Sâmiha Ayverdi Şiirleri - Şair Sâmiha Ay ...

Sâmiha Ayverdi

Sözlerimde, tezgâh dokuyan kadının sanatı kadar bile bir hüner yok.
Onun el emeğinden, top top bezler çıkıp çıplakları giydirir.
Benim sözlerim ise, kimin işine yaramış, kimin derdini saracak bir arşın bez dokuyabilmiştir.


Ben çitlenbik ağacı olsam, sen, dallarımda gezinen bir çocuk…

Devamını Oku
Sâmiha Ayverdi

Delikanlı, demetini vermek için her zamanki yere geldiği vakit, kızı, kendisini bekler buldu. O da ıslanmıştı. Kim bilir ne zamandan beri, belki de yağmuru, bahçenin çiçekleri kadar hoş karşılatan bir gönül ürpertisi ile buracıkta bekliyordu.

Genç çocuk ona demeti uzatırken eli kızın serin ve ıslak eline değmişti. Onların küçük mâcerâlarının büyük vuslatı her zaman bu idi ve bu kaldı.

*

Devamını Oku
Sâmiha Ayverdi

Koruluğun başbaşa, düşünceli ve dilsiz ağaçlan arasında her zaman bir kız dolaşır. Yeni sürmüş bir dal gibi incecik vücudunu vakit vakit buraya atan, bilinmez hangi yürek dağıdır. Rüzgârlı havalarda kendi gönlü gibi karmakarışık olan ağaçlar, durgun geceler bir meşveret fısıltısı ile, sanki onunla içten içe konuşurlar.

**

Kızcağız gene bilmez ki, bu ele avuca gelmez kuşlar gibi, kelimelerin, sözlerin zincirine bağlanmış hisler de, onları böylece tutup yakaladığımız zaman bize küser, gücenir ve bütün kudretlerini kaybederler. İşte bu yüzden o, vakit vakit yakalamak istediği kuşlar gibi, ele dile gelmeyen hislerini de tutup bir kâğıdın üstüne sıralayarak, gece penceresinin altına gelen sevgilisine uzatır. Lâkin kız, gönlü boşluğunda uçuşup öterken o kadar ateşli o kadar canlı olan duygularını bir kâğıda bağladığı zaman asla beğenmez. Onlar, içini yakan ateşin yananda buz gibi soğuk, cansız ve ifadesizdir.

Devamını Oku
Sâmiha Ayverdi

Boğaziçi

Sevgilimiz vardır, yanımızda, tâ yanı başımızdadır; ammâ gene de ona yakınlığımızın şiddetinden; ya da yakınlığına kanamamış olmamızdan: Sen kimsin, kimsin sen? Nesin, neredesin? demek isteriz. Kâh ele geçen, kâh kaybolan, kâh okşanan, kâh hırpalanan bu sevgiliyi, an olur ki bir his ihtilâli, bir afet, bir hezeyan içinde âdeta tanımaz oluruz.
Belki kâinat içinde tek gördüğümüz odur; buna rağmen görmek için dîvâne kesildiğimiz de gene onun yüzüdür. Onun yoluna dökülmek için ne yapsak az bulur, ne söylesek kifâyetsiz görürüz. Zaman olur ki hodbin, küstah, ezici ve benlik tüten bir sevgi, bir göz açıp kapama ânında, denize düşmüş bir sepet aczi içinde, teslîmiyetle istiğrâkın dalgaları arasında sürüklenip gider.
Zaman olur ki, haşin, çiğ, şımarık bir ihtiras, çekirdeğe hiç benzemeyen, fakat onun bir inkişafından ibâret bir ağaç gibi, dallanıp budaklanır ve ferâgat meyvelerinin en leziz çeşnilerine gebe kalır.
Gene zaman olur ki tecrübesizlikle toyluğun kanatları ortasında başımız gurur bulutlarına değimiş iken, bir vecd rüzgârıdır eser ve bizi tepesi aşağı sevdiğimizin eşiğine fırlatıp atar.

