Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar
Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda
Gezersin kırk asırlık mabedin içini
..
Sanmaki ciddiyet ile sarfederim sanatımı
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir
Bezmi meyde sühefanın saza meftun oluşu
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir
..
Bazan ben de gönül ahlarımı
çekerim birer birer
kan kırmızı yakut bir tesbih gibi,
ve bu kızıl pırıltılı tesbihin ipi
sırma saç tellerindendir...
Fakat benim
..
-Karanlık dönemlerde peki,
Şarkı da söylenecek mi?
-Elbette şarkılar da söylenecek
Belgileyen karanlık dönemleri.
(sacide üçer)
..
Bülent Özcan’a.
Yitip giden sevdaları
Arar mısın bulur musun
Bir lokma ekmek için
İbadet eder gibi çalışan
Gecesi gündüzüne
..
Muhaîledât-ı hayatın içinde en parlak
Güneş, şu kubbenin altında şule-i ahlak.
Saçan bedayi-i sanat ki mabed-i hissin
Birer eizzesidir her nigâh-i takdisin.
O abidât-ı sevânih önünde pür-heyecan,
..
ERKEK VE KADIN, SEVGİ VE EVLİLİK ÜSTÜNE
Sevmek iyidir, çünkü zordur sevgi. İnsan olarak bir başkasını sevmemiz, belki de yükümlü kılındığımız en çetin, en ağır bir görev, en büyük sınanma ve sınav, bütün ötekilerin yalnızca hazırlık oluşturduğu bir çalışmadır. Bunun içindir ki gençler, her bakımdan bu toy kişiler sevginin altından kalkacak durumda değildir, henüz öğrenmeleri gerekir sevgiyi, bütün varlıkları, bütün güçleriyle her çarpmada kabaran yalnız ve ürkek kalpleri üzerine odaklanıp sevgiyi ilkin öğrenmeleri gerekir. Ama öğrenim dönemi kendi içinde kapalı, uzun bir zamanı kapsar. Dolayısıyla, sevmek uzun bir zaman parçasını kucaklayan, yaşam süresinin hayli ilerisine kadar uzanan bir yalnızlıktır insan için, tek başınalıktır yoğun ve derin. Sevgi bir kez bir başkasında çözünüp erimek, kendini bir başkasına adamak, bir ikinci kişiyle birleşmek değildir; çünkü henüz durulmamış, gelişim sürecini tamamlamamış, düzenden yoksun birinin bir başkasıyla birleşmesi ne anlam taşır? Sevgi yüce bir nedendir tek kişinin olgunlaşıp kendi içinde bir varlık sahibi olmasını, dünya olmasını, bir başkası uğrunda dünya olmasını sağlayan. Sevgi, alçakgönüllülük tanımayan istektir bir kişiye yöneltilmiş, onu başkaları arasından seçip büyük bir misyonu gerçekleştirmeye buyur eden çağrıdır. (MEKTUPLAR, Wiesbaden 1950.Baskıya hazırlayan: Karl Altheim1. Cilt)
*
İnsan ne kadar birikimliyse, tüm yaşantıları o kadar zengin nitelik taşır. Derinlikli bir sevgiye ulaşmak isteyenin tutumlu davranması gerekir; böyle biri toplayıp devşirecek, sağdan soldan bulup buluşturduklarıyla bal üretecektir. (MEKTUPLAR, Wiesbaden 1950.Baskıya hazırlayan: Karl Altheim1. Cilt)
..
