Alıp başını gideceksin, şehir çok uzakta bir yerlerde olacak dönüp bakmayacaksın arkana yorulacaksın. Sırtını döneceksin kendine konuşmayacaksın susacaksın, bir daha asla tekrar edemeyeceğin melodiler çalacaksın ısılığınla, yamaçlarda yaban keçileri olacak, şöyle boylu boyunca bir vadi koymuşsun oraya, birkaç boz ayı seni koklayacak çok uzaklardan, başını önüne eğeceksin dizi dizi karıncalar olacak, sırtlarında buğday taneleri, işleri olabildiğince acele. İç seslerini dinleyeceksin, senin her zaman hoş gördüğün ve her daim hak verdiğin seslerin olacak, kimseler bilmeyecek, bildiğinde kıyametin kopacağı şeyler olacak. Zihninde minik minik kadife kutularda saklayacağın sevdaları açıp tek tek koklayacaksın, gözlerin dolacak ağlayacaksın…
Bir kerecik olsun hiç kimseye hesap vermeden, hiç kimseden korkmadan çekinmeden birinin gözlerine upuzun bakmışlığım olsun isterdim, hayır yanına gidip bir sürü ipe sapa gelmez hal hatır sormaları filan istemiyorum “vaktin var mı birer çay içelim” diyecek kadar az değil ki sevgin. Bakacaksın sadece şöyle 10 metre filan olacak aranızda, etrafınızdan gelip gecenler aldırmayacak size, kimi zaman önünden geçecekler, gözlerin anlık kaybedecek, gözlerin kör olacak karanlığı tadacaksın dilinin ucuyla, sonra birden bire yüzü beliriverecek, gözlerin her şeyi anlatacak, sen hiç bir şey söylemeyeceksin. Sonra birden bire ansızın bir rüyadan uyanır gibi uyanacaksın, o sana yürüyecek sen ona…
-Merhaba
-Merhaba nasılsın…
-İyiyim elektirk faturası unutmuşum yatırmayı, bir saat izin alıp çıktım…
Umurunda olmayacak elektirk faturası, işe geç kalıp kalmamayı da unutacaksın, yüzüne bakacaksın, kirpiklerini seyredeceksin o bilmeyecek, yada bilecek ama bilmemezlikten gelecek. Zaten “lütfen bana öyle bakma” dese, daha cümlesini bitirmeden, yığılır kalırsın ayaklarının dibine, bu senin yaşarken gördüğün son şey olurdu. Ellerine bakacaksın, elleri öylesine tanıdık ve öylesine özlediğin bir çift el ki, bir kerecik olsun şöyle korkusuzca tutabilmek için canını verebilirsin, elleri elerlinde, hatta parmaklarınız birbirine kenetlenmiş, omuzlarınız birbirine değiyor belli belirsiz, saçları akıyor boynundan omuzlarına aşağı, avucunun içinde onun avucunun içi olacak, bir güvercin tutar gibi tutacaksın, korkutmayacaksın, sana güven dolu bakacak, yüzünde en ufak bir keder, telaş olmayacak, avucunun içinden onun ovucunun içine yayılan huzuru göz bebeklerinde ışıldarken göreceksin. Sana duyduğu güven, sana olan inancını hissedeceksin iliklerine kadar. Sırf seni zor durumda bırakacak cümleler kurmamak için “Annen nasıl” diyecek, iyi diyeceksin, “Anne bu iyi olmayıp da ne yapsın.
Asla “seni seviyorum” demeyeceksin, hem söylemeye ne lüzum var ki, sesli yankılanmasa da anlıyordur zaten sevdiğini, hiçbir zaman fulyalara dalıp sarılmayı düşünmeyeceksin benim olsan demeyeceksin. Asla kendinize ait bir evin içinde, size ait ikili bir koltukta yan yana, aslında izlemeseniz de olur bir televizyon programına teslim olmuşluğunuz olmayacak. Hep uzağında kalacaksın, hiçbir iletişim çağı seni ona dilediğin anda ulaştırmak için yeterli olmayacak. Berbat bir dijital oyunun içinde bulacaksın kendini, her yer birbirine benzeyen labirentlerle dolu olacak, aradıkça kaybedeceksin. Bazen sesi gelecek bir yerlerden, sesini dinleyeceksin nefesini tutup, sesin geldiği tarafa koşacaksın soluk soluğa, sen yaklaştıkça uzaklaşacak.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta