BAYRAM KAYA SANAT ŞİİRLERİ

BAYRAM KAYA SANAT ŞİİRLERİ

Bayram Kaya

Sanatın çok genel ve panoramik, iki bölümlük anlatımından sonra, şimdi de, biraz daha özele yaklaşan, tarihselliğini içeren bir devam yazı ile çalışmayı bitireceğim.

İnsanın nesnelle, doğa ile bir ilişkisi vardır. İşte insanın doğa ile nesnelite ile kurduğu bu ilişki, sanattır bu da üretimdir.

Estetik oluş bu ilişkinin gereğidir. Yani insanın, özneden bağımsız olan, usla nesnel gerçeklikler arasındaki etkileme ve etkilenme estetiksel ilişkiye, sanat diyebiliriz.

Gerçeklikte en temel olan nesnelin, estetiksel olarak yeniden kurgulanıp. Ve nesnel gerçeklikte edim ve iş üretilir olmasıdır.

Aslında birinci olarak özdeğe ait oluşu gerektiren ve hem de insanının toplumun özdeksel gereksinimleri karşılar olan, üretim birey hünerli niteliğindeki, sanayiye ve zanaata; sanayi ve zanaat dememizin nedeni de bu temeldedir. Sanayide bir prototiplik otomasyonu vardır. Zanaatta de el uzluğu... Ve bunlar bir kalıp üzerine dönüşen kalıplardır. Sanatların güzel sanat ve de sanayisel sanat diye ayrılması; Sanat kavramındaki; sanayilik ve zanaatın yanı sıra tekniklik, teknik oluş anlamı da veren bir kavrayıştır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bir önceki bölümde, varlığın kendi özelliği gereği, ilişkinlik var ettiği; bu ilişkinliğin insanda sanat koyuş olarak kendini doğaçladığını. Bunların her aşamada, yeni bir ilişkinlik, yeni bir bağ ve bağıntı oluşturduğunu. Bu bağıntının hem temel yapıdan ayrı olmayıp, hem de onlarla aynı olmadığını ve temel yapıya indirgenemez, ıralıklı oluşunu vurgulamıştım.

Şu da, bilimsel düşünüşle, güncelin düşünüşünde ayrı tutulmalı. Nesnelitede “”İçincilik, erekçilik, amaçlılık “” yoktur. Yani hava insanların palto giymesi, hayvanların tüylenmesi İÇİN soğumaz. Aksine insanın palto giymesi, hayvanın tüylenmesi değişen çevre koşullarına, uyma ilişkinlik var edişi nedeni iledir. Yeni çevre koşullarına yeni durumlara, uyma, yeni durumla uyuşmadır. Yani, seçilim ve akıllılıktır. Değişen bir çevre şartına siz, tepki var edip, ilişki koyuyorsunuz. Bu beyinde zaten var, size; akıl, akla göre düzenleme olarak yansıyor. Ve duygu olarak biz ne harika bir düzen diye niteliyoruz. Tabi bu tepki koyuşta yol bir olmadığı nedenle, akılda bir değildi. Kimi yağ depolayarak korunma ilişkisi geliştirdiği gibi, kimi de kış uykusuna yatarak, kimi göçme, kimi de sıcakkanlılık ile uyum tepki ilişkisi, akıllılığı ortaya koyuyordu.

Sanat varlıkta bulunan ilişki ve tepki koyuş var olmasının insan nitelikli yanıdır. Genelde insanın davranmaktan kurtulamadığı bir var oluştur. İlişki kurarlılık benin öznelleştirdiği değişme değiştirme ve yorumlama, öndeyi koyma eylemlerini içerir bir çalışma türüdür.


İnsana özgülülükteki tutum ve toplumsallıkta, amaçlılık, özelleşmişlik ve içincilik atıf olunur. Global oluşun küçültülmesi ve kendini sınırlamasıdır bu. O zaman sanat olmaktan çıkar eğitim öğretim türü bir erekçilik içertilir. Ve halk için mi, sanat için mi? anlamsız tartışması konur. Zaten sanatın özü “”içinlik”” içermez. Halk anlasa da, anlamasa da (unutulmasın halk homojinite değildir) , nicelenen varlığın kendini çevreye aksettirişidir, sanat. Ama duygu olarak, ama yaşantı biçimi ihdas ederek.

Halk kavramı; bu sorunun (Sanat, halk için mi?) özü gereği, tartışma gereği, bir vasatı, (ortalaması) hatta dahası bilmezliği, rutinin uygulama ve totalde muhafazakârıdır. Gibi bir yargı koyuşunuzu, haksız kılmaz. İster istemez, bir halk anlamazlığını içer tip, halkı anlar kılınır, yapılmak istenmektedir, sanat halk için mi? denerekten. Bu sanatın değil de sanatın bir dalının, öznel konusu olabilir.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

7Anadolu hareketi kendisini yokluklar içinde iken; siyaseten dışa karşı bağımsızlaştırmıştır. İçte imece kolektif işlerliği ile karma ekonomi ile Olgunlaştırmıştır. Hukukunu da, dış dünyanın etkisi ile daha henüz tam da kendi ilişkileşme düzeyini temsil eder olmamakla beraber yasallaştırmıştır. Bu da o sistemin, kendi iç yetersizlikleri zorunluluğunun girişen yarar zarar dayatmasının bir tercihidir. Bu hukuk düzenlenmesi, kendi ilişki sürecine göre yeni yeni sokulan durumların, yasallığına hitap eder düzenlemelerle hem atılımcı olacaktı, hem de çelişkiler koyar olacaktı. Bu daha sistemin önderince başlangıçta bilerek üslendiği bir yüklenişti. Sanatta bir risk alış değil miydi?

