ARTIK GELEYİM
Bu gün geleyim. Bu gün, hayatın tüm ağırlıklarından âzâde, bir şiirin peşine düşüp, sana geleyim. Geride ne bırakırsam bırakayım, umurumda olmasın. Ne bir madde ne bir mânâ ilgilendirsin beni, sensizliğime ait. Sana getirsin. Yeşil, sarı, mor, kırmızı bahçelerden geçirsin; senin olmadığın hiçbir yere, sen olmayan hiç kimseye uğratmadan, geçirdiği her bahçenin en güzel çiçeğini, meselâ sarı güllerini toplatıp ellerime; bu şiir beni sana getirsin.
Artık gelmeliyim, şakası kalmadı. En büyük günahımın itirafı bile bu kadar zor olmazdı: Ben seni hep sevdim. Ne yapar eder unuturum, kurtulurum ondan diyordum; nasıl olsa bana, beni sevdiğini hiç söylemedi; ne farkı var ki sokaktaki her hangi birinden diyordum; herkes onun güldüğü gibi gülebilir, herkes onun baktığı gibi bakabilir, onun gibi konuşabilir, onun gibi yürüyebilir, diyordum; yanıldım. Ne unutup, kurtulabildim senden, ne sokaktaki her hangi biri oldun, ne kimse senin gibi gülüp, senin gibi baktı, ne kimse senin gibi konuşup, senin gibi yürüdü.
Biliyor musun, çok zordur, yanıldığını anlayan bir adam için yanılgıdan sonra yaşamak. Hele de senin hakkında yanılmışsa...
Ne olur, bir işaret gönder. Bir işaret ki çağırsın. Dumanlı çay ocaklarından, suskunluklarına sığındığım karanlık yüzlerden, ancak gecesine tahammül edebildiğim şehirden, riyâkâr esmer bakışlardan, sahte sarışın gülüşlerden, kemandan, uddan, kanundan, derinleştikçe kaybolduğum içimden, yuvarlandıkça parçalandığım çukurlarımdan, ölü toprağı yatağımdan, teşebbüs edemediğim intiharlarımdan çekip kurtarsın, sana getirsin beni.
Bir işaret, bir küçük îmâ gönder; zehrime panzehir, yarama merhem, derdime çare, aklıma mukayyet olsun; gözüm görsün, kulağım duysun, dilim açılsın, yürüyebileyim sağa sola çarpmadan. Bir işaret, bir küçük îmâ, ne olur.
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam