Karşıma çıkan bütün köşe başlarında sana rastladığım anlarım oluyor, bütün otobüs duraklarında sensin, büyük alışveriş merkezlerinin önlerinde rastlıyorum sana, daracık sokaklardan çıkıp, ana caddelere atıyorum kendimi, her köşe boşın da sensin, üşümüş, sinirli, gergin, hani hiç yoktan kavga çıkaracaksın da seni kızdıracak hiçbir yeteneğimin olmaması benim şansım. Görmüyorsun beni ve üst geçitlerden inenlerin arsında bakındığın ben miyim? Omzuna dokunuyorum usulca, ansızın dönüp bakıyorsun “hangi cehennemdeydin” cevap vermiyorum “görmüyor musun dondum” burnun kıpkırmızı olmuş, paltomun yakasını her iki yana açıp, yanağına dokunuyorum, başını göğsüme yaslıyorsun, paltomun yakasını örtüyorum, göğsümde soluyorsun, nefesin kalın kazağımın ilmiklerinden tenime süzülüyor. Öylece etrafıma bakınıyorum, hiç kimse tarafından tanınmasam, hiç kimse dönüp bakmasa, öylece kalsan göğsümde ve artık üşümesen, yada göğsümde öylece kalacak kadar üşüsen, ısınırsan başını kaldırıp “gidelim” dersin diye korkuyorum…
-Bir sigara ver bana…
“Sen sigara içmezsin ki” demem gerekir demiyorum, paltomun cebinden çıkartıyorum paketi uzatıyorum “yak da ver” yakıyorum uzanıp alıyorsun, parmak uçları açık eldivenlerin, uzun ince parmakların arsında sigara yürüyoruz, sana baktığımı görmenden hiç hoşlanmıyorum, bakmasam ama nasıl?
-iki nefeste başımı döndürüyor, bütün gün içiyorsunuz size nende bir şey olmuyor?
Buna vericek bir cevabım var mı? “Kafamı dinlemek istiyorum” diyorsun, hiç arayanım soranım olmasa, hiç kimse ölmese mesela ve hiç kimseye “başın sağ olsun” demek zorunda kalmasam, hiç kimse evlenmese, hatta sen bile ve her hangi bir Pazar günü, bütün planlarımı o saçma sapan düğünlerden birine ayırmasam. Akşamları işten çıktığımda kendimi sokaklara vursam, ayak sütü bir yerlerde kokereç filan atıştırsam, bira içsem bir yerlerde ve hiç kimse yalnızlığımı fırsat bilip eşşeoğlu eşekler gibi bakmasa…
Sokağın köşesinde park halinde dörtlüleri açık bekleyen araba, sileceğe iliştirilmiş bir ceza makbuzu, alıp cebime atıyorum “benim yüzümden yazmışlar ben öderim” derken gülümsüyorsun, bu iyiye işaret. Kapıyı açıyorum biniyorsun, kabanın uçlarıyla dizlerini sarıyorsun sıkıca, direksiyona geçiyorum “araba sıcakmış bu iyi geldi” gidiyoruz gözlerini kapatmışsın, yaslanmışsın geriye, yüzünde öfke yavaş yavaş yerini bir huzura terk ediyor, şehir merkezinden bir an önce uzaklaşma gayreti, bildiğim bütün kestirme yolar aklımda uçuşuyor, seni bir an önce bu kalabalıklardan çekip almalıyım, boynun sol omzunun üstüne düşüyor, uyuyorsun çocuk gibi.
Şehir gerilerde kalıyor, ısız sakin bir dağ yolu ve kar başlıyor, çam ağaçları bir Amerikan filminden aşırılmış Noel sahnesi gibi, mümkün olduğu kadar yavaş gitmeye gayret ediyorum, uyuduğun zaman kendimi güvende hissediyorum ve sen uyurken tehlikeli değilsin. Yol boyu zaman zaman tavşanlar koşuşturuyor öteki taraflara, bazen tilkiler, çok uzaklarda kurt ulumaları ve sen alışkınsın bu seslere, yol gittikçe daralıyor, artık ağaçlar bembeyaz kar taneleriyle örtünmüş. En fazla bir gün tahammül edilebilir bir yerde yaşadığıma hep şaşırıyordun ve zaman zaman gelip burada birilerine küfretme alışkanlığını biliyordum, saçaklarından uçları sivri buz kütlelerin sarktığı dağ evinin önünde durduğumuzda sen hala uyuyorsun, bacadan tüten dumanlar moralimi düzeltiyor, demek ki ateş sönmemiş, yavaşça iniyorum, kapı önünde sabırla bekleyen köpeğim beni görünce birden bire sıçrayıp kalkıyor yerinden, ayaklarını omzuma atıyor, şöyle sıkıca kocaman kocaman okşuyorum boynunu “Sakin ol misafirimiz var ve çok sinirli, ikimizde gebertir” gidip bir kucak odun alıp ocağın üstüne atıyorum, minderleri seriyorum duvarın dibine, yastıkları getiriyorum, ateş gittikçe güçleniyor, alevler yalım yalım yükselirken, dışarı çıkıyorum, arabanın kapsının önünden bakıyorum, camları kar kaplamış, ellerimle siliyorum ve bakıyorum yüzüne, benim hayatımda senden önce hiç bu kadar tandık bildik birisi olmadı ve bunu sana hiç söyledim mi bilmiyorum. Kapıyı aralıyorum yavaşça, birden açıyorsun gözlerini “geldik mi” iniyorsun “vay be amma kar yağıyor ha şu hale bak” köpeğim geliyor ayaklarına sürtünerek yürüyor seninle, darcık kapıdan geçerken başını eğiyorsun, oysa kafanı vuracağın kadar alçak değil, nedense bu ev sana hep küçükmüş izlenimi veriyor, bu beni gücendiriyormudur acaba?