Her cinsten, her milletten, her yaştan bir insan kalabalığı, gece en geç vakte kadar dolup boşalan kahveler, dansingler, tiyatrolar, en unutulmuş semtlerden nehrin iki yakasına doğru akan ve orada sahafların kasalarında biriken kitaplar, resimler, prodüksiyonlar, antikacı dükkânlarının, galerilerin, sergilerin bitmez tükenmez bolluğu, Pigalle’in, Monmartre’ın, Clichy’nin şehri hiç durmadan ve daima bir Dufy kompozisyonunun hafifliği ile, renkli kadın çamaşırları gibi geceye fırlatan ışıkları, garların her nefeste önlerindeki meydanları, kahvelerin tenteleri ve apartmanların çatılariyle beraber yutan, sonra lâhzasında korkunç bir sallantıda yerlerine iade eden dev ağızları, binlerce ağızdan sakızlanan fransızca, zenci âşık, şimalli sevgili, önünüzde bir takunya gibi tıkır tıkır yürüyen Japon kızı, yanıbaşınızda dikilen ve bir metre tepenizden size yolunu soran İskoçya’lı rahip, adım başında beyaz perde ciddiyetiyle öpüşen çiftler ve kahvelerin mahremiyetinde pek inanmadan onları taklit eden yaşlılar, san’at eserlerini lüzumsuz kılan vitrinler, büyük bahçelerin gök yüzünü mavi bir kumaş gibi kesip biçen hendesesi, küçük meydanların eski gravür sükunetleri, fıskiyelerin yalancı elmas çağlayanları, Louvre’dan Etoile’e doğru Bonnard renkleriyle kabaran akşam ve birdenbire bulunduğunuz caddeyi sarışın tebessümünün etrafında toplayan genç kadın ve onun insaniyet namına sizinle dostluğa hazırlanan at yapılı köpeği… İşte ilk günlerin Paris’i.
Henüz hiç birini kendi zamanımıza katmak fırsatını bulamadığınız, araya eşya ve insanlara hem kendileri, hem de sizden bir parça olmak imkânını veren o derunî fasılayı koyamadığınız için hepsi beraber ve iç içedir; hepsi birbirinden doğar ve birbirinde kaybolur. Hugo’nun evinin önünde akasya, Arc de Triomphe’un boşluğundan fırlar, Belford arslanı Delacroix’nın atölyesinin önündeki küçük meydanda mübalağalı yelesini kabartır. Sainte-Chapelle bir yangın feneri gibi Eiffel’in tepesine asılır ve Notre-Dame ile Louvre birbirine yapışık yürürler. Yalnız Seine nehri kendisidir. Her aralıktan bulanık ve uslu suların can sıkıntısını tekrarlar. Elinizdeki rehber istediği kadar bulvarları, caddeleri, sokakları başladıkları, bittikleri sokak, cadde ve bulvarlarla size anlatmaya çalışsın, hiç bir şeyi birbirinden ayırmak, sökmek kabil değildir. Bu acaip ve sürekli bayramda, bu üst üste ve cömert ziyafette birdenbire hiç bir şey düşünemez ve hatırlamaz olursunuz. Sanki çok hafif ve sihirli bir içki ile sarhoş olmuşsunuz. Etrafınızda bir yığın gizli varlık vardır. Girdiğiniz kahvelerde, anlattıkları hasret bir bıçak gibi tene yapışan Fransız türkülerinin acılığına benzeyen bir acılıkla içinize yerleşen, onlar gibi size hiç yaşamadığınız bir mazinin hasretini aşılayan, keskin kokulu Gauloise dumanlarının doldurduğu havada hakikaten görmekte olduğunuz çehrelerden büsbütün başka çehreler yüzer, çok âşinâ bakışlar sizi takip eder, fakat hiç birini tutamazsınız. Çünkü isimler de eşya gibi birbirine takılmış gelirler. Çünkü şehir hiç unutmadığı mazisini de yaşadığı an gibi size toptan verir; bu yüzden hiç bir hayal, tam ve bütün değildir; hiç bir düşünceyi sonuna götürmek imkânı yoktur. En iyisi, her şeyi bırakmak, yeni doğmuş bir insan gibi bu selde sürüklenmektir. Bir an bu zenginlikten sıyrılmak ve sadece kendiniz olmak için olduğunuz yerde gözlerinizi kaparsınız. Fakat kabil mi?
Hemen gene o an kulağınızda başka ve ikinci bir Paris, kendi içinden büyüyen sular gibi çağlıyan, değişen, yırtılan, küçük kıyamet uğultularıyla çöken, gizli maceralarda kaybolan, sonra iç içe ve renkli kavislerde, çılgınca cesur köprülerde, bir anlık sütun ve mabetlerde yeniden kurulan seslerin Paris’i başlar.
Garip değil midir ki asıl Paris, sizde sonradan bu şehirden kalacak büyük hayal, bu ilk günlerde sizi içten içe rahatsız eden, size düşünmek, kendiniz olmak, herşeyi olduğu gibi tanımak imkânım vermeyen bu karışıklıktadır. Vâkıa ondan kurtulduğunuz zaman bir nevi’ berraklığa erersiniz, hayatınız daha çok rahatlaşır, fakat şehirler şehri de artık muhayyelenizin bir cümbüşü, sinir cümlenizin malı olmaktan çıkar.
