdasıdır gelişimini tamamlaması için. Yani paylaşım ortamı, nostalji yapılamayacak derecede ciddî bir okul niteliğindedir; evvelki basılı paylaşımlardaki medya maliyetinin çöpe atılamadığı gibi. Çünkü o zamanlarda yazan, cidî yazacaktır; bir şiir, dokuz ay on günlük doğacaktır; Buna karşılık genç kuşak, sıfır maliyetle sanal paylaşım ortamını kullanabilen bir dünyada yaşamaktadır; yani denemek, bedâvadır!
..
üretilen şiirlerin, yaşadığımız zamana ait olması ve onu yazan kalemin de yan odada oturuyor olması; hâlen değiştirebileceğimiz bir şeyler olduğunu düşündürür bize, sanki içişlerine müdahâleye yetkimiz varmışcasına, rejimizi değiştirmeye çalışırız şiirdeki biçemin; atâletle yerimizde durduğumuz sürece de, sanki kendimizle çelişir gibi gözükürüz, bu defa uyguladığımız biçemin avukatı olmak adına. peki, ne kadarı doğrudur bunun? ne kadar çetin bir iç savaş yaşanmalıdır şairler arasında?
eleştirel belleğimiz, şairler arası atışmaların ve hesaplaşmaların da yürürlükte olduğunu duyumsatıyor dimağımıza. içinden tekniğini veya kültürünü sağmak çabası, sanatın da bir bilim gibi değerlendirilmesi gerektiğini gösteriyor aslında, kişilerin ürettiklerinin topluma maledildikten sonra içtimaî/tarihî değeri olabiliyor ardışık zamanlarda.
aynı zaman kesitlerinde yaşayan tüm aydın, bilim insanları, entellektüel kesim veya şairlerde olduğu üzere, aynı çağın kültürel birikimini değerlendiren kalemlerin atışmasına benzer olarak belki de. çünkü henüz üretkenliğin kepenkleri açıkken, geliştirdikleri yaşam kuramlarının olgunlaşma sürecinde olduğu varsayıldığında, çağın doğru yorumlanması veya topluma verilecek ışığın niteliği üzerinde en yalınına ve yararlısına erişmek üzere yapılacak tüm katkıların, kıran kırana yapılmasında büyük bir önem barınmakta olabilir.
böylesi atışmalardaki en kaçınılamaz koşul ise, bir sürecin içinde iken, kesinleşmiş yargılardan, kesin kuramlardan söz etmeme gereği olsa gerektir. çünkü her kesin hüküm, peşin verilene benzeyecek, taraftar bulmayacak, yahut tam tersine görüşü okutan reklama dönüşecektir. ancak şu da var ki, böylesi tartışmaların olmadığı bir ortamda ecinniler top koşturacak, daha ileri süreçlere ulaşmayı da engelleyebilecektir.
şiirlerin, kendini de eleştirel gözle değerlendirebilmesi; elbette ki şairinin de özeleştiri yetkinliğini sergileyen bir artıdır. içindeki kibar ve kaba imgeleri de buna dâhildir; atışmanın gereğidir, karşı görüşü kışkırtıcı yetkiyi de içerir satır arasında. tartışmanın başlatıcısı, çoğu kez şiirin içerdiklerinin çapını aşan; kullandığı tekniğin, şiirin sunduğu anlama / iletiye göre uyumunu irdeleyen, bazen de gerekmediği üzere, yaşama ilişkin muhalefeti savunan başka görüşlerin enjeksiyonu olarak gözlenir.
..
