Sevdanı içimde nasıl taşıdığımı bir bilsen,
üzerime doğrulan tüm namlulara gövdeni atarsın.
Sana sevdamın adresi kodludur, belleğimden düşmez,
içimden silinmez, yuvasından çıkacak bir mermi,
kızışmış bir kav olur, ite, çakala aman vermez! ..
Ağustos yediverenlerine benzer gözlerin. Dudakların nar şırası, eteklerini savurur geçersin içimden. Akşam sefası tütsülü kokunla ve keklik ötüşü sesinde göğsüm titrer, çığlıklara dururum gün çekilince bu şehirden. Söylenmemiş bir sevdanın asma kilit'i, yarasaların uçuşlara durduğu bir gecede hüzünlü bir tümcenin birleştirilememiş bir kurgusudur sana sevdam.
Kadınlar tanıdım, oyuncak bebekleri kirli kucaklarında beleyen. Dünya, çalıların akasyaların arasından süzülen bir ışık huzmesi gibi devrildi her gece yarısı uçkurumdan. Vapur düdükleri, fabrika bacaları ve insan ekinlerinde, kirli karanlıklarda temiz sevdalar aradım. Gök ve deniz mavi, yer inadına yeşil, ama dünya zifiri karanlıklar içerisindeydi seni tanımadan önce. Martılar avına ulaşamadan düştüler siyah denizlere. Gelinlikler utanılası sevdalardan kana bulandı, soyarak geçirdim sensiz günlerin uykusuz diriliğini.
Samanyoluna, yıldızlara ve güneşe köprüler kurdum sen içime düştüğünde. Şen kahkahanın fısıltılarından anlamlar derleyip, kıpır kıpır sevdalara düştüm. Ulaşılmazlıkları sende heceleyip, gümbür gümbür sularında ülkemin, sana kulaç attım. Yüzümde açarken kardelenlerin, türkümü seninle söyledim. Kuşlar göç edince bozkırlarıma sözlerinden şiirler dizdim ve bu şehrin karanlık sokaklarında ışığına yürüdüm.
Durmaksızın bana sorduğun sorularda on sekizlik yanım uyanıyor. Vuruluyorum sana kalabalık meydanlarda. Sözlerinin önsüzünde sorgular, gözlerinin millerinde kırmızı kanatlı yırtıcı kuşlar, 'hoş geldin' der gibi öpüyor ta yüreğimden. Seni düşündükçe, aklım terkediyor mantık kriterlerimi. Kor dudaklarını kangrene durmuş yaralarıma bastırınca, bir bayrak gibi sarıyorum seni gövdeme.
Sevdanı içimde nasıl taşıdığımı bir bilsen, üzerime doğrulan tüm namlulara gövdeni atarsın. Sana sevdamın adresi kodludur, belleğimden düşmez, içimden silinmez, yuvasından çıkacak bir mermi, kızışmış bir kav olur; ite, çakala aman vermez. Bulut bulut gözlerinde fırtınalara gebe bir tufan, yaralı bir kaplan pençesi ve çığlığını içinden atamayan bir kurt sürüsüdür sana sevdam.
Bu gece kapını yumruklayıp, kan revan içerisindeki bedenimi eşiğine atacağım. Bu gece ipek geceliğinden yarama sargılar bağlamanı seyredeceğim terli yüzümle. Dışardaki puşt sevdalardan sana söz etmeyecek, anam gibi öpülesi ellerini yüzüme süreceğim. Masum çocuklar gibi sana olan aşkımı ayaklarına serip, bitimsiz gecelerinden ılık soluk alışlarını izleyeceğim.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandıracağım seni. Çılgınlıklar yüzünü göstermeden, kuşları ürkütmeden düşeceğiz yollara. Çiy düşmüş kırlardan nefis kokulu çiçekler toplayacağım sana. Yaşlı ceviz ağacına bir kement atıp sonsuza kadar seni sallayacağım aşk salıncağımda. Kahkahan çınlatacak kulaklarımı. Saçların yalayacak yorgun yüzümü ve bulutlar geceyi çağırana kadar seni sevmelere duracağım.
Ve birgün sessizce ayrılacağım yanından. Kırık bir türkü gibi efsane ritimlerle uzaklaşacağım gözlerinden. Hasret sancılarımı gürül gürül ırmaklara atacağım. Bu sevdanın kanlı tükürüğünü denizlere tükürüp dirhem dirhem ölüşlerle dağlara tırmanacağım. Sensizliğin acısının ipini çekip, bu sevdayı bitireceğim.
Kayıt Tarihi : 13.7.2005 11:22:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!