Kanat sesleri duyuluyor bir yerlerden, avuçlarım dökülüyor toprağa.
Al bu başı vur sevdaya, ömür bu bir gün bitecek,
ama, bitinceye kadar sende kalacak…
Bir cümle içinde bir kelime bu.
Seni ben hâlâ seviyorum…
Bu kelimeyi bul bu cümlede.
Itır çiçeğinin kokusunu biliyor musun?
Bu çiçekteki koku hâlâ sen gibi kokuyor…
Bütün ölülerim yığılıyor beyin kuytularıma sevdiklerimin yüzleriyle.
Sevip de içimde öldürdüklerim.
Sevip de içimde öldüremediklerim…
Bir de sen, hiç içimde öldüremediğim.
Yığılıyorum bir köşeye…
Sadece sana bir sorum oluyor.
Neden başıma sardığın çıkmazlarımı bende bıraktın?
Hani beni çok seviyordun?
Yasak ettin bana bu cümleyi,
yasak ettin beni, bu cümleyi kullanmayı.
Buz kesti etten bedenim.
Yığıyorlar üstüme üstüme kızgın toprağı, kürek kürek, sanki.
Bu sevda balçık ovanın ortasında çaresizlikle el çırptırıyor bana.
Tepem kızgın güneş ışıkları ile dağlanıyor.
Gözümün önünde melekler dans ediyor. Kanatları renk renk titreşiyor.
Kanat sesleri beynimde bir çekiç sanki.
Senden başka her şey hayâl bana.
Oysa sen, beni o kadar çok iyi tanıyordun ki, mor damarlarımda akan kan hızımın, hangi zamanlarda sevinçten, akış hızlarını ve renklerinin koyulaştığını bile biliyordun.
Sen benim hangi güneş zamanlarımda kanımın sıvılaştığını, en iyi bilendin.
Günbatımlı akşamlarda, güneşin son ışıklarına tutunduğum zamanlarda, yüreğimden fışkıran duygusal düşlerimi en iyi sen biliyordun.
Hele gün batımlı zamanlarda ki, hüzünlerimi en iyi sen tarif ediyordun yazılarında…
Bana naif bir adamsın diyerek, edebiyatın naiflik tarifini bana yapıştırmakla, ayrıcalıklı bir gurur düşüncesini içime yapıştırarak, naif kelimesini bana öğreten sen olduğunu söylemem, bu anda benim için hiç de utanılacak bir durumda olmadığımı, söyleme cesaretini bana veren sen değil misin?
Dar zamanlarımda içimi genişleten, sen değil miydin?
“üzülme sen halledersin, sen bunu da halledersin” diyerek içimde sevinç ve kendine güven güvercinlerini uçuran sen değil misin?
Bana beni, bana özgüvenimi kazandıran sen değil misin?
Bu hayat sensiz bana yetmiyor.
Bu hayat sesiz bana dar.
Bu hayat bana sensiz küçük kalıyor.
Ve
daralıyorum ben.
Ve
hayatımın belki de en dar, en yetersiz zamanlarımı yaşıyorum…
Sensiz yollar, artık bana hiç de uzun gelmiyor…
Yollara vuruyorum düşüncelerimi…
Yollarda bırakıyorum yokluğundaki bana bıraktığın sıkıntı etkinliklerini..
Yalnız bir insanım ben şimdi…
Ellerim ceplerimde kaderimi kovalıyorum…
Gün ışıklı günleri kısaltıp, gecelerimi azap uzantıları ile uzatıyorum.
Yorgunum,
Hayatımın en dayanılmaz yorgunluklarımı yaşıyorum.
Kaldıramıyorum yığın yığın anı yüklerini.
Yere seriliyorum,
yollara seriliyorum,
dar geliyor ayakkabılarım,
dar geliyor papuçlarım, genişleyen ayaklarıma…
Parmak uçlarına doğru şişiyor tabanlarım.
İçime sıcak basıyor buz kesmiş bedenimin.
Seni arıyorum, her yalnız gördüğüm yıldızın yanı başındaki parlaklıkla.
