Yağmasın yağmur,
almasın beni senden...
su geçiriyor
ayakkabılarım, gözlerim cereyan...
Boğuluyorum
ince ince yağmur yağarken. derinliğinde… çıkar beni... sırtındakı ben benim... öpesim vardı...
Hadi sende vur
Adettendir,seven vurulur
Sevilenindir gurur
Sevgi dolu dizgin
Sevgi içten
Sevgi savunmasız
Devamını Oku
Adettendir,seven vurulur
Sevilenindir gurur
Sevgi dolu dizgin
Sevgi içten
Sevgi savunmasız
SAÇLARIN TARÜMAR
Çisil çisil yağan yağmur altında romantizmin en heyecanlısı, sevdanın en belalısı yaşanırmış. Sonsuz maviliklerden düşen aşk damlaları, sevgi ülkesinin sevda toprağına dikilmiş fidana dökülen ab-ı hayat gibi gelirmiş.
Yağsın yağmur, isterse ayaklarım ayakkabısız, yalınayak olayım, olayım ki, sevda cereyanına ölesiye kapılayım. Senin bakışların yüksek gerilim gibi yaksın, kavursun… Aşk yağmurunda yumuşayan yüreğimde heyelanlar oluşsun…
Ne çıkar…
İnce ince yağmur yağan diyar bu diyardı. Derinden derine inleyen diyar işte bu yardı. Tutunacak bir tek dal, sırtlanacak bir tek ben vardı… İnan, işte o beni öpesim vardı…
Kurtuluşun tek kaynağı bir “ben” ise öp be şairem, içinden geldiği gibi sarıl ve öp, doyasıya öp…
İnsanın yüzü hiç biter mi? Gözünü açınca görmelisin o mah peykeri, görmelisin o simayı nuru… Ay yüzlünün ışıltısından gözünü alabilir mi maşuku? Açsa o ay yüz, kapatsa o ay yüz. Her an, her daim o ay yüzlü… Nabzını görmeye, hissetmeye ne gerek, o nabız yürek yürek atıyor, sevdanın en derinlerinde. İstersen biraz da kuğu endamlının gerdanına dalalım, belki aşkın nabzını orada tutabilir sevdalısı… Neden olmasın, kuğu boynunda atan nabzın sevda atışları olduğunu görmeyi diliyorsa aşığı… Heyecanının hızlı atışlarına ayak uydurmak içinse o bakışlar, neden olmasın…
Kırmızı ipekli geceliğe ihtiyaç mı var, gül misali teninin ateşi rengi var iken… Kor kor olmuş bir gönlün dışa vuran alevimsi teninin şeffaflığını seyretmek var iken… ipeğimsi sıcaklığını, yumuşaklığını hissetmek var iken…
“İpeğimmm…” içtenliği yeter de artar bile…
Bakışlarını taktım parmaklarıma altın misali. Saçlarını okşayamadım… Şimdi ellerime daha çok bakıyorum. Ellerinden mi kaynaklandı okşayamayışın?.. Ellerine taktığın bakışlardaki tılsım bozulmasın diye mi parmaklarını saçlarının arasında gezdiremedin?. Aş badesi sunan narin ellerindeki sevda nazarlarına halel gelmesin diye miydi okşayamayışın?..
Şimdi daha çok bak ellerine, daha çok sevda kokla ellerinde, daha çok sevda topla nazikçe…
Dudaklarında sevda kokusunun özlemini duymak…
Aşk mahmuru gözlerin derinliklerine dalamayan sevdalı… Gerçekten sevseydin ve hiç tereddütsüz kendini aşk ummanına bırakabilseydin, midye gibi yarı açık gözlerimin içinde kara incileri, bembeyaz incileri görecek, onları büyük bir heyecanla toplayıp aşk zengini olacaktın. Çünkü ben siyah inciye benzeyen kara gözlerimi, gözbebeklerimi inci niyetine sevdalımın boynuna takacaktım.
Eh yani, yağmurlarda ıslandık sellere tutulduk… Yalın ayak elektriğe kapıldık, yüksek gerilimlerde yanıp kavrulduk. Ellerde sevdayı yüzük yaptık, saçlara dokunamadık. İpeklere büründük, yumuşacık, sıcacık sardık sarmaladık.