Geçmişler (sanat eserleri) kendi olgunluğunu, kendi hareket dinamiklerinin sönümü ile geleceğe aktarırlar. Geçmişin aktarılan bu zenginliği, yeni dinamiklerin (üretim paylaşım ilişkilenişlerinin) oluşan hareketlerinin üretilmesin de, yeni oluşacak şartlara gübre etkisi yaparak, besi değeri sunacaktan, bir dayanak olaraktan, berdevamdırlar.

Sanat yolun işlevinden çıkardı, semavi olduğunu söyleyen nakilden değildi. Gazi, kendi hareketinin içine, içinde çıktığı haldeki mevcudun olumlu olan ve olumsuz yoksunluklarından çıkan girişmelerden bir harman yaptı. İşte bu harman yeni sürecin dalgalanma seçeneklerinin uygulanması olaraktan, yepyeni ve özgürce bir toplumun var edilişidir.

Sanat halk için yapılmazdı, sanatın halka hitap eden bir yanı da mutlaka vardı. Halkın parçalı kişisel devinir olma yansımasının ortaya konmasıdır. Sanatın halka aitliği vardır. Tıpkı oğuz Kaan Destanı'nın Türk halkına ait olması gibidir. Emsal uluslarla, kıyası kabillik teşmil eder. Gazi hareketi temelde halk destekli bir halk gücüdür. Tam anlamıyla halkın gücüdür ve mevcut devletin desteği yoktur. Aksine, mevcut devletin gücü, gelişmeye direnen bir karşı yapıdır.

Böyle iken halk gücü destekli iken, hareketin yönelimi toplum için öznelleştirilmiştir. Hareketin sonunda toplumun gücü ortaya çıkmıştır. Hareket üreten bir yapı olan toplum için olmuştur. Toplumun üretimi de halkın sağlayışıdır. Burada uymayan husus, halkın öznelliği toplumun gücünü sağlamaz. Toplum için oluşturulan olgu ve olaylar daima halkın çok kesimi ile zıtlanabilmektedir. Bu sanatın aykırı oluşunun Mustafa Kemal yönüdür. Yani yukarıdaki ilke gereği halkın tutumu özneldir. Toplumsal değildir. Ancak halk, bıçak kemiğe dayandığında, toplumsallığı, bir anlayış olarak değil de, bir görevin ifa uysallığının kabullenişi içinde, bir yüküm anlayışı ile tutumlaşırlar. Halkın öznelliği; halkın kendi tutumlarını, kendi alışmalarını, inançlaştırıp kutsallıkla, dokunulmazlıkla değişmez kılan yaşam birlikleridir. Bu halkın, toplumsallığı taşıyamazlığı anlamına hiç gelmemelidir. Bu konuda toplum ve halk yazı dizime bakılabilir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Sanat sömürü bilmez. Aksine, fikren, duyguca ve kullanım sürecince, sanatın kendisi sömürülen yararlanılandır. Anadolu (Gazi) Hareketi, kendi dışına eperiyalist olmayan bir amacı olmakla tüm mekanik savaşlardan ayrılıp, konusu toplumunun yararı ve yararlanması olan bir faydacı sanattır.

Sanat kendi yanlışlarını da yansıtan bir diyalektik oluşumdur. Anadolu (Gazi) hareketi de uygulama aşamalarında, yanlışlar sapmalar yapsa da, temel yapıyı gerçekleyen amacı, kendi toplumunun bekası olan ve insan aklının (naklin değil) ürünü olan, sistem gerçeklenmesi tam bir diyalektik sanatıdır.

Anadolu hareketi bir etkileme gücü olarak da, sanattır. Estetiksel (kendisine özgü imeceleşen devinim ve karma ekonomi politikalar gibi koyuşlarla) doyurucu olaraktan sanattır. Sanatın toplumsal oluşudur.

Anadolu (Gazi) hareketi, akıl ve bilimsel seçeneklerin eşliğinde; güzel ile uğraşır olması (devrimler süreci) güzelin göreceliği içinde yanlışları (sürecin aksayan yanlış uygulanan yanlarını) taşır olmasının kabulü ile bile, bir sanattır; estetikliği de buradadır.

Nesnel yaklaşım açısından da bir sanattır, ilişki ve ilişkilenmesini göksel nakilden değil de; yerdeki mevcut üretim araçları, üretiş ve paylaştırış gerçeklenmesi ile ilişkileyip düzenleyen bir nesnellik ve bunun güzel ve estetik anlam ilgisini kurmuş olmakla, soyut çıkarım anlayışı ile bir sanat tavrıdır.
Laik (akılcı) yapılı sanat yaklaşımı açısından, özel var edişlerle, özne öznellikçi sanat oluşunu ortaya koyuyordu.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

31] Alışkanlıklarımız, edim ve eylemleri gerçekleştirişte; bunları benimserken; bu eylem ve edimleri kanıksar iken; çok iyidirler. Ancak aynı alışmalarımız, bizim anlayışlarımız da ve davranışlarımız da, bizleri öyle fazla düşünmeye yöneltmeden, bu edimleri otomatikman yapar oluşumuzu da ortaya çıkartır. Otomatik oluş bir avantaj iken; mutlaka karşılanması gereken, bir dezavantajımızı da olurlar.

Otomatiklik; yapılan edim ve saygınlaşmalar kutsal oluşmacı edimleri de yok ederler. Yine otomatikçe oluşlar bizi, düşünsel fikri tembelliğe götürecektir. Bu bakımından, otomatiklik bizleri düşünüşte, dönüşemeyen, bir davranış kalıbının içine de, sokacaktır. Böylelikle otomatik alışmaların, bir diğer olumsuz yüzü olan bize rehavet vermesine dek bizler üzerindeki gevşemesini de, üzerimizde salındırtır durur. Otomatiklik, yeni gelişmelere karşı duruşta, bizim direncimizi de oluştururlar.