Devamını Oku
Sâmiha Ayverdi

İnisiyatik geleneğin modern zamanlarda en saf ve katışıksız adlarından biri merhume Samiha Ayverdi'dir. O geleneğin günümüzde gürbüz ve bereketli bir damarına mensubiyeti olduğu gibi, ömrü boyunca elinden düşmeyen kalemiyle onlarca esere de imza atmış ve eserlerinin çoğunda tasavvufi neşve dile gelmiştir. O'nun oldukça zengin manevi ve zihinsel yaşamı içerisinde Yusufçuk'un ayrı bir değeri vardır. Yusufçuk, modern Türk Edebiyatı'nda dili ve dünyası bakımından yekta bir eserdir. İlk basımı 1946 yılında yapılmış olan Yusufçuk'ta, yazarın 'mesel' olarak niteleyebileceğimiz kısa öyküleri yer almaktadır.

Ayverdi, Kenan Rıfai'ye intisaplı ve O'ndan sonra da bir nevi postnişin olarak cemaatin 'anne'si olmuş, roman, hikaye, deneme, araştırma, sohbet, geziyazısı ve günce türlerinden pek çok kitap yazmış velut bir sanatkar. Rıfailiğin bir kolu olan bu geleneğin her ne kadar Ahmed-i Rufai hazretleriyle silsile bağı varsa da, Kenan Rıfai hazretleri aralarında Şeyh-i Ekber de olmak üzere bütün bir irfan geleneğinden beslenmiştir. Yusufçuk, günümüzde tasavvufi neşveyle yazılmış, mecaz ve mazmun dünyasıyla, diliyle, kurgusuyla, tarz-ı beyanıyla sufiyane denilebilecek bir metinler toplamıdır. Kısa, açıkuçlu, trajiği olmayan, dramatik bir kurguyla ilgisi bulunmayan bu mesellerin ilkine Ayverdi, Feta'nın ilk olarak karşısına 'kainat kitabı'nı çıkardığını, açtığını ve 'Oku! ' dediğini söyleyerek girer. Kitaptaki meseller boyunca, Yazar kainat kitabının sayfalarını okumaktadır. Her kıssa, bu kitaptan bir sayfa, bir cümle, bir kelime gibidir.

İlahi aşkın sarhoşluğu içinde yazılmış olan Yusufçuk, kainat kitabının okunması için öncelikle insanın kendi kitabını okuması gerektiğini bize hatırlatır. Sanki kitap bu uyarı çevresinde döner. Bu, nefsini bilen Rabbini bilir hakikatinin ifadesidir. Nefsini bilmek, insanın kendisinde tecelli eden İlahi Esmanın tecelli düzeyince gerçekleşir. Nefsini bilmekten muradın bu olduğunu söyler arifler. İnsan İlahi isimlerin hangisinin ne zaman tedbiri altındaysa ve tecelli ne düzeydeyse o yetkinlik düzeyince bilebilir Rabbini. Ayverdi, 'tepsisinin içine nisan yağmuru toplayan bir çocuk gibi, bu akıp giden selin altına çanağını' niçin koyduğunu sorup durur. Bu soruda bile sufi mazmunlarından birkaçını bulmak mümkündür. Yağmur rahmeti simgeler. Allah Rahman sıfatıyla arşı kuşatmıştır. Dünyada bu sıfatla, ahirette Rahim ismiyle mütecellidir. Rahman'da kayıt yoktur. Çanak, feyze kabil hale gelme durumunu ifade eder. Kulun yapabileceği şey hazırlanmaktır. Ki buna talep, edene de talip tabir edilir. Müritle eşanlamlı olan bu kelimeden anlarız ki, insan sadece ister ama asıl murad eden Allah'tır. İnsan diler fakat gerçekleşen murad-ı İlahi'dir. Nisan yağmuru da evrensel sembollerdendir. Sedef bedendir, inci kalptir. Nisan yağmuru inhisar kabul etmeyen kalbin kökenini simgeler. Kalp, insandaki İlahi merkezdir. Namaz ve hac arzın merkezi olan Kabe'ye yönelinerek eda edilir. Zikirde ise insan kendindeki İlahi merkeze yani kalbe doğru bükülür. Kalp, beytullahtır. Bir kutsi hadiste, 'yer ve gökler Beni kuşatamadı, ancak inanmış kulumun kalbi kuşattı' buyrulmuştur.

Devamını Oku