Ağaçlara baktım bir tek elma dahi kalmamıştı. Dallarında elmalar aşırdığım yoldu burası ve demir kapının arkasında havlayan ala renkli çoban köpeği, adımlarımı attıkça zincirini koparıp üzerime atılmak için daha güçlü bir şekilde zorluyordu bedenini.
Göz kapakları düşük, gözleri koyu renkli ve iri, dişleri oldukça keskin, bedeni ise kocamandı ala köpeğin...
Karşımda duran dağ ne kadar güzel ve ne kadar heybetli görünüyordu. Munzur dağları henüz silelenmemişti kar ilen. Bu sebeple orada olmanın serin akşam saatlerini, sessizliğin Tanrı'sına dönüşen zifiri karanlığını ve koyaklarına inip deresinden su içen boz kurtların ulumalarını düşünmek en doğru şeydi.
Kimseyle karşılaşmadan sadece yürümek, Sadece kendi adımlarını ve insan dışındaki tüm canlıların kısık seslerini duyarak.
Bir hayalin içinde yürümek...
Züppe aşkların, tükenen umudların, yalanların, riyaların olmadığı küçücük bir karaparçasında.
+Yürüyelim...
-Yürüyelim mi?
+Başka çaremiz mi var. Tabiatın verdiği bir emir bu.
-Neden?
+Çünkü bir yol uzayıp gidiyorsa yürünmelidir.
-Burada göremediğimiz ve orada bulacağımız nedir?
+Bırakalım ona yol karar versin.
-Ya çoktan belliyse her şey?
+En fazla ağlarız...
Kabuğumuza sığındığımızda gittikçe katılaşan çirkin, donuk ve kaygan bir salyangozun gözlerinden bakmaya başlarız ağır ağır akan zamana. İlkel olanın kendinden kaynaklanan içgüdüsüyle devam ederiz konuşmaya.
-Salyangozlar için durmak iyidir.
+Ama bu yapışkan bedenimizden dolayı bir birimizi göremiyoruz.
-En azından belirsiz bir macerada yitirecek çok şeyimiz yok.
+Sonuçta bu da bir macera!
-Kabuğunda sıkışanın macerası olmaz...
+Evrensel bir acıyı duyumsamayanın yüreği olmaz.
Acelesi mi vardı yaşamın bu nasıl bir hızla geçip gitme telaşı ve kızgınlık. Yaşam, döndüğünü bildiğimiz yer kürenin afacan çocuklarına, biliyorum ki bir gün şöyle seslenecekti:
-Hadi! Şimdi karanlığa tekrardan geri dönme zamanı.
Acemice kırdıkları eşyaların, yok ettikleri doğanın nefretiyle lanetlenmiş gibiydi bu çocuklar. Ya neresinden sevsek ve neresine aşık olsak ki?
-Çok mu kötü?
+Kendimize baktığımızda bizi yok eden cesaretimiz kadar!
-Gün olur kendimizi de severiz.
+Gülünç bir fıkra kadar.
Hayalin, yeni bir uyanışa gücü kalmamıştı.
Artık yaşayan herkes kendi mahallesinin salyangozuydu....
İşte yaşayan herkesin ayıplanması, bundandı.
Kötülüğümüze gülüyorduk...
Gökhan Sarıkaya
Kayıt Tarihi : 28.9.2023 12:53:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!