SANAT
Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar
Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda
Gezersin kırk asırlık mabedin içini
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini
Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin
Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin
Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en yanık bir musiki yerine
Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...
Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz
Faruk Nafiz Çamlıbel
SANAT
Milli edebiyat, dünyada ulusların uyanışı bizde ise 1908 Meşrutiyeti’nin hepimize toplumsal bir bilinç kazandırdığı ortamda mayalandı. 1911’de Selanik’te Ömer Seyfettin, arkadaşı Ali Canip Yöntem ile birlikte “Genç Kalemler” adlı bir dergi çıkardı.
Genç Kalemler’in edebiyatımıza kazandırdığı ilkeler son derece basit ve etkiliydi:
1- Edebi eserlerde sade Türkçe kullanılacak, (Yeni Lisan)
2- Şiirde aruz yerine” hece ölçüsü” kullanılacak,
3- Eserlerde konular ‘geleneksel yaşayıştan ve milli tarihten’ alınacaktır.
Ömer Seyfettin bu sadeleşme hareketini, Genç Kalemlerin ilk sayısında yayınladığı ve çok büyük gürültü koparan, ünlü “Yeni Lisan” makalesiyle başlattı.
Divan edebiyatı etkisini içinde yaşatanlar bir yana, asıl tepki, artık kendilerini kanıtlamış ve edebiyatımızın yetkeleri haline gelmiş bazı Edebiyat-ı Cedidecilerden geldi. Halit Ziya Uşaklıgil ve özellikle Cenap Şahabettin, “dilde sadeleşmenin dilimizi fakirleştireceği, böyle bir hareketi hangi cesaretle ve hangi yetkiyle yapmaya kalkıştıkları, kendilerini ne sandıkları, sade Türkçe ile bir edebi eser yazılamayacağı…” gerekçesiyle şiddetle karşı çıktılar. Genç yazar Ömer Seyfettin, zaten bu tepkileri tahmin ettiğinden edebiyatımızın bu ünlü ve önemli makalesinin altına kendi adını yazamamış ve “imzasız” yayınlamıştı.
Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem’in en bunaldıkları bir zamanda yardımlarına zamanın efsane aydını Ziya Gökalp yetişti. Gençlerin doğru söylediklerini belirterek kendisi de aynı doğrultuda makaleler ve manzumeler yayınladı.
Milli edebiyat, I. Dünya Savaşı yıllarında yurtsever duyguların güçlendiği ortamda çabucak kök saldı ve gelişti. Bu akımı, şiirdeki devamı sayılabilecek, Faruk Nafiz Çamlıbel öncülüğündeki “Beş Hececiler” grubu izledi. Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Sanat” şiiri, “Memleketçi edebiyatın” İstanbul aydınlarıyla bir yol ayrımına işaret eder.
Bu şiirle Faruk Nafiz, kendi şiirinin poetikasını da açıklamış oluyordu. “Sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi olduğu” tartışmalarında bir tercih belirtmiş, sanat anlayışını da ortaya koymuştu. Artık Türk aydını ve sanatçısı özellikle Kurtuluş Savaşı ile Anadolu’ya yöneliyor, bir imparatorluğun enkazı altında yok olmayı reddediyor ve “uluslaşma” mücadelesine omuz veriyordu. Bu yeni mücadelenin ve düşünüşün kendi sanatçısını da yetiştirmesi doğaldı. Bu sançtılar edebiyatımızda “Beş Hececiler” olarak yerlerini alacaklardı: Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç,
Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon
Şaire göre, İstanbul aydınları ve “sanat için sanat” diyenler “düz caddelerde, ilk çağ tapınaklarında, opera ve bale salonlarında, klasik müzik konserlerinde ve müzelerde heykellerden…” zevk almaktadırlar. Kendileri ise, “Anadolu’nun doğasından, sülüs yazılı ve çinili mimari eserlerimizden, halk oyunlarımızdan, yaralı halkımızın derdine derman olabilmekten, Anadolu insanının yiğitliğini konu edinen türkülerinden ve efsanelerden…” zevk almakta, bunları temel alıp işleyen bir edebiyat oluşturmaya niyetlenmektedir. Bu, gerçek bir yol ayrımıdır.
Faruk Nafiz ve arkadaşları, yeni bir şiir kurmak için kendisine Türk Halk Şiirini örnek alıyor.
“Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz “
Bu son dörtlük şiirin en çarpıcı bölümüdür. Halk şiirini örnek aldığı, “türküler tutturmasından, yazdığı şiirin dörtlüklerle, hece ölçüsüyle ve “koşma” tarzı şiirin biçimsel özelliklerinde değişiklikler yaparak yenilemesinden, yaşatmasından bellidir. Geleneksel koşmadan farkı ise; konusu, uyak şemasının çapraz oluşu ve son dörtlükte şairin adının olmayışıdır.
Sedat DemirkayaKayıt Tarihi : 16.11.2008 03:44:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Selamlar. iyi günler.
TÜM YORUMLAR (6)