Ey maşuk, o gözlerden korkusuzca dal içeri, dünyanın en değerli kara incileri misali kara gözler senin boynunda kolye olmaya hazır. Kadir, kıymet bilene…
*Saçların Tarümar’a ne oldu, diye soranlara…
Bu şiirdeki duyguların tasvirinde seçilen kelimeler biraz daha özenle seçilebilir miydi, diye düşündüğümdendir. Azeri Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında da demek ki nüanslar var. Olması da çok doğal. Duyguları belki biz daha farklı Türkçe kelimelerle anlatabiliriz. Ama Azeri bir şair kardeşimiz bizim kullandığımız Türkçe kelimelerin inceliklerini bizim kadar bilebilir mi, bilemiyorum…
İkinci ve çok önemli bir husus ise; değerli Hayat Hanım şiiri çok iyi bilen bir şair. Dörtlük tarzına da, serbeste de hâkim bir şair. Ama bu şiirde bir farklılık var. Neden bazı dizeler şiirin gerçek yapısına aykırı düşecek biçimde uzatılmış? Teknik bir sıkıntı mı yaşadılar acaba?...
Şekil bakımından, bu şiiri okuyan bir Karadenizlinin dudaklarında, “bu şiirin şairi bir Karadenizlidir da!..” kelimeleri dökülür bence. Çünkü uzun dizeler Karadenizli burnu gibi duruyor şiirde. (Bu benzetmede esprili bir yaklaşım vardır. Lütfen Karadenizli kardeşlerimiz alınmasınlar)
Bir denizci, “bu şiiri bir yelkenli kaptanı yazmıştır” diye düşünebilir.
Bir mimar da “bu şiiri bir mühendis veya mimar yazmıştır diyebilir, çünkü şiir şekil bakımından “T” cetvelini hatırlatıyor gibi duruyor.
*Aslında, nasıl ki insanın dış görünüşü içinin aynası olarak addediliyorsa, şiirin de şekil yapısı muhtevasıyla bir o kadar alakalıdır. Bazı şiirler vardır ki, görünüşüyle, yani yazılış şekliyle, görselliğiyle daha farklı anlamlar kazanır, daha farklı bir heyecan uyandırır. Nazım türlerinin oluşu da işte bu farklılıklardan kaynaklanmıyor mu zaten?. Uyak yapısı, dize sayıları, ölçü farklılıkları… Bir de anlama uygun, vurgulamalara elverişli kısa veya uzun dizeler.
Savaşı anlatan bir şiirde gümbür gümbür kelimeler seçilmeli, dizeler kılıç gibi çekilmeli…
Neyse…
Bütün bunları dikkate alırsak, kendi adıma ben, şekil yönünden bu farklılığı şiire uygun bulmadığımı belirtmek istiyorum.
Böylesine gönül rahatlığıyla yazıyorum, çünkü Hayat Hanım hoşgörüsünün enginliğine sığınarak yazabiliyorum..
Daha çok şey yazılabilir.
Ben diyorum ki, ilk defa böylesine rahat bir “ŞİİR TAHLİLİ” yapabildim, yeterli olmamakla birlikte… Her şeyi yazmak mümkün olmuyor.
Hayat Hanım, her şeye rağmen anlayışınıza sığınıyorum. Lütfen beni yanlış anlamayın. Keşke herkes haklı, bilinçli ve bilerek benim şiirlerimi eleştirse. Çok memnun olurum.
Dostça ve sağlıcakla kalınız.
Sevgi ve saygı rüzgârları esenliğiniz, şiirlerimizde eleştirileriniz ve göz iziniz olsun değerli Hayat Hanım.
Şiirlerinizdeki sizi seviyor, saygı duyuyorum.
“GERÇEK DOSTLAR BİRLİĞİ”
KUTLARIM SİZİ HAYAT HANIM
YİNE İYİSİNİZ
YİNE İYİ ŞAİRSİNİZ
YİNE İYİ ŞİİR(DE)SİNİZ...
Bu şiir ile ilgili 12 tane yorum bulunmakta