Sanadır Sitemim, Ama… Ben de Suçluyum!
Yüreǧ im aǧ ır yenilgilerin hicranıyla kalabalıklarda gezerken hüzünlerin notalarının çaldıǧ ı barlarda akşamları her gün yeniden sahne alacağım yalnızlığımı karanlıklara yazıyorum şimdi, son sevgi şarkısını çalan pilaǧ ı dinleyerek Frankfurt’un kenar muhallelerindeki ücra bir köşesinde.
Rolleri paylaşan üç nesne var. Bunlar; sen, ben ve bir de ikimizin buluştuǧ u ortak nokta olan hüzün. Sahte gözyaşlarıyla mutluluǧ u içerek şarap sarhoşluǧ unu yaşatmıyor hayat bana. Korkak cümlelerin şiddetine boyun eǧ en aksak yürüyen bir at gibi koşarken geride kalmanın kırılganlıǧ ını yaşıyorum sadece. Bütün dünyayı unutarak kendi gerçeǧ ime dönüyor ve seni düşünüyorum asfalt yolları ölçerken. Gençliǧ imde, ya da Adana Erkek Lisesi’nde okurken, derslerden sonraki bütün vaktimi üniversite sınavlarına hazırlanırken geçirdiǧ im Atatürk Parkı’nın içindeki bir çam aǧ acının altında geçen zamanımı arıyorum şimdi sessizce sensizliǧ e katlanarak. Yılların mitralyöz aǧ ırlıǧ ı iniyor sırtıma ne zaman ayaǧ a kalkmak istesem. Frankfurt şehirinin içinden geçen Main Nehiri kıyılarında gezerken bazen her şeyi bırakıp koşarak o şehire gitmek istiyorum koşarak. İçimdeki kanayan yaralarımala, yüreğimde yanan yalnızlık sızısını dindirmek için. İki de bir saate bakarak durmadan ve hüzünle dönen saatin ibresinin yorgun adımlara alışkanlıǧ ına alıştırmaǧ a çalışıyorum bu havaların hüzünüyle. Gelgitlerle, el sallamalarla, vedalarla bakıp bakıp suskun kaldırımlarına zamanın. Ne yapıyorsun, ne arıyorsun diyenlere, klasik cevaplar vererek geçiştiriyorum, iç dünyamın gizli hüznünü kimseyle paylaşmamak için. Düşünüyorum, düşünüyorum, hem de saatlerce boşuboşuna bir sonuca varmadan. Ya da Ahmet Kutsi Tecer’den bir kaç mısra okuyarak. Bir yılgınlık çöküyor içime dizlerim tutmuyor, kırgınlıǧ ımın sevgiliye olduǧ u gerçeǧ i bi randa yirmilik bir çivi gibi saplanıyor ölümcülce beynime…
Mor leylak çiçeklerini buketleyerek yüreǧ imle armaǧ an ediyorum, yanımda olmayan varlıǧ ına. Hani şu ünlü halk deyimiyle söylenen söz gibi: “Ne zaman ihtiyacım olsa yanımda yoksun”u var ya… İşte öyle bir şey benim yaşadıǧ ım. Kurtulmak için debelendikçe içine battıǧ ım o pis kokulu laǧ ım çukuru, ya da 1980’li ve 1990’lı yıllara kadar pisliǧ inden geçemediǧ imiz şehiri ikiye bölen Seyhan Nehiri’nin istenmeyen ve burunların direklerini kıran o parfümü. Ha işte bu öyle bir koku, yüreǧ imin darmadaǧ ınlıǧ ını toparlayamayan. Gırtlaǧ ıma kadar içine gmüldüǧ üm zaman denen illet. İnşallah bu bataklıktan çıkamam da bu acıyla yok olurum. Tek tesellim budur tutunabilecǧ im biricik direkte. Dilim pelteklenmiş, konuşma yeteneǧ ini kaybetmiş, beynim durmuş, adım atma cesarei kalmamış. Test sorularının boşluklarını dolduracak bütün bilgilerimi çalmış hırsızlar… Cellat biraz ileride bekliyor, son yaptıǧ ım yanlıştan dolayı boynuma ipi ǧ eçirmek için. Kadınlar, halalarım, teyzelerim ve beni seven herkes saygı duruşuna geçmiş gibi benim kapıdan çıkışımı bekliyorlar. Ama hiç bir şey doldurmuyor senden kalan bu boşluǧ u, dolduracaǧ a da benzemiyor. Gidiyorum, raflarından gelişigüzel bir kitap çekiyorum okumak bahanesiyle kendimi kandırarak, bakıyorum ismine hiç de iç açıcı bir kitap deǧ il. Avrupa da çiftçilerin 1500’lü yıllarda kıran kırana verdikleri mücadelenin neden başarıslıǧ a uǧ radıǧ ını anlatıyor. Bakıyorum