Bu tür aidiyeti şartlanmaların üzerimizde salınır oluşun en temel olumsuzluğundan birisi de alışmaların, bizleri o alanda bağnazlaştırır olmalarıdır. Hatta bu bağnazlığımızı ve değişemememizi; travmaya dek götürür oluşlarımız, bu alışmaların sebebiyetindendirler. Bu direnççi alışmaların yararı da vardır. Yararı, bilinmeyene karşı; her yeniye, her sürprizlere karşı, bizlerin balıklama dalmamızı önler oluşçudurlar. Yeni durumunuz cazibeli de olsa, alışmalarınız olaya temkinlice, biraz da kuşku ile ihtiyati yaklaşmanızı da size önerir. Ki bu da sağduyunuzdur.

Aidiyetçe tutumlarımızı bilinçli olmayan bir yanla, konjonktürse olmayan bir alışkanlıkla yapmamızın bir başka çok önemli olumsuzluğu da, seçme ayıklama ilkemizi zaafa uğratmasıdır. Bu zaaf, soyut anlamalara yani öznel bilince dek süzgeç kriterlerimizin, çağın gerisindeki tutum aşışlarla, yeni olguları kıyas etmemize sebep olurlar. Bu da hiçte iyi bir seçim olmaz.

Örneğin, geniş kitlelere mal olan bir sanat söylemi, eğer eleştirel, konjonktürse bir ifade olmayıp, geniş kitlelerin geçmiş zaman tutumlu aidiyet bağlarına veya aidiyet zamanlarına hitap eden bir şarkı ise; bu sanat, sanat olmaya bilmektedir. Çünkü sanat kendi düzlemindeki hitapları ile sanatlar nesnel aktüel olucu değişme ve yorumlamaya yöneliktirler. Oysa güncelde olmayan bu söylem, kişilerin halkın duygusuna hitap ettiği için, halk da; ya da geniş kitleler de, bunu benimsemiştir. Yani bunlar temelde rutin çalışmalar olmaktan öte gidemezler.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Oysa bunlar Avrupa'da: Osmanlı'nın İstanbul'u almalarının, haklı gururunu yaşadığı sürecin hemen akabinde, aşılan yıkılan bir ilişki biçiminin sonlanması idi. Avrupa artık o tarihten 100 yıl gibi kısa bir süre sonrasında, çobanlık ve çiftçilik üretimlerini SANAYİ için yapar oldular. Bu temel içinde ilişkilenir çatışır bir toplumsal düzenlenişler, biçimine girmiştiler. Süreç süratle kapitalizm denen olguya evrilir oluyordu. Kapitalizm dal budak salıyordu. Bunlar Dünya devrimi idi. Oysa O muazzam medeniyet, hala yarı savaş ekonomisi ile yapılaşıp uygarlık var ediyordu! Aynı süre içinde de Avrupa'nın bu atılımları ilerideki imparatorlukların kaçınılmaz sonunu getirecek olan bir ilişki olacaktı. Böylesi yan yananlığın fark edilemeyişi ile birlikte, Osmanlı yarı feodal bir medeniyet geliştiriyordu.

Gazi Hazretleri, bunları çok iyi iç sinmişti. Mevcut kadrodan görünüşle, Gazi'yi pırıl pırıl eden farkı bu idi. Kadronun bunları bilip özümsediğini söyler olmak, en azında muhakemesizliğin dik alasıdır. Çünkü eğer kadro geneli günceli anlamış ve yaşamsal olarak bunu düzenleyecekti ise, bunun projesini, savaş sonrasında dahi değiştirmeyi hiç düşünmediği ümmetçi, fetihçi gelir yapısına bürünmüş, mevcut yönetimle, saltanat ilişkileriyle, bunu sürdürmek mümkün mü idi? Zaten yönetsel çağdaş politikaların ilişkilenişini zorunlu olarak, mevcut yapıyı, yeni ilişkilenişle uyuşturmazdı. Bu yüzden Avrupa'da hem laiklik benimsenmişti, hem liberal, sosyalist vs. birçok rejimsel uygulamaların yönetsel biçimleniş ve kurumsallaşması, bunların hukuksal siyasi alt yapıları, düzenlenmişti.

Oysa bizim kadrolar, padişahı ve yurdu düşmandan kurtarıp, padişaha teslim ettikten sonra; belki de bu konjonktür konularından bahisle, padişahı sürekli ikna etmenin içinde olacaktı. İltifatı şahaneden lütufçu ihsan bekleşeceklerdi! Ülke yönetimi; bir arzu hale cevap alır gibi diletişlere gidilecekti. Bu ne vizyon koyuştur. Ne konjonktür ilişkilerini anlayıp iç siniştir, ne de üreten ürettiren paylaşan yepyeni bir ilişkiler ağına eviriliştir. Tam bir kısır görüşlüktür.

Osmanlı'nın son demlere değin gittikçe gerileyen bir durum olaraktan da olsa, süren savaş ekonomisi yapısı, Ata'nın konjonktürde ayıkladığı, artık yapının ganimet gelirlerine dayanmasını yada böyle bir yapılaşmanın artık olası olmayacak köhneliğini darma duman ettiği bir fevkti. Zaten zamanın da, zeminin de zorunlu sonucu idi. Bu yüzden Gazi önündeki birinci paylaşım savaşı gibi bir cinayeti ve nedenini görüyor; bunun içinde; ” Aksi gerekmedikçe, savaş bir cinayettir” diyerek ayakları yere basan, gerçekçi politikaları ortaya koyacağını açık ediyordu. Bunun mutluluğunu da 1923’lerde ve 1930'larda adım adım gerçekleşen aşmaların meyvelerini topladıkça duyacak ve memnuniyetini: “Yurtta barış, Dünya'da barış “ tebessümü ile ifade edecekti.

