Ne zaman sana doğru koşmaya çalışsam neden hep tökezlenirim sevgili...
Bazen gün ışığında, bazen de dolu fırtınalarında, bazen de karanlıkların kâbuslarında düşlenen sevgili olmak...
Yarınlarda ertelediğimiz düşler mi vardı yoksa unutmak istediklerimizi mi yarınlara atıyorduk...
Oysa tüm yaşananlar sevmeye dahildi, tüm yaşananlar sevilmeye dahildi...
Sadece yaşamak çoğul sıkıntılarla, umutla, hırsla, boşvemişlikle, kinle ve de gözyaşları ile hep vardı içimizde bir yerlerde tüketilemeyesiye...
Acımıyor sana ait yarım tarafım, hırstan mı yoksa çaresizlikten mi pişman bile olamıyorum, kayboluşlarının hesabını sorarken bana, sadece hırstan sana ait yarım tarafım sancılı idi... Nerdesin demek için yürek gerekti, oysa parçalanmış varlığımın ardında kalan yarım yürek çok dar bana can...
Oysa belki de sığınağımdı sunaklarının oldukları yerler, perdelenmiş yaşamımın ardındaki karanlıklarımdan çıkışımdın oysa sunağından bir nebze nefesle, bir nebze suyla...
.
Bazen şair ağlar ama bilinmez ağladığı, bazen de, ağlıyor sanılır...
Bazen ruh kahkaha atmak ister bir ses için ama hep ağlıyor sanılır...
Bazen mavilidir bakışları ama ateşe bakıyor sanılır,
Bazen gülmek ister ama
ağlıyor sanılır...
Bir bakarsın şair derken hayat çıkar ortaya ki herkes yaşıyor sanır...
Oysa şair ölmek ister güler sanılırken,
tuz parçacıkları oluşur gözyaşlarından,
gülüyor sanılır...
Ve uzar gider yaşamla, yaşanır gibi sanılırken...
Ve
bakar Mavi, yan seğirterek bakışlarını
kendine yazılır sanır...
0ysa yazan kalem çoktan beri güler kalır...
Ebrulidir gülüşler...
Olmak istediğimiz kişiliğimizle, olabildiğimiz kişilik arasındaki fark ise hedefimizdi...
Olabildiğimiz kişilik olmak istediğimizin önüne geçmişti, hedefimiz olan fark kadar artmasını istediğimiz, ardına yıllarımızı serdiğimiz hedeflerimizdi...
Neresindeyiz bu hedeflerin, eksik kalan kısımları ile?
Güven ve özgüven duyguları ile donandığımız nereye kadar direnmişti?
Sahte sevgilerle unutulmuş ne kadar isteklerimiz olmuşsa işte bir anda sahteciliğini anladığımız, sevgim dediğimizle önümüze çıkıp avuçlarımıza, yüreğimize ve tüm beyin zorlamalarımıza hükmetmişti farkındasızlığımızla...
Biz kimdik, bu sahte sevgililikteki yedek sevgi miydik veya yedek sevgili miydik?
Her kaybedişimde senin hep kazanmanın veya güçlenmenin, meydan okuyuşlarının sebebi neydi?
Dursun bir kenarda ben kendi hayatımı mı kurayım teorisi aldatmaca cümlelerin ardında kalan...
Yedek sevgili olmak, karartılara camlardan bakmak mıydı?
Belki de bunların çoğu kişilik savaşımlarında öne çıkıp zafer edası ile haykırmak mıydı hayata?
Tercih ettiklerimizle, tercih edilmişliklerimiz vardı belki de bu acı süzgecinin üstünde kalan...
Çoğu zaman kişilik çatışmalarında her şeyden vazgeçerek sindik mi hayatın pervaz arkalarına?
Her anın kuralsızlığını yamarken bana, aşkın, sevmenin kuraldışı yaşanamayacağını mı göstermek istiyordun benle bana...
Kaldırımlara diz çökmüş, var gücüyle ellerinin yumrukları ile kaldırım taşlarını döverken, önünden ağır ağır giden aracın plakasını ezberlemeye çalışıyordu adam...
Az önce canım, soncanım dediğinin o araca binerken görmüştü, veda bakışının uzunluğu yıllara uzayarak serpilmişti...
Sadece iki göz birbirine birkaç saniye kilitlenmişti... Yıllara ve de yıllar yıllara uzayan bir bakışın hafızadaki yerinin silinmez bir hali canlanıyordu gözlerinde...
Son defa bir veda cümlesinin bile olamayacağı bir bakış haykırışının ardından sevdim dediğinin ismi, iki defa art arda uzayarak bir biri peşi sıra çıkmıştı dudaklarının arasından...
Ve tekrar haykırdı...
Bir gün sen de benim seni özlediğim gibi çok özleyeceksin sen de beni ve bu özleyişle hiç bitmeyecek acılar yaşayacaksın dedi adam...
Sağ elinin ayasından akan kanı hatırlayarak, o acıyı yüreğinde bin defa katlayarak,
sen de özleyince çok ama pek çok acı çekeceksin dedi.