bir kez daha evire çevire kitaba ve son yapraklarını son bir defa daha okuyorak fırlatıyorum odanın ortasına. İşte o an iǧ reniyorum kendimden. Neden kitabı fırlattım diye çıkışarak. Bedenim yaralanıyor yeniden düşüncelerimin şiddetiyle bana acımadan. Alıyorum elime, yanlızlıklarla süslü verilmiş hediyelerimi gözbebeklerimin nemle yıkandıǧ ı bi randa. Ovalıyorum onları kendi elimle. Aǧ lamayın diyorum, ama dinlemiyorlar beni. Hemen sırtıma bir şeyler geçirip evden çıkıyorum “O”nu aramak için. Uǧ ramadıǧ ım hiç bir durak, binmediǧ im hiç bir otobüs ve tramvay kalmıyor bu şehirde. Metroları dolaşıyorum, ama nafile… O zaman denen hırsızın kapkaçlarına boyun eǧ erek yok olmuş birden. Zaman geçerken bir an da olsa psikolojimin uǧ radıǧ ı tahribatı ve tehciri düşünüyorum birdenbire. Ve hayatın gittikçe azaldıǧ ını hissediyorum korkarak kimseye bir tek kelime söylemden. Yinede onu içimden terk edemiyorum bütün şiddetli öfkelerime raǧ men. Küfürlerin, kızmaların, pişmanlıkların, nefriti, sevginin, yenilginin, sitemin, sevginin her türlüsünü yaşatıyor o an bana…
Sonra yine baǧ ırıyorum avazım çıktıǧ ı kadar. Yolda giden diǧ er insanlar benim kafayı sıyırmış olduǧ umu düşünerek uzaklaşıyorlar hızlıca çevremden. Erken yaşanılması gereken şeylere geç kaldıǧ ımı hayıflanarak kabul ettirmeǧ e çalışıyorum. Sonra sevgiyle nefretin buluşma noktası olan bir tepeye geliyorum çevreme bakmak için. Belki orada seni bulurum düşüncesiyle… Arkasından şeytana uyarak pılımı pırtımı toplayarak sana göçmek, gönlüne sıǧ ınmak için rüyalarımla ve ruhumla olmayan bir valiz hazırlıyorum bunun için. İçi sadece sevgiyle dolu olan. Zaten benim gibi bir züǧ ürtte bundan başka bir şe de bulamzsın ki, arasan da. Bakıyorum bua rada mevsim sonbahar olmuş. Kalsın diyorsun bahara gönül kapının zilini korkuyla çaldıǧ ımda. Anlıyorum ki, yolların çıkmıyor aşkıma… Seni terk etmek istiyorum ruhumdan, canımdan bedenimden yeniden. Yine her zamanki gibi yeniliyorum tersi düşüncelerle kaplanan beynimde. Yoruldum diyorum kendi kendime isyan ediyorum inanmadıǧ ım o aşaǧ ılık yaratana. Zaten onu hiç bir zaman sevmediǧ imin iknasıyla bilincimi yeniden uyandırarak; “o zaten iyi bir yaratıcı olsa, yeryüzünü harabe eden şu insan canavarını yaratmazdı, milyonlarca insanı gaz odalarında öldürmezdi” diye kendi varlıǧ mla varsızlıǧ ımı suskunluǧ a çeviriyorum. Bahtıma sevinmiyorum, ruhumda kopan fırtınalara sarılarak uçuyorum kendimi yeniden yücelterek. Göçmen kuşlarının bu şehiri terk edişinden beri, şarkıların aynı makamda çalmadıǧ ının farkında oluyorum. Bir köşede oturarak beklerken efkarla demlenen gözlerime artık buraları terk et unut gitsin herşeyi uyarısını yapıyorum sessizce… Yanaklarıma doǧ ru akan yaşlarımı bir selpak mendiliyle öldürerek katil mertebesine yüklüyorum benliǧ ime.
Tam bu esnada yüreǧ imden yaralandıǧ ımı hissediyorum üzülerek. Elimden kaptırdıǧ ım sancak için artık ihanetçi damgasını kendime vuruyorum. Kendi kendimi noterden tasdikli bir belgeyle damgalıyorum. İhanetin ismi ise suçlamalarım, yaptıǧ ım yanlışlıklar, uǧ radıǧ ım hayal kırıklıǧ ının öfkesi olarak çarpıyor kendini suratıma. Sonra anlını yüreǧ ime dayıyorum bütün içtenliǧ iyle. Sıcak bir duygu sarıyor yüreǧ imi yeniden. Elimden tutmadıǧ n yalnızlığımı paylaşmadıǧ ın günlerin şerefine yudumluyorum nefesimi yeniden derin bir of çekerek.
