İyi ki gecenin kulağı yok, iyi ki gece hep böyle kör, dilsiz olduğu söylenebilir mi? Saate bakıyorsun 02.00 pencerenin pervazına kollarını serip, göğsünü dayıyorsun, suratına tadına doyulmaz bir serinlik çarpıyor, nefesini tutup kuş sesi arıyorsun, kuşlar bile derin uykuda, yinede caddeden arada bir otomobiller geçiyor. Kapıyı dolaşacak kadar vaktin yok, pencereden atlayıp bahçenin en karanlık köşesine yürüyorsun, belli ki kendini seyredeceksin gecenin bu vaktinde, selvilerin dibinden gecerken bir kıpırtı geliyor, bakıyorsun, inat ettin el feneri yakmayacaksın da nasıl, küçük bir kirpi yavrusu, demek ki yalnız değilmişsin. Kendini kirpiye benzetiyorsun, “görünürlerde dikenlerimden başka hiç bir şeyim yok mu acaba, ondan mı böyle hep uzaktayım, ondan mı hep karşıdasın sen”…
Senin için bütün gece dumanlı hava sahası ve kaybedecek çok şeyin olduğunu bildiğin halde, bir türlü vazgeçemiyorsun sigara içmekten, kaybedeceklerin dedin de, sahi en çok canını sıkan söylediklerin midir, söylemediklerin mi, bunun cevabını en iyi bilen sensin, söylediklerin ağrıyan bir dişin çekilmesi gibidir, senden çıkıp gittiği için ağrısı olmaz, asıl söyleyemediklerindir yüreğinde ödem oluşturan, hiçbir antibiyotiğin temizleyemediği söyleyemediklerin. Her mezar bir hazinemdir aslında yoksa bu sadece sana özgü bir cezamı, senin yattığın yer düpe düz hazine olacak, söylemeden alıp götürdüğün kelimelerinle çürümek fena koyuyordu adama.
Susma hakkını bu kadar uzun süre kullanan başka biri varmıydı en azından yalan da olsa arada bir söyleyebilmek mesela, kendine acıyorsun, yalan söyleyecek birisi bile yoktu hayatında. Kadınlar çiçektir derler ya, mutlaka öyledir ama açılımını yapan kimsenin olmadığı bir dünyada, tutup kendi çiçeklerini adlandırıyorsun, onları büyütüp açmaları için gerekli olanları sıralıyorsun yıldızların altında. Bir çiçeği ne kadar kuytuluğa dikersen dik, o mutlaka güneşi görebileceği yere kadar uzar, bunu defalarca gördün biliyorsun, iyi de ya kadınlar, hangi koca bütün gün topladığı güneş ışınlarıyla dönüyor evlerine ve kaç kadın besleniyor bu ısıyla…
-Hoş geldin…
-Hoş bulduk…
Adam olması gerektiğinden çok daha yorgun üstelik haklı sebepleri de olsun, ayakkaplarını çıkartıyor, terliklerini tanımayacak kadar bitkin değil, ceketini asıyor salona geçiyor, televizyonun kumandası elinin alışkanlığı…
-Ne pişirdin…
-“Zıkkımın kökünü” der içses, sonarsı, “cacık, pilav, kuru fasulye…”
Kadın önce kendisidir daha sonra adamın karısı, kendisi olmayı başardığı için insandır ve o hayatın içinde çiçeklerinin açmasına yetecek kadar ısıyı mutlaka bulur-mu, Ne büyük bir yanılgıdır kim bilir, ananensin sıcacık kollarından, babasının güvenli bakışlarından çekip aldığımız kadınlar sanırız ki bizim, hayır onlar önce kendileridir, daha sonra bizimle birlikte olan yanları…
Bahçenin ortasında bir kayaya oturuyorsun, gecenin en huzurlu saatleri, bir yıldız kaysa diyorsun, bir dilek tutsam, daha önce tuttuğun dilekler kabul olmuş ta, sırt üstü uzanıyorsun çimlere, gökyüzü artık sana daha yakın, gökyüzü elini uzatıp yanağını okşuyor, yanı başında uzanmış genç bir kadın olsa “çok üşüdüm ”mü derdi acaba, sol kolun üstüne dönsen, yüzüne gecenin karanlığında en derinden baksan ve yüzünün aydınlığı kendini gösterebilse, yüzünü okşasan, parmak uçlarınla kaşlarında gezinsen, kirpiklerine dokunsan, gözlerini kapatmış olmalı mutlaka, böylesi anlarda kendilerini güvende hissettikleri için mi gözlerini kaptırlar, yoksa görmeye tahammül edilmez bir