Bunlar bir tecrübe ve uygulamaların kararlılığında söylenmiş dinamiklerdi. Siz söylemin zemin zaman dinamiğini göz ardı eder ve bunu güncele getirirseniz. Konjonktürsel ilişkilerde başarısız olup, üretip dağıtamayan, bu oranda da, söz sahibi olamayan, gerileyen uluslar arası ilişkilerinize göre anlam yorumlarsanız. Buna ancak gülünür. Değilse bir ekonomik güç olmanız bile konjonktürsel ortamda, hem barışınızın, hem de egemensel güç payı olarak, zorunlu savaşımınızın nedeni olacaktır. Gazi'nin bunu bilmez olacağını söylemek, “bu pısırıklıktı” demek, en hafifiyle safdillilik olur.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu nedenle halkın aynı tip nostaljik bakış açısı, aynı tip geçmiş kulvarın(seçme ayıklama) kavrayışı; şimdiki yeni olanı, gelişme olanı, farklıyı dışlayacaktır. Ancak halk, kendi gibi olanları da baş tacı edişle; ölümüne onaylarlar! Bu bir müridin, şeyhini tasdikleşmesi gibidir. Veya bir şeyhin müridine ben şeyh değil miyim? Deyip de; müridinin de ona: “evet sen şeyhsin! ” demesi gibi kavlidir. Ya da müritlerin, kendi içlerindeki; “körler sağırlar, birbirini ağırlar” kabilindeki aşkı muhabbetle, biri birine telkinle, şeyhlerini onaylamaları gibi, sübjektif bir tavırdır. Yani, şıracının şahidinin, bozacı olmasıdır.

Halkın en büyük tüketimi ve kullanımı ve hatta üretimi; sanat alanları olabilecekken, sanat alanı geniş kesimlerin halkçı özentili, benimsenirliği içinde değildir. Sanat yapamayan geniş halk kesimleri ya sanatın kendisine yansıyış ve yansıtılışları, halka öğüt düzeyli eğilimcelerle yansınır. Ya da halk, inançsal olarak fosilden motif taşıyan çağrıştırıcı çekilimleyicilere; pervane böceğinin ışığa çekimlendiği gibi tam da oraya, fosil sosyal soyut bilince odaklandırılırlar. Bu da, bir çeşit halkın bilmezliğine, havuç gösterilmesidir. Halk atadan görmenin, toplum akıl bilim ve pratikten görmenin farkıdır.

Halk için cazibeler yaratmanın bir yolu da, halkı eğitimsiz kılan bencil siyasetlerdir. Örneğin, halkımızın okuryazar olabilir durumda olup da, okuryazar olmayan 7,5 milyon kişisi vardır. Buna birde sadece bir şekilde okuryazar oluşta, bir o kadarı da, düzeyci eğitimli olmamalarını ekleyin. Eder 15 milyon. İşte bu milyonların cazibe odağı bambaşkadır. Ve oldukça sanal, inançsal, geleneksel, bilmezliklerde birlik yapıcıdır. Adeta oğul vermiş, arı oğulu küme yığılması gibi, seçememelik egemenliği olacaktır.

Bu yüzdendir ki halk, hep bu çekimleşmelerden; hükümetlerin başlangıçta, nüfus başına olan milli geliri, 2000 dolarlardan alıp, hükümetlerinin görev bitimlerinde aldıkları baremi 1500 dolarlara düşüren siyasi politikalarını seçmiştir. Bu hükümetler yıllarca, hiçbir akıl fikir sağlamayan; “Halka hizmet, hakka hizmet “ diyen, duygu sağlayan, parola ile iktidar olmuşlardır. Halk çok duygusaldır.

Bu siyasetler, hiçbir zaman; milli geliri 20 000; 30 000 dolarlar düzeyine çıkararaktan ötürü: “halka hizmeti, hakka hizmet”, bilmemişlerdir. Kimi halk bunu sorgulamamış ve sadakalara, memnuniyet duymuştur.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Seni sevmek demek
Anafartalar'da Samsun'da
Yanmak...
Sivas'ta, Meclisle buluşma
Bacada duman
Paçalardan tutuşmak
Mahşeri vicdanla
Anıtkabir gönüllerde
Gerisi güman...

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Verilen dinamik kökleşecekti. Yaratılan teşebbüsler kimi kez atıl kalıyordu. Kalkınmadaki bölgeler arası dengesizleşmeler güvenlik algısı boyutu ile sınırlanıp, süreç kangren oluşumları bünyesine sarmaya başlayacaktı. Yapı hantal bir yapı olacaktandı ama gelişen, kendi zorlukları ile zaman zaman uluslar arasında, iddialı da olabilen bir kapasite yaratılacaktır.

Ne var ki buralarda kimi kökleşmelerin üstüne artı gibisinden yaratılan, gel geç, iktidarların, kendi ömrü ile sınırlı, iktidar destekli hısım akraba partili taallukatından türedi teşebbüsler çıkacaktı. Kaynak talanları, halka; enflasyon, durgunluk, olacaktı. Uluslar arası sıkı borçlanma kıskacı, toplum yaşam biçimi olaraktan, borç yiğidin kamçısı olacak! Borçlanmanın yükü halka dayatılacaktı.