..
Ey, öyleydi o!
Kedilik kafesinde yaşardı
Kötülük denli gerçekti
Dünyaya karşı güler, gülerdi.
Pembe sevgili
Deliliğin oyuncak odasındaydı.
..
Sanatın çok genel ve panoramik, iki bölümlük anlatımından sonra, şimdi de, biraz daha özele yaklaşan, tarihselliğini içeren bir devam yazı ile çalışmayı bitireceğim.
İnsanın nesnelle, doğa ile bir ilişkisi vardır. İşte insanın doğa ile nesnelite ile kurduğu bu ilişki, sanattır bu da üretimdir.
Estetik oluş bu ilişkinin gereğidir. Yani insanın, özneden bağımsız olan, usla nesnel gerçeklikler arasındaki etkileme ve etkilenme estetiksel ilişkiye, sanat diyebiliriz.
Gerçeklikte en temel olan nesnelin, estetiksel olarak yeniden kurgulanıp. Ve nesnel gerçeklikte edim ve iş üretilir olmasıdır.
..
Bir önceki bölümde, varlığın kendi özelliği gereği, ilişkinlik var ettiği; bu ilişkinliğin insanda sanat koyuş olarak kendini doğaçladığını. Bunların her aşamada, yeni bir ilişkinlik, yeni bir bağ ve bağıntı oluşturduğunu. Bu bağıntının hem temel yapıdan ayrı olmayıp, hem de onlarla aynı olmadığını ve temel yapıya indirgenemez, ıralıklı oluşunu vurgulamıştım.
Şu da, bilimsel düşünüşle, güncelin düşünüşünde ayrı tutulmalı. Nesnelitede “”İçincilik, erekçilik, amaçlılık “” yoktur. Yani hava insanların palto giymesi, hayvanların tüylenmesi İÇİN soğumaz. Aksine insanın palto giymesi, hayvanın tüylenmesi değişen çevre koşullarına, uyma ilişkinlik var edişi nedeni iledir. Yeni çevre koşullarına yeni durumlara, uyma, yeni durumla uyuşmadır. Yani, seçilim ve akıllılıktır. Değişen bir çevre şartına siz, tepki var edip, ilişki koyuyorsunuz. Bu beyinde zaten var, size; akıl, akla göre düzenleme olarak yansıyor. Ve duygu olarak biz ne harika bir düzen diye niteliyoruz. Tabi bu tepki koyuşta yol bir olmadığı nedenle, akılda bir değildi. Kimi yağ depolayarak korunma ilişkisi geliştirdiği gibi, kimi de kış uykusuna yatarak, kimi göçme, kimi de sıcakkanlılık ile uyum tepki ilişkisi, akıllılığı ortaya koyuyordu.
Sanat varlıkta bulunan ilişki ve tepki koyuş var olmasının insan nitelikli yanıdır. Genelde insanın davranmaktan kurtulamadığı bir var oluştur. İlişki kurarlılık benin öznelleştirdiği değişme değiştirme ve yorumlama, öndeyi koyma eylemlerini içerir bir çalışma türüdür.
..
(Edebiyat - Şiir / Sanat - Yağlıboya)
Görsel sanatlar (*) seramik, çizim, resim, heykel, özgün baskı, tasarım, el sanatları ve genellikle modern görsel sanatlar (fotoğraf, video ve film yapımcılığı) ve mimari gibi doğada öncelikle görsel olan eserleri oluşturmak için sanat formları vardır.
Pek çok sanatsal disiplinler (sahne sanatları, kavramsal sanat, tekstil sanat) görsel sanatların yönleri gibi diğer tür sanatları içeren bu tanımlamalara kesinlikle alınmamalıdır. Ayrıca görsel sanatlar içinde yer alan uygulamalı sanatlar endüstriyel tasarım, grafik tasarım, moda tasarım, iç tasarım ve dekoratif sanat olarak bilinmelidir.
Yukarıda belirtildiği gibi, terim "görsel sanatlar" güncel kullanımı güzel sanatlar gibi uygulamalı, dekoratif sanat ve zanaat, ama bu her zaman böyle değildi. 20. yüzyılın başında Ingiltere ve başka yerlerde Sanat ve El Sanatları Hareketi sanatçının sık sık güzel sanatlar (resim, heykel veya baskıresim gibi) değil, el sanatları, ya da çalışan bir kişi ile sınırlı kalmıştır (sanat ortamı olarak uygulanır) . Çok yüksek formları gibi yöresel sanat formları değerli Sanat ve El Sanatları Hareketi sanatçılar tarafından vurgulandı.