şiir sanatında gerçek dost, nezih paylaşım; kimdir, nedir? şiir sanatıyla ilgisi olmadığını düşündüğümüz bir soru gibi, değil mi?
oysa, sanatın gelişmesi, toplumun ıslahı için gereken tek şey, gerçeği paylaşmak, yalanı kovmaktır köyden. hele ki, dostlar arasında bunu yapmak elzemdir, kaçınılmazdır. sanat işinde dosttan gelen yapaylıksa, yadsınır, çürük elmadır, kurt kemiriğidir. kendini düşünenle, dost arasındaki bir savaştır; özveri ile çıkarcılığın çatışmasıdır.
bunları masaya yatırmak mı? çok zor; kim inanır ki, kendini birinci tuttuğuna, diğerlerinden? kimi ikna edebilirsiniz ki, kırık bastonu verdiğine, dostuna?
ne gereği vardı şimdi bunun; buyrun cenaze namazına! lunaparkta atlı karıncaya binmek yerine, ne işimiz vardı dostun sanat ayininde?
şiir yazar, okuruz.. bu, çok basit bir işlemdir elbette; anlar veya yüzeyden kaymağını sıyırıp geçeriz. başkasının şiiri olunca neler yaparız? kendimizin her sözünün yorumlanmasını beklerken, onlarınkinden uzak dururuz. oysa, beğenilme umudunu taşıyan binlerce can, okunmayı, hatta yazdıkları kötüyse, eleştirilmeyi; uyarılmayı / yerilmeyi de bekliyorlar.
böyle bir işi, kim yapar? sıradan tanışan insanlar mı, sanal gezintide yüzümüze çarpan parlak bir sayfadan iletişenler mi? elbette ki, hayır! bunu, sadece 'dostlar' yapar.. dost, zanaati zor olan bir meslektir; insanı çok yıpratır, çünkü, dostunu ayakta tutmak için kendinden çok şey verir; özverili, paylaşımcıdır.
böyle bir iş, nasıl yapılır? dostun yüreğine indirmeden, onu doğruya, güzele sevkeden sözler nelerdir, bunun bir sanatı var mıdır, yahut olası değil midir?
..
Merhaba şiir dostlarım,
Birçok yarışma katılımcısının da değindiği üzere, yarışmalarda şiir seçim kıstasları belirtilmelidir. Bu, sadece yenilgiyi sindiremeyenlere karşı değil, ayrıca kendini geliştirmek ve güncel şairliğin tanımı ve anlaşılmak kaygısını taşıyan tüm başlayıcılara karşı da zorunludur.
Ayrıca, birinci olmanın koşulunun belirtilmesi halinde, birinciliğin kıstasının ne olması gerektiği hakkında bir yorum da yapılabilir.
Birçok güzel şiir varken bunların beğenilmemesi, jürinin elit bir beğenisinin olduğu, teşvik etme amacını aştığı, sanat için sanat anlamına doğru yol aldığı yargısına varılmasına yol açabilir. Bu da yarışmacıyı veya hevezli arkadaşları soğutabilir şiirden, veya denemelerinden.
Diğer taraftan, konusu şartnamesinde belirtilmiş bir yarışmada, binlerce katılımcıdan herhangi birinin konuya değinmiş olması beklenmelidir. Binlerce kişinin konu dışında yazmış olmasını beklemek mümkün değildir. Hatta her katılımcının emeğine saygı açısından, birebir inceleme/irdelemeyi yansıtır biçimde, şiirin değerlendirilerek şaire geri bildirim yapılması da bir ödev olmalıdır.
..
merhaba şir / okur dostlarım,
şiir, sadece beğenildiğinde bir yorumu almakla sınırlı kalmamalı,
site üyeliğinin özellikle, kendini ispatlamış ve beğenilen şairlerin, şiirlerini okutma, üyelere ihsan ettiği birikimi sunma anlamına gelmez gerçekten.
bilakis, tarzını, hedefini bulmaya çalışan, gelişmeye, sanat görüşünü evrensel boyutlara çıkarmaya; pratik manada ise ulusal (okunurluk) düzeyine çıkmaya gayretli bireylerin, olgun iletişimlerde bulunduğu bir paylaşım ortamı anlamına gelmelidir.
Gerçekte hiçbir kimse aynı düzeyde olamayacağından; farklı düzeydekilerin artıları/eksileri dengeleyici, yani geliştirici paylaşımları sunma kudreti ise kesinlikle damarında mevcut olacaktır.
..