Ata'nın uygulamaya kazandırdığı karma ekonomik dinamizm tu kaka ile İMF ve emperyalizmin dar boğazına liberalci hortumcu vıcıklanmalarla, özelleşme diye bir yağma ve talancı tutuma sokulacaktı. Siyasetin kayırma ve kadrolaşma torbası, tayin, atama gibi şevk kıran sürmelerle kitler bir yağma alanına, verimsizliğe dönecekti. Seçilen milletvekilleri kit ve polis, öğretmen, asker tayinleri ile dama taşı ile oynaşılır gibi, oynanan yapılar haline dönüşecekti. Her siyaset, kamu kurumlarına siyasi bir baskının tehdidi olaraktan memurlara, haritada yer beğenmeci, havuç ve sopası tayini olaraktan dayatılacaktı.

Böylece ülkenin gelişmemiş bölgeler arası gelişmişlik farkları, cezaya müstahak olunur yerler gibi tayin uygulamaları ile sürgüncü uygulamaya sokuluyordu. Üstelik yarattıkları bu garabet toplumlar huzursuzluk karşısında önlerine konduğunda da biz et ve tırnak gibiyiz, ülkenin her yeri birdir. Gibi aburluklar içine düşen siyasetler, hiçbir zaman bunların siyaseten, hukuk karşısında hesabını vermediler? İhmal edilen bölgeler arası dengesizlikler ve plansız gelişmeler, korunan feodal süreçler, kanayan yaramız ve kaşınan yumuşak karnımız olacaktı.

Karma ekonomi, dünya krizlerinde, kendisini döndüren, süreçleşen, ayakta olabilen, en azla atlatılıp, belki de Dünya krizini, yarara çevirecek, geliştirilen bir tecrübe olacaktı. Bu döngüselliğin yaşanması, karma ekonomici durumu, insanın kendi kendisine sorgulaştırmaktadır. Çünkü üreten ve paylaşan bir ekonomi, kapitalizm gibi kendini, hemen ve sık sık krize sokmayabilecekti.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Tabiri caizse Ata; ateşi eli ile tutmuştu. Kendisi açısından olup biten, yoğun bir stres kaynağıydı. Kişilik ve menfaatler çatışması gibi hissileşmelere götürülecek bir yüklenişti. Eleştirelliğine açıkça vurulacak, yumuşak karın noktasını oluşturacaktı. Yine de Gazi’nin tercihi, ufuk alınıştaki devlet adamı olmanın sanatçı (yaratan) kimliği idi.

Bunları şimdi bile okuyup görünce, Gazi aleyhine vahameti anlamamak, dinamizmi sıradan bir vaka gibi değerlendirmek olurdu. Bunlar insan doğasının bizi yanıltan bir tutumudur. Bu yüzden de kendi küçüklüğümüzle; ” Atatürk olmasa idi bile, başka Atatürkler olurdu” deme banalliğine düşerdik. Zaten Atatürkler olsa idi, Atatürk olmazdı! Yani bu durumlara da Atatürkler sayesinde düşülmemiş olurdu! Atatürk’te iyi bir zabitan olarak kalırdı. Zaten günün zemini de; eğer Atatürkler varsa idi de, zaman ve zemin diğer Atatürklerin içinde, zamana ve zemine en dek düşeni, etkiyip etkilenen cevap olaraktan(tepki) , seçilecekti. Oysa koşul, bildiğimiz, bu ATATÜRK'Ü seçmişti! Demek ki Atatürkler yokmuş. Bu söylem bir yanlış anlama da olmayıp, hatta fikir de olmayan, bir fikir özgürlüğü de olmayan; “Atatürk olmasa idi bugün aynı düzeyde ve daha iyi olurduk” deme gaflet ve mantık absürtlüğüdür! Bunun cevabı mümkün mü? Deli saçması bir anlama ve anlatımdır.

Sorgulamak yanlış değil. Burayı görmeden sorgulamak olguyu görmeyip, hayaller var edip, hayallerde yaşamaktır. Halamın bıyığı olsa, halam amcamdı, der gibi bir şey. Ne yazık ki halanız amcanız değil. Amcanız olmadığı içinde, halanızdır! Bunu değiştiremezsiniz. Siz de halanıza amcanıza davranır gibi değil, halanız olarak davranıyorsunuzdur! Gerçek bu. Realite bu. Hayatta olaylar yaşanıyor, sonra onun düşüncesini öğrenmek üzerine devam ediyor. Yani MUSTAFA KEMAL olarak Kurtuluş Savaşına giriyor, bu biçimi yaşıyor, ATATÜRK olarak sürece dahil olup, zaman ve zemini etkileyip değiştiriyordu. Savaş öncesinin Mustafa Kemal'i bu süreci yaşamasa idi, süreç sonrası hem yoktu, hem de süreç sonrasını yaşayamazdı. Mekanik savaşın öncesi Mustafa Kemal vardır. Savaş sonrası bambaşka, aynı fiziki görünümlü, ama ATATÜRK olarak etkileyip, etkilenen; olay ve olguları başlatıp, süreçleşen; yol alıp, yol veren; Atatürk vardır. Bu aynı zamanda farklı bir önderlik sürecidir de.

Şimdi konunun genel değinme açılımından sonra, Mustafa Kemal'in içinde bulunduğu bir toplumsal ulusun şaha kalktığı sürece, sanat yaratan bir olgunlaştırma ile nasıl yaklaştığına kendimce değineyim. Eylemleriyle yer yer sanat oluşa yönelir. Ve yer yer de; sanatın maharetçi temasında bulunan Gazi’nin anlam ve anlatımları sanatken, benzer istiklal savaşı yapmış olanlardan, yine benzer eylemli, benzer andırışçı kişilerin dahi, bizim devrimlerden ayrışır olan yanlarını, belirtmeye gayret edeyim.