Kendini minderlerin üstüne atıp yaslanıyorsun geriye, alevler yüzüne vuruyor “vay be şu hayata bak, senden rahatı yok be, hiç şikayet etme” Buna gerçekten inanıp inanamadığını merak ediyorum fakat susma hakkımı kullanmalıyım…
-Abartmıyorum gerçekten imrenilecek bir adamsın, hiç kimseye hesap vermeden yaşamak ne müthiş bir duygu sen nereden bileceksin ki? bizim anamız ağlıyor, ne şiş yansın ne kebap derdindeyiz, hep alttan al, hep duymazdan gel, hep idare et, şunun hatırı, bunun huzuru diye diye, kendimizde huzurdan eser kalmamış bilen yok anasını satayım. Ateşin kıyısına kocaman bir cezveyle su koyuyorum …
-Ne yapacaksın onunla
-Sana ıhlamur kaynatayım iyi gelir
-Peki…
Bağdaş kuruyorsun minderlerin üstüne, saçlarını açıyorsun, ince uzun parmakların saçların arasında dolanıyor, bağlıyorsun arkadan at kuyruğumu nedir, eline bir parça odun alıp ateşi karıştırıyorsun “Eee sende ne var ne yok” sana anlatacak hiçbir hikayem olmadığını bildiğin halde ve senden söz etmeyelim diye üstüme atıyorsun günün geri kalanını… “Dün köpeğin aşısını yaptırdım” diyorum, sonra bir sessizlik “hepsi bu kadar mı yani” gülüyorsun…
-Başka ne olsun ki, ha birde geceleri çok soğuk oluyor, gecen baktım birden kapıda ayak sesleri, camlar tıkırdıyor, tilkiler pencerenin pervazına tırmanmış evin içini gözetliyor, köpekte kanıksamış onları havlamıyor bile…
-Bir gün tilkiler seni yiyecek burada bilesin bak
-Ben tavuk muyum?
Su bardağına koyuyorum ıhlamuru, ilk yudumu üfleyerek alıyorsun “harika olmuş kendine neden yapmadın” ocağın diğer köşesine ilişiyorum, hiç rahat değilim, sanıyorum ki ben rahat olursam sen huzursuz olacaksın, sen rahat et istiyorum, elindeki bardağı avucunun içinde tutuyorsun, döndürüyorsun bardağı yavaşça, sonra yan tarafa bırakıyorsun, yaslanıyorum geriye, gözlerin kapanıyor “çok gecikmeyelim olur mu” diyorsun, ateşi karıştırıyorum öylece ve uyuyorsun yine, yavaşça kalkıp bir battaniye getiriyorum, örtüyorum üstünü, seni uyurken seyretmek ne güzel, yüzüne korkmadan bakmak ve yakalanma korkusundan uzak, bu ocak başında böylece yüz yıl yaşarım biliyorum fakat senin asla fazlasına ne vaktin var ne tahammülün, kolunu battaniyenin içinden çıkartıp yüzünü kaşıyorsun uyku arasında, bembeyaz elin ve incecik parmakların, bilinçsizce yutkunuyorum, vakit geçtikçe kendimi daha iyi hissediyorum ve senin geç kalmayalım anlayışını çözme gayretim beliriyor, acaba ne zaman uyandırsam? Yaslanıyorum geriye, nereden başlayıp nerede bitirmem gerektiğini bilmediğim mısralar uçuşuyor zihnimde, ne zamandır şiir yazmadığımı anımsıyorum, sanıyorum ki yazdığım her şiirde kendimi ele vereceğim ve yakalanma korkusu…. Yavaşça kalkıyorum yerimden, uyandığında açıkmış olacaksın, bir şeyler hazırlamalıyım, dolapta iki lüfer, dönüp ateşe bakıyorum, balık ekmek sen seversin, yüzüm yine sana dönüyor, gözlerimi alamıyorum, sana bakmak içimdeki öteki beni besliyor ve sen bilmiyorsun…
21 Ekim Saat 01.50
Murat DemirciKayıt Tarihi : 4.10.2010 13:46:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!