Sanat okulları bir zanaatkar sanatın bir uygulayıcısı olarak kabul edilemeyeceği sonucunu koruyarak güzel sanatlar ve el sanatları arasında bir ayrım yapılmıştır.
Bölgelere göre boyama, sanatçının hayal gücüne en yüksek derecede güvenen olarak görülmüştür.
..
Şiirin Öfkesi
Şiir üzerine öyle çok yazıldı çizildi ki; bir şeyler yazmak için ne zaman otursam, bu konuyla ilgili yazmak hevesim korkaklığıma yenik düşüyor.Ancak bugün kızdım.Şiirin gereksiz yerlerde gereksiz kişilerce sağının solunun çekiştirilerek, dedikodusunun yapılarak, aşağılanarak, hak etmediği alkışı alarak, zorla var ya da yok edilmesine kızdım.Bu durum şiiri incitir; küstürür.Çünkü şiir,iyi niyetin öfkesidir.
Dergilerde yapılan eleştirilerin şekli, samimiyetsizliği; sanal edebiyat sitelerindeki şiirlerin altına eklenen yorumlar; bu yorumların cevapları kızdırıyor beni. Öncelikle sanatla ilgilenen kişinin incelikli olması gerektiğine inanırım; kötü insandan iyi şair olmaz.Hele de şiir bu kadar hayal kırıklıklarından, karşılıksız sevgilerden, kırılmaktan, incinmekten.anlaşılamamaktan ve hüzünden söz ederken. Siz oturup bunlar üzerine şiir yazacaksınız, sonra ilk fırsatta size yapılanı başkasına yapacaksınız. Ve biz de bu şiirin samimiyetine inanıp alkış tutacağız; ki maalesef tutuyoruz.İşte buna kızdım. Başkalarını inciten, kıran-döken, eleştiriyi hakaret sayan, emeğe saygısı olmayan bu insanlar, saydığım nedenlerden dolayı incinip, kırılıp, hüzne bulaşıp öfkelerini kağıda kusuyorlar.Bu şiir değildir.Bu şiirin eleştirisi de değildir. Şiir yaşamın kendisidir ve sahibine benzer.Yazılanlar yaşamına ve yakasına yapışmamışsa kişinin, bu bir yaratı değil, ben merkezci bir iç döküştür.bu yüzden bu yazıyı benim gibi düşünenlerden çok düşünmeyenler için yazıyorum.
Sanat bir algılama biçimidir.Doğayı herkesin algıladığı ve tanımladığı renklerden farklı renklere boyamaktır.Sanatçı da yaratan kişi değildir yalnızca.Algısı farklılık, estetik, özgünlük, hassasiyet içeren kişidir sanatçı.Sanat, yaratıyı oluşturan bireyin algılama şeklini ifade etme biçimidir.”Bir şey üretmemiş kişi sanatçı değildir” diye bir yargılama yapılamaz o kişinin algılarını hayata geçirişine tanık olmadıkça.Dolayısıyla” bir şey üretmiş her kişi sanatçıdır” demek de doğru değildir.Bu bir kimliktir.Şiirle tanışıklığı olmayan ama algıları gelişmiş bir bireyin şiir yazamazlığını ya da yazabilirliğini yargılamak mümkün müdür; değildir; olmamalıdır.ta ki o kişi şiirle tanışana kadar.Bu yüzden sanatın hayata geçtiği yer, yine bireyin içindeki önüne geçilmez doğurma arzusudur.Yetenek kişinin algı açıklığıyla doğru orantılıdır.Yetenek, alanında doğru birikime oturduğunda ortaya çıkan şey sanattır. Sanat; doğanın, insanın durumlarından ve renklerinden çıkan gerçekliğin, buğulu ve estetik dışa vurumudur.Bir zorunluluktur sanatın sadece kendisi için varolması.Bu yüzden sanat sanat içindir. Sanat sahip olduklarıyla insana uzanır.Bu yüzden sanat insan içindir.
..
Sanat çok önemli olan olgudur,
Maneviyatsız sanat eksik olur.
Sanat düşüncedir sanat bilgidir,
Maneviyatsız sanat eksik olur.
Sanat dediğin meziyettir canlar,
Sanat değerini sanatçı anlar.
..
Sanat nedir size tarif edeyim:
Düşünceye duygu katmaktır sanat
Bazen kör kötürüm öksüz ve yetim
Kimsenin elinden tutmaktır sanat.
Sanat zalimlere ihtar vermedir
Maddede de olan ruhu görmedir
..
Sanat ilmi zevk haline getirmektir.
Sanat derini görmek, göstermektir..
Sanat üstün emektir
Sanat ince elektir
Sanat ilmek ilmektir
Sanat ruha girmektir
Sanat iyi örnektir
..
Estetik, sanatçı tarafından sanat eserinin ruhuna nakşedilen duygusallığın ve hassasiyetin sağladığı, o eserin nev’ine göre dinleyicisi, okuyucusu, izleyicisi olan muhatabının zevk idrakine, eserin güzelliği ve iyililiği yönünde heyecan veya ilgi uyandıracak değerlerin usul ve kaidelerini inceleyen sanat felsefesidir. Estetik kavramına Osmanlıcada bediiyat denilirdi.
Sanat eseri ise sanatçının fikirlerini, hayallerini, duygularını çeşitli yollarla ifade etme tarzıdır. Bu bazen bir şiir, bazen bir hikâye, bazen bir resim, bazen bir heykel, bazen de bir musiki olarak karşımıza çıkabilir. Her ne kadar eser sanatçının iç dünyasına ait olsa da artık dışa aksedip diğer insanların yani muhataplarının iç dünyasına hitap ettiği için içtimai bir hüviyet kazanır ve artık bu eser toplumun malı olmuş demektir. Sanat eseri faydalılığından ziyade insanda estetik heyecan uyandıran eserlerdir. Daha çok his ve duygu dünyasına hitap eder.
Bir sanat eserinin beğenilmesini sağlayan estetik değerlerin en başında muhatabında uyandırdığı güzellik yargısı gelir. Güzellik anlayışı değişken bir özelliğe sahip olduğu için devirden devire, insandan insana farklılık arz eder. Güzelliği herkes farklı algıladığı için farklı farklı tarif etmişlerdir. Örneğin Aristo’ya göre “bir bütünü oluşturan unsurların birbiriyle uyumu, ahengi”dir. Sokrates, Platon ve Kant gibi ahlakçı filozoflara göre güzellik “iyiliğin, doğruluğun bir başka adı”dır.
Bize göre de estetik; bir sanat eserinde güzelliğin terkibini ifade eder. Zira insan ruhu güzelliğe karşı ilgi duyar. İnsanın güzeli sevmesi yaratıcısının güzeli sevmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Yaratıcının yaratılış âdetine ters olan her şey çirkindir ve estetik değeri yoktur. Güzelliğin olduğu yerde erdem ve iyilik olmalıdır.
Güzellik; mevzuu olduğu her sanat dalına has ölçülerle değerlendirilir. Bizim estetik anlayışımıza göre bu ölçü İslam Ahlakıdır. Bu ölçüye göre güzel olarak vasıflandırılan her şey güzel, çirkin olarak vasıflandırılan her şey ise çirkindir. Zira ahlak, insanın davranışlarında, fiillerinde, çevresiyle ilişkilerinde yaratılış gayesi ölçüsünde ideali yakalama düsturlarını ortaya koyarak insanı; kemale erdirmeye ve insanları anlamaya sevk eder. Bu yüzdendir ki ahlak, sanatta da estetik anlayışın güzellik dediğimiz en temel olgunun kalıbı, vezni, şekil vericisi denilebilir. Ahlakın insanlara yüklediği ideali yakalama vazifesi sanata irca edildiğinde sanatçıya, sanatta da zevk idealini yakalamayı yükler. Bu zevk ideali ise yine ahlaki ölçülerle tezyin edildiğinde iyi, doğru, güzel kavramlarının tezahürü olan estetik anlayışta bir ortak anlayış değeri ya da değer yargısı oluşturması açısından önemlidir.