Ülkeler, savaş sonrasını; içinde mağrurca yaşayacakları bir demlenme ve coşku içinde bulunacakları durultma dönemi yaparlar. Bu tabii ve normaldir. Bütün dünya süreçlerinde bu böyledir. Olay sadece bir iki başarılı nokta ile kişi ömrüne sığdırılır. Ya da bir iki başarı kişi ömürlerine yayılır. Olay olup biter; bir dönemin tarihi kapatılır. Oysa Gazi sanatın kesikli ama sürekli yapısı gibi, toplumsal hareketin de sürekli ve kesikli, aşama kat eder yapısını, ortaya koyan bir süreçleşmedir. Ömrü daima süreçleşmiştir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Artık eski bir toplumsal etnik diliniz şimdiki aidiyet gerçeklenmesi içinde; girişen bir sanat, kültür, bilim, siyaset üretebilmişse, zorunlu olarak, anlatım olarak, toplumsal yapıya yansıyarak vardır. Yaşayan dilin oluşması, yaşayan kültürün ve yaşayan etnik yapının geçişmesi, korunması, ancak böyle olabilecektir.

Bir bambu etnik dilini nasıl yaşatırsınız? Ya da, bu günkü güncel bilgi, sanat ve bilimi; bambu diline nasıl aktarırsınız? Eğer aktarabilmişseniz, aktarılanlar; ne kadar bambu dili olurdu acaba?

İşte etnik özelliklere, böylesi nesnel ve girişen, güncel ilişkilerin ışığında bakarsınız. Paradigma budur. Değilse suni bir zan ve subjektif sömürü mesnetli yaklaşımlarla, efendim etnisite kültürel bir insanlık hakkıdır? Demekle, etnik özellikler süreçleşmez. Ne yaşatılırdır, ne sürdürülürdür, nede onu kullanan sosyal birimlere faydası olurdur. Üretmeyenin işlek ve işlevsel kültürü nasıl olur, bu da ayrı bir konu!

Efendim ahlak bir insan onurudur, ağalara hürmet ve itaat, kültür ve ahlakımızın bir hasletidir! Öyle ise, ağalık etnik dayanışması bizim zenginliğimizdir! Paradigması, nesnel ve gelişimci, değişken ve dinamik ilişkilikli olmayan, vargılardır. Zaman zemin olaraktan, yanlıştır, mesnetsiz ve geçerli değildir. Bunlar fikir özgürlüğü de değildir. Evrende zamanın yönünde akmayan, akamayan her şey yanlıştır.

Üretip ilişkileyemediğiniz, üretim, sanat gibi süreçlere katılarak devinemeyen tutumlar haklarınız da olamaz. Bunlar kendiliğinden hakkınız da olamaz. Çünkü bunlar kendilik bir devinmeye de giremez olduklarından akamazlar. Öznel gericilikle, zorla, zorbalıkla, kısırlıkla, verimsizlik pahasına tutulurlar.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Birey, daha somuttaki toplumsal oluşunuzdur. Anacak ve ancak toplum içinde var kalır. Toplum dışında yoktur. Toplumca belirlenişinizdir. Aydın, sanatçı vs. de, bu yanı ile toplumda, bir karşılıklı hizmet transfer eder nitelikliliğinizdir. Birey, üretimini toplum için yapan yanınızdır. Bireylik ise; birey yanınızla beraber, kendi objektif ve subjektif olgunlaşmanızı, soyut somut inançlarınızı, aydın yanınızı, halk olur yanınızı içlemler. Her bireylikler aynı zamanda da birey olmayabilir. Ama bütün bireyler aynı anda bireylik taşır.

Halk, aydın olmayı sanat yaparlığı, toplamsal hareketi, izafelerse de, anlamı gereği bir bilmezliği aydın olmazlığı da içerir. Aydın olurluğu yanında cahilliği de vardır. Bu daha çok muhafazakârlık ve statükoculukla, tabusal olurlukla, bağnazlık yaparlıktır.

Bu da, bireylerin her şeyi bilemez oluşu ilkesi gereğidir. Toplum, pek çok şeyi bireyleri ile birey oluşlarla bilir. Aydın toplumun pek çok nitelik ve öznelliğini yansıtabilirken, halktan bir yığın kişiler, bunun bilincinde olamayabilirler. Halk tüm bireylerinin toplamsal niteliği gibi ise de, uygulamada, bireylik bilmezlikleri ve sübjektifliği egemendir. Üstelik halk, birçok, bedensel, zihinsel, engellilerinde içinde bulunabileceği bir karışma durumunda var bulunur. Toplum bundan farklı bir kavramdır. Sümer halkı uygarlığı derken, o görkemli uygarlığı Sümer halk bireylerinin tümünün ortaya koyup, bildiği söylenemez. Bu görkemliliği, ruhu bile duymadan, geçip giden halktan kişiler vardır.

Nasıl hayvanlık, aslanlığı, tilkiliği, koyunluğu, tırtıllığı vs.yi içerirdir. Ama tilki tek başına hayvanlığın yani tırtıllığın, koyunluğun vs.nin özelliklerini taşıyamaz ve bu özellikler onda yoktur. Lakin hayvanlıkta zürafalığın, aslanlığın, böcekliğin, vs.nin tüm özellikleri vardır. Örneğin eşek miyavlamazken, hayvan miyavlar, Tilki melemez iken, bir hayvan olan koyun meler. Yani tek tek hayvan cinslerine ait özellikler; hayvan kavramında vardır. Ancak hayvan kavramında olan tüm özellikler değil de, tek tek özellikler, hayvan cinslerine vardır. Hayvan böğürür ama bir hayvan olan aslan böğürmez. Hayvanlık aslanda kükrer, ceylanda çevik bacak olur, yılanda sürüngenleşir. Burada farklı yapılar söz konusu. Ancak genel kavramla, onun ilişkini niteliklerin göreceliliği anlatılmak, kavranmak istenmekte.