suratımız mı var? Avucunun içinde genç bir kadının tarifi imkansız yumuşaklığı, avucunun içi mutlu, avucunun içi bahtiyar. Böyle anlarda bir adam mutlaka dilsizdir, söylenen her şeye anlıyormuş gibi yapıp, aslından hiçbir şey anlamadığı ertesi gün anlaşılacak nasıl olsa. Kadın mırıl mırıl anlatıyor bir şeyler kedi gibi, sesini dinlemek güzeldir, susmasını istemezsin zaten, onun sesidir kulaklarını besleyen, sesini kulaklarınla seversin, sonra tek bir elin çaresizliğine isyan edercesine bağdaş kuruyorsun karanlıkta çimlerin üstüne, kadın dizlerine uzanıyor, bir sürü saçı var ve bir tek teline canın feda. İçinden bir ses “ ya durup dururken beni sevmezse” diye tehdit ediyorsun kendini, “ya çekip giderse” bunu ona söylemiyorsun ama korkuyorsun bundan, çünkü o olmazsa yine yaşarsın ama boktan. Aklı başında bir adam, gerçek bir sevdanın yerine yenisini 10 yılda bir koyabilir, bunu sende yaşadın, karşına çıkan hiç kimse o değildi, ta ki onun nasıl bir yüzü vardı, kafanın içinde matlaşana kadar. Yeni birisini bulduğunu sandığın anlarda da kaybetmişsindir.
Yerinden doğrulup kalkıyorsun, karanlık arkanda kalıyor, aydınlatmalar üstüne üstüne yürüyor, üstüne üstüne yürüyorsun. Kimin kimsen olmadığı yalan, sen hiçbir zaman yalnız değildin ki, tamam evlerden birinde öldükten bir hafta sonra, ceset koksunun sokağa sızmasıyla anlaşılacak yokluğun olsun. Ne önemi vardır ki, herkesin o anda yanında olduğunu bilmenin…
Aydınlatmalar sırtına vuruyor ve gölgen önüne düşüyor, gölgene bakıyorsun, gölgem buysa hiçte öyle ahım şahım birisi değilim fikrine kapılmak can sıkıcı, gölgeler ne kadar dürüst ve içten olabilirdi ki. Durup dururken binlerce farklı tonda sesler çınlıyor kulaklarında “ben hiç kimseyi sevmedim ki” yalan, sevmemek mümkün değil, nasıl ki henüz doğmuş bir bebek annesinin kucağında memeyi eliyle koymuş gibi buluyorsa, sevmekte böyle bir şeydir işte, nasıl sevdiğinin farkında bile olamazsın, birde bakmışsın ki, bütün güzel şarkılar onu hatırlatıyor, bütün trafik kazalarında “aman tanrım ya o olsaydı” diyorsundur. Sevmeyi bildiğin içindir akşamsefası yetiştirme tutkusu, sevmeyi bildiğin içindir aslında diş macununun tadının hiçte güzle olmadığını bildiğin halde günde en az 2 defa dişlerini fırçalamak. En uzun süren aşk, hiç başlamayan aşktır ve hep kalır öylece orada, kimi sevdaların kurşun gibidir, öyle bir yerde kalmıştır ki açamazsın, hiçbir cerrah oraya neşter vurmayı göze alamaz, kimi aşklarda böyledir herhalde, saplandığı yerde kalır öylece, ta ki cehennemin dibini boylayana kadar. Bazen de benzer bir gülen yüz çekip alır seni bu kendin sev kendin acı çek sofrasından. Yüzünü ona dönersin, aslında birazda ötekine benziyordur ki kadınlar bundan nefret eder…
-Sen beni ben olduğum için değil, sırf ona benzediğim için seviyorsun…,
Gel de çık işin içinden nasıl çıkarsan. Bir kadını sevmek ciddi bir iştir, hemşirelik gibi doktorluk gibi, marangozluk gibi, özen ve hassasiyet ister, saygı ister, yüceltmek ister, yanlışlarını bile en doğuru biçimde anlatmaktan, kavgasız gidebilmek için yatak odasına..
Adam gecenin içinden yaklaşır açık pencereye ve içeri atlarken kendine fısıldar
-İyi halt ettin bütün bunları biriktirmekle, sanki ne işine yarıyorsa…
28 Temmuz 2009 Saat 02.50
Murat DemirciKayıt Tarihi : 4.10.2010 13:44:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Murat Demirci](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/10/04/sana-dair-19-2.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!