Bazı filozoflar ahlaki iyi her zaman sempatik ve çekici olmadığını, bir sanat eserindeki çıplak bir pozun ahlak bakımından kötü olmasına rağmen güzel olabileceğini iddia ederler. Bunlara en güzel cevabı Prof. Dr. Ramazan Demir bir makalesinde şöyle cevaplıyor:
“Nitekim günümüzde bu minval üzerine gelişen bir olgu daha gündemdedir; göz zevkine hitap eden estetik değerler mecrasından çıkarılarak 'et teşhiri' veya 'şehevi duyguların tatmini aracı' haline getirilen 'çıplaklık, mankenlik' bile sanat sayılmaya başlandı. Sermayesi et teşhiri olan zavallı mahlûkların sanattan ne anladıklarını sorguladığınız zaman, duygu ve akıl boyutunun iflas ettiğini görmek zor olmamaktadır.”
..
Değerli okurlarım, bendeniz sanatla ilgili uğraşılarım olan, şiir, şiir toplantıları, Türk Sanat Müziği alanında beste çalışmalarım ve konserler dışında bir de konusu birbirinin aynı olan dizi film senaryosu ve bir roman yazdım. Konusu Nihavent Apartmanı. Konusu noterden tasdiklidir.
Dizi film olarak konu ile ilgilenebilecek bazı yapımcı firmaların da bu senaryo konusu hakkında 2008 yılından bu güne kadar bilgisi oldu. Konusu kısaca şöyledir: Türk Sanat Müziği Şarkılarının okunduğu gazinoların kapanması, TV ve bilgisayarın öne çıkması ile, görsel bazı diğer müzik türlerinin daha fazla göz önünde olması nedenleri ile, Türk Sanat Müziğine eski nostaljik yaklaşımın, bu gün için biraz olsun azalmış görünmesi veya öyle hissedilmesi dolayısıyla bu senaryo ve bu roman, yeniden Türk Sanat Müziğine ilginin biraz olsun artabileceği düşüncesi ile yazıldı. Nihavent makamı, ismiyle ve melodisi ile kulağa en hoş gelen Türk Sanat Müziği makamlarından biri olup, dillerden düşmeyen şarkıların birçoğu da, Nihavent makamında bestelenmiş şarkılardır. Bunu halkımız iyi bilir. Dizi film olarak çekildiği ve yayına girdiği zaman izleyenlerin, “bu tür güzel şarkılardan biraz uzak kalmıştık, öz müziğimizin gazinolar zamanındaki eski görkemli günlerini hatırlattı bize” diyerek, eski ünlü klasik Türk Sanat Müziği şarkılarını ve yeni şarkıları aynı heyecanla yeniden dinlemeye ilgi duyacaklarını umarak bu konuyu işledim. Bir besteci ve güfte yazarı şair olarak bu konuda bir senaryo yazarak, Türk Sanat Müziğimize bu açıdan da bir katkım olsun istedim.
Dizinin bölümlerinde geçen şarkılar ve şiirler, seyircinin ve okuyucunun ilgisini çekecek türde eserler olarak düşünüldü. Apartmanın bir dairesinde gün aşırı yapılan kat sakinleri fasıl gecelerinde daha ziyade nihavent şarkılar okunduğu için, oy birliği ile apartmana bu adın verildiği anlaşılan bu eserde, ayrıca güzel bir aşk hikâyesi de anlatılmakta olup, ilgi çekecek türde kaleme alınmıştır. İlhan bey ile Su hanım arasındaki aşk, seyircinin ve okuyucunun ilgisini çekecek mahiyette kaleme alınmıştır. Konunun geçtiği apartmanda genel olarak örnek komşuluk ilişkileri ve dayanışması anlatılmaktadır. Birkaç aksi huylu kişi de senaryoda yer almakla birlikte, onların yersiz ve haksız sorun yaratmaları, apartmanda genel kat sakinleri dayanışmasını bozamamaktadır. Bu dizide anlatılan apartman hayatının olumlu ve olumsuz çeşitli yönlerinin, okuyucu ve izleyicilerin, kendi oturdukları apartmandaki kat sakinleri dayanışması veya sorunları ile benzerlikler bularak, kendilerine göre ilginç yorumlar yapması olasılığı da konuyu daha renkli hale getirmiştir.