Halk genel bir kavram, birey ve bireylik daha somut ve tekilleşen durumlardır. Ve kişinin bu tekçiliği yani tüm genelliği (halkı) yansıtması olanaksız. Halk kavramının içleminin de her bir bireyde olması, koskocaman yalandır. Bu durum da şu bakımdan zorunludur: 1- Hem kişilerin her şeyi bilir ve yapar olamayış ilkesi gereğidir. 2-Hem de, Halkta aydınlar varken halkın hepsi aydın değildir. Halkta zihinsel yeteneksizler bulanacağı gibi, halkın Ya da bireylerin tümü bu yetersizliği göstermez. Yani her özellik (aptallık) genelleşemeyeceği gibi, bazı çok genellikte (aydın olup, aklını gereği gibi bilimsel kullanmak) herkese yaygınlaştırılamaz. Yani özelleşemez Ya da özelleştirilmez. Elbette özelliğin genelliğe, genelliğin özelliğe dönüşme ilkesinin, keskin ayrımını burada hatırda tutup ayırmak lazımdır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Oysa yozlaşma, bir geliştirmeyi taşıyamamanın fanatizmidir. Yozlaşmada gelişenin, gelişmeyi taşıyamaması nedeni ile kendisini bir asıl olanına, bir ilk olan modele doğru, yeniden döndürmesidir. Gelişmeyi saçmaya çevirmesidir.Gerileşme anlamına gelir ki, kültür bitkisinde ve biyolojik geliştirmelerde görülür bu yozlaşmalar. Bu tür geliştirmelerin kendi kendisine ilk örneğe doğru eğilimleşmenin bile temel bir evrensel yasası da vardır. Ama burada buna değinmek, konu uzunluğu yapar.

Değilse bir kültürün nicelenmesi değişmesi, çoğalması, büyümesi; yozlaşma değildir. Büyüyen her şey eskisine göre farklılaşan, tanınamayacak kadar olandır. Ki bu da yozlaşma değil, gelişmedir. Her gelişme kendi düzleminin olumluluk ya da olumsuzluğunu içerir. Bunlar bir önceki ile kıyaslanmazlar. Kıyaslanamayanlardan da yozlaşma ifadesi çıkarılamaz.

Böyle olunca da kimi sevgili yazarlar da kültürleri bir değişmezlikle algılamaktadırlar. Ve bunu böyle empoze ederek dar ufuklu düşünemeyen, kuşkuları ortaya seremeyen, farkında olmadan şablon kontrollerle yönlendirilen, okur kitleleri hazırlanmaktadırlar. Yazanların kendisinin de farkında olmadığı değişir olmaları da yozlaşma gibi oldukça sıradan bir kapasitif tutumlaşışla ele almış oluyorlar. Oysa yazdığı yazının okur kitlesinin skala dağılımını da göz önüne alıp, kendi yazar olmalarının sorumluluğu gereği, kontrolcü düzeltmesini yapıp, bu ucubeliğe düşülmemeliydi.

Sosyal yaşam, her zaman gelir dağılımlarının paylaşılması esası üzerine oturmuştur. Gelirlerin tüketimindeki yaşantılaşmaları paylaşan sosyal sınıf grup yaşantılarıdır. İşin tuhafı sosyal kültürler; toplumsal kültürü, yani üretime ilişkin kültürü; nesnel, bilimsel ve toplumsal sınıf temeline dayalı kültürü, görmemişler, yok saymışlar. Ve bunlar inanç kültürüyle tümden, izole edilmiştir. Veya Arap saçına döndürülerek hepsi karıştırılmıştır. Esasen yazı iyice okunduğunda, yazar böyle bir ayırt oluşun hiç bilincinde bile değildir. Tabii ki böyle bir çalışma isteneni sağlayamamış olmakla eş anlama da gelebilir.

Bir yazar, ele aldığı konuya bir bakışla, bir sunuşla, bir ortaya konuluş üslubuyla ve konusunun diğer bağıntılarla ilişkilemesini, ya da bunların tümleneni üzerindeki genel felsefesini belirtmelidirler. Bu yüzden kimi yazarlarımızın bilimsel felsefesi hiç yok. Biraz öğütçülük biraz sokak kültürü, biraz da inançsal bilgi ile bu iş oldu, sanılıyor. Az buçuk bilir olmayı, allamelik sayabilme cahil cesaretini gösteriyorlar.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Şimdi, sivri akıllı biri çıkıp, efendim terörle bu, bir mi der! Bu da tartışılır. Ama diyelim ki değil. Bahse konu olan ikisinin eşdeğer olup olmaması değil. Yanlış olan halkın finanse ettiği oluşumlara; toplumsal meşruiyetlikle mazeret ve olumlama verilir olmasıdır. Toplumda finansmanı toplumun bütçesi yapar. Onu da toplumsal olanın finansmanına yönlendirir. İnançlar (halksal kültürdür) toplumsal kültür olmadığından, toplumsal finansmanı da olmaz. İş bu kadar basittir. Toplumsal fikir olmayacak denli fikirsizlikler fikir olmaktadır. Halk bir ibadet hanesini yapar gibi, kendi alanı içinde bunu sürdürür.

Bunu toplumsal olanın neresine koyacaksınız. Halkın finansı, ya da özlemi, kişisel grupsal etnik egoizmlidir. Toplumsal değildir. Halk, toplumun üretim tabanı değildir. Toplumlar, yasalarla ve toplumsal olanın, yasallaşması ile işlerler.

Toplumsal olanda toplumsal nesnel ilişkilikte güncel girişmeli, üreten değişkenlikli, aidiyet ilişkisidir. Bunun içinde halkın istemi ya da halkın inançsal özlemleri yoktur. Çünkü inançlar toplumsal üretimle ilişkilenemezler. Toplumsal sistemler, kapitalizm skalasını ne kadar serbestlikle en doruğa çıkardılarsa kar için toplumsal olandan çok, halksal olanı üretir oldu.