Tıpkı bir tufan anındaki şimşek çakmaları, gök gürlemeleri gibi sarsılacak için...
Acılarının tarifini yaparken, sende ateşlere atlayacaksın, sen de yanamayacaksın ateşin korlarında acı çektiğin kadar...
Hayallerinin ardına gizlenen gerçekler miydi, yoksa gerçeklerin saklandığı hayaller miydi tüm bu acıları tetikleyen?
Bir birine bağlanmış hayatları zaman süzgecinde erirken belki tek taraflı, belki de çift taraflı çekilen acıların gizli, gözden uzak, içe kapanık, sadece kendi içlerinde parçalanan acılardı ki bir birlerine belli etmemek için gizemli cümlelerin içine saklıyorlardı birbirlerini ne kadar çok özlediklerini...
Belki de hayatlarının tüm ağlarını bu özlem cümlelerini içlerinde saklayarak geçirdiler bu güne değin...
Bir birlerine ta ki adsız, isimsiz, rumuzsuz ve adressiz mektuplar yazıncaya kadar...
Birbirlerinde aşkların ve de öz sevginin unutulamayacağını anlatırken tüm zıtlıklara meydan okurken tercihlerinde yaşıyorlardı ve tercih ettikleri hayat tarzıydı belki de bir birlerine zıt gelen...
Yaşamın bir tercih olduğu gerçekti ama diğerine haksızlık olan bir tercih de zorlu bir acı çıkmazına atardı diğerini...
Yaşamın bir tercih dramı olduğunu anladıklarında ise özlemlerini artık tarif bile edemediler...
Ve tek cümleye bağlanarak yıllar sonra bir cümlede el ele oldular...
Ne zaman aklıma düşsen hep seni çok özlediğimi anladım...
Ama artık bu cümlenin de dipsiz kuyuya atılmış mektuplar olduğunu anlıyorlardı yavaş yavaş ve
sevgi en çok bunaldıkları anda yeniden yakalarından tutup sarsıyordu onları...
Ve biri diğerine ben en çok seni sevdim derken, diğeri de ben en çok sende acıyı tanıdım diyordu...
Aralarında çözümü bunaltıcı bir bağ vardı sanki çözülmeyerek ayrılamamazlığı anlatıyordu onlara...
Hayatın kopmaz bağları özlemle sonsuza kadar düğümlü kalırdı...
Biz yalnızlığı tercih ettik belki de tüm karşıtları boş vererek, hoyratça kullandık belki de tüm beraber geçen zamanları, belki de seçtiğimiz bir sondu bu, bir gün tek başımıza kalacağımızı hesap ederken... Senli ve benli gölgelerin biteceğini bilerek sınadık kendimizi ve uzun kırık dökük yolları seçerken de aslında korkuyorduk belki de, değerini bilmediğimiz sonsun düşüncelere, hayatın sonsuz olmadığını da asla düşünemedik asla...
Şimdilerde yalnızlığımız mıydı pişmanlığımız, yoksa değerini bilemediğimiz birbirimizin avuçlarının içine birbirimiz için ağladığımız zamanlar mıydı pişmanlıklarımız?
Oysa deli olurcasına birbirimizi arayacağımızı, başımızı birbirimizin omuzlarına koyacağımız zamanların varlığının da yok olacağını, belki de hiç hesap etmedik... Belki de korktuğumuz için düşünmedik bu ayrılık zamanlarını... Sadece anları yaşıyorduk belki ama hiç hesap etmedik belki de bir gün bu şehir üzerimize yıkılacak, bu şehir artık bizi saklamayacak ve bu şehirdeki ekmek, su, hava bizde kıtlık olurcasına zorlu nefeslerle bu şehri terk edeceğimizi, belki de kuytularına tek başımıza gizleneceğimizi hiç düşünmedik...
Daha yüzlerce boşluk var içimde, bukağı takılmış boşluğun var olduğu obruk çukurlarının diplerinde...
Bana boşluğu tarif et, karanlık sessizlik, yalnızlık, kuytuluk deme, sadece sesinin tınısı bozulmuş bir kuytuluktan bahset...
Hoyrat zamanların hırçın çaresizlikleriydi belki de aslolan...
Harcanmış bir ömürle şaşkın bakarken bu sevdanın arkasından, sadece boşa geçmiş hayatın yılları kalmış geride...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 23.1.2012 12:39:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Harcanmış bir ömürle şaşkın bakarken bu sevdanın arkasından, sadece boşa geçmiş hayatın yılları kalmış geride...
sadece sigara molasıydı yağmurlu istanbula sanki yağan hazandı..okurken yaşamak bu olsa gerek..
kalemin susmasın şaiir dostum...
'Sevgisiliğin girdabı', en derin olanıdır... Bana göre... Çıkmaya çalışsan da, tek başına çıkamayacağın...
Etkili, okunası bir yazıydı... Tebrikler, Mustafa Bey...
TÜM YORUMLAR (4)