Dönüp bakıyorum arkama, sen her zamanki zarifliǧ inle; kızǧ ınlıǧ ında bile gülümseyen yüzünle bir kelime savuruyorsun aǧ zından “çılǧ ın aşık” gibi bir şeyler söyleyerek. Bir ara korkuyorum: Al sevgini, geri veriyorum demenden. Panik yapma hüseyin! Diyorsun. O an durup boynuna sarılasım geliyor, ama utanıyorum, yani bir utangaçlık bastırıyor elemle yüreǧ imi. Şimdi yeniden ruhumu teselli dalgası sarıyor birden bire... Kilitlerimi yanlış kapılara vurmadıǧ ıma dair sevinç dalgasında boǧ ulurken; sen “sakin ol! Sadece bir kahve içeceǧ iz” diyorsun. Yeniden alınıyorum, devrilmiş bir vagon gibi eǧ ri büǧ rü oluyorum. Gözlerim nemleniyor yeniden. Korkuyorum kızmandan ve yeniden terkedilmeten. Cesaretsizliǧ imden “erkek gibi erkek olmayışımdan”, aǧ lamaktan, hüzünden. Yeniden sevinmenin bu kez sonsuza kadar sürmesi için susmanın en büyük çözüm olduǧ unu kendime anlatarak mutlu olma tesellisyle tecellimdir diyerek bir öpüş konduruyorum ruhumda yanaklarına sessizce ve mırıldanmadan. Aşk bir insanın içinde doǧ mşsa bir yere kaçamaz, buna imkan da yoktur zaten. Ne tuaf bir durum benim için böyle anlar. Yüreǧ imi acıtanın da sevindireninde sen olduǧ unun sevincini yaşayarak tatmak. Hep zorluklara inat aşk bir ilaç, bir merhem yaralarıma, yüreǧ imin yarasına. Bu andan itibaren içimdeki bulanık suların durulduǧ unu hissederek adımlarımı hızlandırıyorum. Şimdi çöle yaǧ an yaǧ mur gibisin, sevdan yaǧ ıyor üzerime ve yeşeriyor bedenim bahar gibi sonbahara inat. Giderken gönlüme bıraktıǧ ın sonbahar, şimdi bir bahar mevsimi olarak gelişinle geri dönüyor sevinçlerime…
Bütün bunların toplamından edindiǧ im tecrübelerimde bir yargıya vararak bir karar veriyorum yüreǧ ime bundan sonra uyması için kural olarak. Ve şu sonuca varıyorum: Yıllar boyu yaşadıǧ ım acida, senden önce uǧ radıǧ ım yaşamın hayal kırıklıkları ve sitemlerin aslında beni sana sunmak için geçen bir zaman hazırlıǧ ı olduǧ unu farkediyorum içimde buruk bir sevinçle. Senden önce kurduǧ um bütün diyaloglarım, sohbetlerim, hatta sevip saygı duyduǧ um ve dost görüp yanılmalarımın birer sınavdan, finale kalınmış bir sınavdan başka bir şey olmadıǧ ını kanıtlıyorlar bana. Yapılan bütün balistik incelemeler silahın paslandıǧ ını ve kullanılmaz hale geldiǧ ini belirtiyorlar hazırladıkları raporunda. Zaten öyle maceralarla dolu, zengin bir yaşantım da olmadıǧ ı için geçmişimle hesaplaşma gibi bir dertte edinmiyorum kendi kendime...
Sensiz yıllarım, anılarım seninle geçen bir günün yanında hiç kalıyor desem yine abartılı diyeceǧ in için durumu bu kez daha diplomatik bir çıkışla kurtaramaǧ a bakıyorum. Oluşum içinde geçen uzun yıllar beni sallayarak kendime getirmemiş, bunu seninle yaşarken anladım. Bunlar; cılız, verismi, kıraç arazilerde büyüyen kısa boylu bodur aǧ açlar gibi steplere yayılan ormanlar misali gölgesiz. Ve bu steplerin içinden geçen sadece bir demir yolu. Adeta Moskovadan Çin’e kadar uzanan bir çift raylı demir yolu gibi. Hep tek yönünü uzaklara dönmüş ne beklediǧ ini bilmeyen, kendi kurduǧ u dünyasında mutlu olmaǧ a çalışan beklentileri boyunu aşan birisiyim ben. Anılarımı yazarken ve kendi üzerime yargılarda bulunup deǧ erlendirirken. Kavşakta yürüyen, her kaldırım taşina çarpıp düşeceǧ ini zanneden bir çocuk gibi korkularla yüklü. Gönlü bencillikten arınmış hep vermeyi yeǧ leyen, karşıdakilerinin ise bunu yaranmak olarak algılayarak, yorumlayıp suratıma vurdukları aǧ ır acıların bedeli olarak geri dönen bir bedbah. Uzun yolculuklarda mola vermene bu bedbahlıktan kurtularak bir liman araba sıǧ ınmak için. Uǧ radıǧ ım bütün limanlardan korktuǧ um için ve hücrelerimde işte bu liman tam aradıǧ ımdır diyerek sıǧ ındıǧ ım sevgi limanı. Şimdi artık bir liman aramıyorum, fırtınaya raǧ men sıǧ ınmak için. Bu koydaki limanda demirlemek birinci ve nihai bir hedef olarak ajandama kayıt ediyorum bir daha unutulmazcasına… Boş ve beyaz bir defterdim sen gelene kadar kalem elimde yazmak için bekleyen. Çünkü herkesde bu deftere yazılmak için yeterli degillerdi her açıdan. Şimdi bu defteri, bu temiz ve beyaz sayfaları senin için en güzel deǧ erlerle donatmaya başlayacaǧ ım geri kalan hayatın süresini doldurana kadar. Yollar yine ayaklar altında deǧ ersizce çiǧ nenselerde, sen var olduǧ un deǧ erini koruyacaksın. Buna en güzel örnek “altın yere düşmekle paslanmaz” atasözü cevap olarak verildiǧ inde başka yorumlara ve analizlere gerek kalmıyor. Bu yolu bundan sonra asla terk etmeyeceǧ im bir daha. Hayatla temasımı deǧ iştireceǧ im. Üstadların söylediǧ i gibi: “Bir kitaptım; beni okudular, fakat anlayan çıkmadı. Yıllarca seni bekledi sayfalarım, okuyasın diye…” Seni bu duyguların ateşiyle sevdim nehir kıyılarında ve ormanlarda gezerken, böǧ ürtlen yerken, uzun patika yollarda yürürken. Gözlerimin gördüǧ ü her yerde hissetiǧ im dudaklarının dokunduǧ u yüreǧ im senin aşkının alevlerinden kalan küllerle yeni bir sevda yarattıǧ ı için sevdim ve seveceǧ im seni. Bundan emin olmalısın. Hiç bir şüpheye kapılmadan.
Kabul et ki, bütün kırgınlıkları, sitemleri, hataları, küskünlükleri ve anlayışsızlıkları beraber yenelim. Yokluǧ unda varlıǧ ıyın paha biçilmez deǧ erini, güneşsiz, aysız ve yıldısız günler ve gecelerde ateş böceǧ im olarak verdiǧ in sıcaklıǧ ı bileyim. Yoksa kurumuş bir nehir yataǧ ından farkım olmaz benim. Varlıǧ im varlıǧ inla yücelecek yokluǧ unla yok olup gidecek kadır zayıf ve dayanıksızdır benim. Nasıl ki, bir tohumun filizlenmek için nemli bir ortamı, güllerin açmak için güneşi beklediǧ i gibi seni bekledim, bekliyorum ve de bekleyeceǧ im. Unutmak benim kendime karşı yapacaǧ ım en büyük haksızlık ve karaktersizlik olacaktır. Sana bir askerin emirlere iteat ettiǧ i gibi deǧ ilde, yüreǧ inin sevgisiyle sevgiye ve saygıya inadıǧ ı iteatle iteat etmeye hazır olduǧ umu brada sana bir kez daha beyan ediyorum. Bu bir iplik inceliǧ indeki narinliktir. Ince olduǧ u kadar zariftirde cam gibi. Kırılmalara, incimelere ve sitemlere raǧ men derin bir oooof çekerek yaşamaya devam eden. Aklıma takılan ve onu meşgul eden tek şey senin ismin ve varlıǧ ın. Sadece ismini bilmenin vermiş olduǧ u acı bir tattır bu vazgeçilmeyen. Bende bunu sarıp sarmalıyor yüreǧ ime baǧ lıyor ve içiyorum. İsminide “aşk solumak acı tarafından” olarak yeniden keşfediyorum. Bu zamana kadar keşfetmemiş olanlarada acıyorum.
Bundan emin olmanı isteyerek bir kez daha brada, şu anda bulunduǧ un rüyaların şehiri “İstanbul’a ve sana selamlar gönderiyorum gözlerinden öperek.
Bir de senden, bir ricamı yerine getirmeni arzediyorum: Doǧ an Avcıoǧ lu’nun Türklerin Tarihi adlı kitabının ücüncü ciltini ve Prof. Dr. Ahmet Davutoǧ lu’nun (su anda disisleri bakani oldu) “stratejik Derinlik adlı kitaplarını bulup benim için temin etmeni istiyorum
Hüseyin, 04.05.2009, Frankfurt am Main
Hasan Hüseyin ArslanKayıt Tarihi : 4.5.2009 02:06:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!