Yine konu iddialarım bazında bakarak, toplum unsurlarının dillerine ilişkin, etnik ve toplumsal aidiyetli oluşlarına bakalım. Denir ki; “”Nasıl, bir yabancı dil öğretimini, eğitim programlarına alıyor isek, halk içindeki etnik dilleri de, böylesi eğitim programlarına alıp, araştırma enstitüleri açalım! Hatta herkes kendi dilinde eğitim öğretim yapsın! ””

Bu, aydınlarımızın ve entelektüel gazetecilerimizin argümanıdır! Hem de insan hakları ve temel kişi özgürlükleri bağlamında, ne kadar haklı bir savunma değil mi?

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

6Her mekanik savaşın sonucu zorunlu bir mimari yapılaşmaya gider, Yani az az da olsa bir inşa söz konusu olacaktır. En azından savaşın izi olan harabe yıkıntıları, sarılmış görünecektir. Oysa Anadolu hareketinin sürekliliği, devrimsel yapılaşma ile devamlı sürdü. Sadece beşeri dış düşmanın işgalini def etmekle görevi bitmiş saymayan, süreçler içindeki devamlılıktır. Halkın büyük bir kısmı, devrimlerin bilincinde olmayabiliyordu. Hele halkın ulül emir dediği halifeliğin iradesini, kendi iradesi bildiği yapıdan geliyor olması, demokratik atılımların kabulü bağlamında, tam bir handikaptı. Seçme seçilme gibi bir demokratik hak halifeliğin nezdinde, şeran aykırı bir uygulama gibi olabilen durumdu. Yeni süreç içinde halkın seçmen olma gibi bir demokratik görevi de vardı. Seçmenlik gibi demokratik görevi, halkımız kullanır oldu. Halkın seçme seçilme uygulamasını sahiplenir olması, yine halkımızın, yeni süreci kısmilikle de olsa, benimsemesi, bir mucizedir.

Bu, var olan bir tomurcuğun, şartlarında açılması idi. Anadolu çiçekleniyordu. Eskisinden kopuşla, bir üretimin paylaşım yapılaşması, ilişkisine dönüşüyordu. Eski süre gelen yapıya göre yeni yapının algılanışı içinde verilenler gasp ve şiddet gibi gelecekti. Bu ikili dinamik, uyum ve uyumsuzluk; yeni çiçeklenme durumu için, kazanılacak hak ve yükümlülükler de, bir devrim süreci oluyordu.

Yani, yeni haklar edinme ve hak gaspı var kuruntusuna kapılma, kendi zaman zeminindeki sosyal koşulların yine kendi izafi çelişmelerinin, somut oluşmasını yaşıyordu. Olayların hızı, halkın olup biteni kabullenmesine göre çok hızlıydı. Olayların hızlı olması nedeniyle oluşan, halkın kimi uyumsuzlukları olmuştu. Ki hiçbir dönem için adeta olmasa olmaz türü kaçınılmazlıklardır bunlar. 2008’de bakılışla, bazı kerameti kendisinden menkul aydınlar için de bu olumsuzluklar, savunulacak akıl ve fikir özgürlüğü olacaktan bir, akıllılığın nazar boncuğunu temsil edecektiler!
Dünün köhne yanıyla savaşan toplumların yarınları; verimlilik harcı ile oluşurdu. Bu başarılamadı mı, aklın iç sinmesine, aklın verimliliğine, sığdırılamayan sürüş ve uzanımlar, naklin kolaycılık ve menfaat ilişkilenmesine bürünürdü. Bu gibi bürünmeler de, kişiler ve zümrelerin, oligarşik olan ikbal süreçleşmesine dönüşürdü. Atatürk’ten sonraki süreçlerde, Anadolu’nun doğumu, rahimde boğulacak bir harekete dönüşecekti. Artık bu dinamikçi rahim hareketi, başı bağlı doğmaya başlayacaktı.

Bu türden köhnelikler, uygarlık düzey ve düzlemi diyerekten içimize sığışıyordu! Yine düşün ve fikir anlatım özgürlüğü diyerekten, bin yılların üretim, tüketim ve paylaşım ilişkilerinden kaynaklı; efendi, köle gibi ağalık tutumları, güzel ahlak diye bizlere tarif ediliyordu. Ruhani sınıf ilişki ritüelleri, zaman zemin şaşması ile bir ilişkisizlik olaraktan, cüppeleşiyordu. Bunlar kendi sanatını, kendi yaratısını koyamayan toplumların halklaşması ve gerileşmesinin bir tutumu idi. Halklaşma eğiliminin içinde süregelen geleneklerine, göreneklerine irca olunan referanslaşmaların bile, eski bir olguyu geçmişle izafileşen bir hareketi, temsil ederliği unutulmamalıdır.

Hem başımız bağlı, hem de uygar olunamaz mı? Bu, hem göreceliliği bilip de, hem de evrensel hıza (ışık hızına) mekanik hızı (kuruntularınızı) eklemektir. Hem kaosu bilip, fraktallerin, glukasyonların, bifulgarisyonların vs.nin dalgalanma alanın da olmayan, yer zaman ilişkisi olmayan ilişkileri, bu zaman içinde dalgalandırmaktır. Bu, hem evrimi bilip, vücudun bağışıklık sisteminin, evrime isnaden kendi direncini artırıp hastalıkları yok eden süreçlere siz, nazar boncuğu takaraktan, hastalığı, ya da gözdeğilmesini yok etmeye, kendinizi inandırma ile ne kadar bağdaştırırsanız, başımızın bağıyla (başın bağı fikir koyuşun anlatımı olacakla) uygarlığımızla da, o kadar bağdaşırdır.
..

Devamını Oku