Değerli okurlarım, birçok dizi film senaryosu yazılıyor, dizi film olarak çekiliyor, sık sık yenileri gündeme geliyor, bazıları ilgi çekiyor, bazıları pek ilgi uyandırmıyor. Gazetelerden bu konudaki haberleri izliyoruz. Ancak endişem şudur, sayın okuyucularım: Kıyısından köşesinden konudan esinlenmelerle başka bir apartman hayatı ile Türk Sanat Müziğinden birkaç şarkı geçilerek yeni senaryolar yazılabilir ve yeni diziler çekilebilir. Türk Sanat Müziği çok ciddi, albenili, klasik ve ölümsüz değerde eşsiz bir müzik türüdür. Öneminin ciddi şekilde ortaya konulamadığı senaryo konularında ele alınamaz. Ancak, büyük bir özveri ve gayretle ve titizlikle aylarca uğraş vererek tarafımdan yazılan “Nihavent Apartmanı” isimli senaryo ve roman gibi eserlerle bilinçli olarak ve ciddiyetle bu konuya girilebilir ve bu konuda gerekli mesaj verilebilir kanısındayım. Bahse konu bu eserim, 5846 sayılı yasa gereği koruma altında olup, MESAM, İLESAM gibi üyesi olduğum Meslek Birliklerine de bilgi verilmiştir. İnşallah kıyısından köşesinden çalıp çırpan çıkmaz. Emeğe ve sanata saygı, her sanatçının bilmesi ve uyması gereken bir erdemdir.
..
'Kim İçin Sanat', sanatın ne için ve kim için yapıldığı konusunda süren bir kargaşanın; ortak noktalarını bulmayı amaçlayan, tümevarıldığında aslında herşeyin bir tek amaca hizmet ettiğinin farkındalığına odaklanan, 'toplum için sanat' ile 'sanat için sanat' ikilemini aşmaya çabalayan, fıtrat temelli öğretinin alt ürünlerinin bireyselliğinden başka birşey olmadığının algılanması ve çözüme başlangıç yapmayı önermek için kaleme alınmıştır.
Sanat; “bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık”, “belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım”, “bir şey yapmada gösterilen ustalık”, “bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü”, “zanaat”, 'sanat en genel anlamıyla, yaratıcılığın ve/veya hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır.' Kant: “sanatın kendi dışında, hiçbir amacı yoktur. onun tek amacı kendisidir. güzel sanatı ancak deha yaratabilir. Hegel: 'sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. sanat, insan aklının ürünüdür. kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmalıdır.' demektedir.
Kübist tablolarında Pablo Picasso, dünya'daki üç boyutun iki boyutla anlatılabilirliği üzerinde bir teknik önermiş, dahası doğru olanınsa üç boyutu aktarmak olacağını öngörmüştür. Yani burada sanat, yaşamdan kesitlerin aktarımındaki araç anlamındadır. Picasso’nun “en tanınmış eseri Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı eseridir. Resim 1937'de yapılmıştır. Bu resim şu anda Madrid'de Reina Sofía Müzesinde bulunmaktadır. Picasso, bir sergisi sırasında kendisine, ‘bu resmi siz mi yaptınız? ’ diye soran bir Alman generaline, ‘Hayır, siz yaptınız! ’ cevabını vermiştir.” Yani bu tablosunda, ‘toplum için sanat’ yapılmıştır. Toplum, savaşın acılarını yaşayandır; sanat, acıların aktarımındaki teknik ve yaratıcılıktır. Diğer taraftan Picasso’nun yakın dostları, genelde şairdir.
Şairler ve ürettikleri şiirlerin, 'toplum için sanat'a yönelik olup olmadığı mı tartışacağız? İsterseniz bu kez tersine giderek, doğru sonuca ulaştırmaya çabalayan bir tartışma düzleminde olalım: yani 'olmayana ergi yöntemi' ile çalışalım..
..
Sanat bir duygudur bazen baş kaldırmayı bazense organize olmayı sağlar; ahlaksız olduğunda ahlaklı olmanın meziyetlerini açığa çıkartır ve her haliyle sanat bir bakış açısıdır.Sanat için ağlanmaz ağlamak için sanatı hissetmeliyiz, süregelmiştir ki her duygunun gelişiminde yaşanmışlığın sonu alışmaktır hallere ,olaylara, gelenlere ve gidenlere fakat insan oğlu sevinmeye ve üzülmeye alışamamıştır sürekli sevindiğimiz de Pollyanna’ya sürekli üzüldüğümüz de bitkin bir insan haline bürünüyoruz sanat bu gibi dengesizlikleri teraziye yerleştiren bir hayat ağacıdır bizlere elimizde bulunan imkanlarla mucitliği bulunmayan imkanlarla da yaradılışımıza uygun olarak acizliğimizi olgunlaştırma yoludur.Sonuç olarak amaç bir baş yapıt olabilme halidir… (ykslnl)
..