.Bütün öteki hayatlarımın içinden sıyrılıp çıktım, geriye dönüp baktığımda koskoca bir orman yangını, kül kokusu her bir yanım. Ben senin yüzünden benim, bütün planlarımı sil baştan yazdım, beni bekleyen dağlarımı kandırdım, çiğdemlerin yüzüne bakacak yüzüm yok, ne zaman derinlere dalsam, kendimi adını telaffuz bile edemediğim tepeden tırnağa yangın yeri orusbuların esiri buluyorum. Unuttum çoluğa çocuğa karışmayı. Artık aklımın cundan geçmiyor Kurban Bayramlarında kayınpeder elleri koklamak “hoş geldin oğlum” diyen kayınvalide hasretim alıp başını gitti. Durmadan gülfidanları dikiyorum emrime amade bir kamu toprağına, Allah’a çok fazla inanmadığım halde yağmur duasına çıkıyorum akşamları, bütün canlıların yaşayabildiği kadar yaşamsını delicesine istediğim halde, sırtımda zehir püsküren bir pompayla böcek avına çıkıyorum güllerim daha güzel gülümsesin diye. Her tomurcuk sensin bence, her gül sen, bütün renkler sana benziyor, bütün dikenler yine sen ve battın mı batırıyorsun yedi kat yerin dibine…
Selvilerin kabukları çatlıyor her yaz, parmak uçlarımla çatlayan kabukları ayıklıyorum gövdesinden, sonra başımı kaldırıp bütün coşkusuyla fışkırıp gökyüzünü kucaklayan dalarıyla konuşuyorum, senden söz ediyorum onlara ve artık onlar seni tanıyor, leylakların ömrü acınacak kadar kısa ve papatyalar bir yandan dökülürken, bir yandan açıyorlar, rengârenk Çin karanfillerim, gittiğim her yerden akşamsefası tohumları derliyorum sigara paketime, akşamsefaları ki en az benim kadar arsızdır, güneşi gördüler mi kayboluyorlar, akşamları sarmaş dolaşız, hele birde ay ışığı varsa…
Herkes alıp başını gidiyor, biraz daha kalmalarını istediklerimi lafa tutuyorum, ben konuştukça uzaklaşıyorlar, sonra birde bakıyorum ki koskoca bir karanlık ve bir başıma ben. Hafızam yıldız yıldız şiirlerle, hiç birinin başını sonuna bağlayamıyorum, tıkandığım yerde elini uzatıyor Ahmed Arif, sonra Nazım Ustam, en çok Nazımı sevdim ben çünkü en çok yaralarımı o sarıyor, oda çok kolay unuturdu, yeni bir aşk icat etmek için bir sürü bahanenler bulurmuş. İhanetin aslında o kadarda kötü bir şey olmadığının anıtıdır Nazım. Gece almış başını gidiyor ve bırakmayı hayal ettikçe çoğalttığım sigaram, gülfidanlarını suluyorum bütün gece, şaşılacak kadar çelimsiz ve gariban tilkiler geçiyor kimi zaman, hani azcık laf anlasalar, yemeğimi bile paylaşırım, korkup kaçmalarından nefret ediyorum…
Geceleri buraları hala soğuk, hem de öyle böyle değil, bayağı titretiyor adamı, buna rağmen üşümüyormuşum gibi yapıyorum, sırt üstü uzanıp çimlere yıldızları seyrediyorum, şehirden ne kadar uzaksan, yıldızlara o kadar yakınsındır, şehrin ışıkları saklıyor yıldızları ve şehrin 17 km uzağında olmak bunun için güzel… Bir başıma dolaşıyorum bütün büyük mağazaları, ya da yanımda beni bir türlü anlamayan aklı kafdağında bir ergen ve sürekli iftira atıyor bana. Bense etrafımdaki bütün öteki çiftlere düşmanlık beslemekle meşgulüm “Ulan şu kızın yanına yakışmış mı bu hıyar” demekten bıkmadım usanmadım. Kahve fincanlarıyla sohbetlerini ölçüyorum, çoğu zaman bir fincan kahvenin ömrü kadar bile değil kıza anlatacak öyküsü. Buna rağmen neden hala o masada diyorum kendime “Üzeyir def ol” dese, sonra dönüp bana baksa gülümsese, usulca kalksam yerimden, yanıma gelse, büyük bir nezaketle çeksem sandalyesini, tam oturacakken saçları ellerimin üstünde ve ben gebermesem.
Toprağı anlamayan bir adam asla bir kadının kollarında uzun süre yaşayamaz, hayır bunu ben uydurdum ve doğru olduğuna o kadar çok inanıyorum ki, sokakta cafede, çarşıda pazarda bütün güzel kadınlara bunu anlatmak, toprağı bilmeyen bütün öteki adamların şiddetli geçimsizlikten açılan davalarına şahitlik etmek “Bu adamdan bir bok olmaz Hâkim bey” sonrası tek celsede özgürlük, tek celsede bağ bahçe… Her aşkın bir ormanı olmalı bence, onu tanıdığın gün bir fidan dikmelisin, elinden tuttuğun gün bir fidan daha, öptüğünde on fidan. “sensiz yaşayamam” dediğinde bütün hafta ağaç dikmelisin, hem de bunun koskoca bir yalan olduğunu bildiğin halde. Çünkü sensiz de yaşar hem de sana sarıldığından çok daha sıkı sarılacağı başka birisiyle…
Güneşin doğuşunu kaçırmak ne fena, şöyle sabah serinliğinde, çiğ düşmüş çimlerin içinden geçerek, elinde bahçe makası gül toplamak, kayalıklarda kınalı kekelikler ötüyor, kerkenez kuşları aleni üreme peşinde. Ben senin için yeni bir güne daha başlıyorum, sahi sen kimdin?
25 Mayıs 2010 Saat 01.19
Murat DemirciKayıt Tarihi : 4.10.2010 13:50:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Murat Demirci](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/10/04/sana-dair-21-2.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!