İçim kararıyor.
Gözlerim kararıyor,
başım dönüyor gökyüzüne bakmaktan.
Gözlerim takip edemiyor, kayan yıldızları.
Umutlarım kayarak düşüyor,
hayatım düşüyor peşi sıra, gökyüzü berraklığına.
Yıldızlar bir birine karışıyor,
gözlerim seni arıyor.
Yüreğim kayan yıldızların peşi sıra gidiyor, uzun bir ışık çizgisiyle bir yerlere düşüyor.
Yüreğim düşen yıldızın ardından düşüyor…
Bir aymazlık sarıyor bedenimi.
Ölümün ardında dökülen gözyaşları anlamsız diyorum.
Anlamsızlaşıyor bakışlarım düşüncelerimde.
Ne yazar seni ben hâlâ seviyorum desem.
Ne yazar ben sensiz ölü gibiyim desem.
Ne yazar ardından ağlasam.
Benden başka bilen var mı?
Yorganımın ucunu var gücüyle,
var gücümle sesim çıkmasın diye ısırsam, dişlesem ne yazar?
Seni hatırlatan şarkılar kulaklarımdan hiç gitmiyor ki…
Şiirini gözyaşlarımın ıslattığı avuçlarımla alkışladığımı söylesem, ne yazar?
Alkışlar ne ki?
Yüreğim gözyaşı akıtıyor içime…
Ben yüreğimle ağlıyorum…
Omuzlarım aşağıya doğru düşüyor.
Hıçkırış kükreyişleri fışkırıyor içimden…
Bu hayat bana dar… Dar geliyor…
Sen bunların hiç birini bilmiyorsun.
Ben senin son halini bilmiyorum…
Ama,
Ben seni ilk halinle sevdim. Unutamadığım bu…
Sana ne kadar kızsam,
kahretsem,
sen bana ne kadar kızsan,
kahredemesen de,
BİZ BİRBİRİMİZİ İLK HALİMİZLE SEVDİK…
Kırk yıl geçmiş,
Yüz kırk yıl geçse,
senin de, benim de, yazdıklarımız, bir iki yüz kırk yıl daha geçse, bir yerlerde, birileri tarafından okunacak…
Onların da, bu yazdıklarımızla bir yerlerine oklar batacak
ve bize.
Yaşadığımız belki de, bizim için kutsal olan bu aşka,
aşkta bulacaklar kendilerinden bir şeyler.
Bir bilsen sabahın bu ilk ışıklarındaki bir tatil gününde yazdıklarımızı onlarda ıslak avuçlarıyla, gözyaşlarıyla ıslanmış avuçlarıyla ayakta alkışlayacaklar şiirlerimizi…
Ödediğimiz, bu aşk için ödediğimiz bedeli, kendi bedellerine yapıştıracaklar.
Aşk bu, adı birleştirir, birbirlerini tanımadıkları insanları, birbirleriyle bağdaştırır. Dostluğa acı dostluğuna ulaştırır.
Seni benimle bağdaştıran, birleştiren ayrı iki bedeni bir aşk kelimesinde, bir kutsal sevgi kelimesinde, birleştirdiği gibi…
Herkesin bir sevgisi,
herkesin bir aşkı,
herkesin seni sevdim dediği, uğruna hayatı dar zamanlara soktuğu,
mor damarlarındaki kanlarını,
tanıdığı,
canım,
canımsın sen dediği,
benim gibi,
senin gibi,
bir canı vardır…
Var olmaya da kimsenin engel olamayacağı bir sevgi canı olacak veya vardır.
Ben seni,
unutma ki,
Bir cana bir can lazım deyip, son yoldaşı yaptım kendime…
Bir canına bir can lazım,
bir canına bin can bedel, feda olsun dedim ve bir bedel ödüyorum.
Ve ben yaşadığım veya hissettiğim bu aşkı,
ayakta, göz yaşlarımla ıslanmış avuçlarımla alkışlıyor
ve
göz yaşlarımı akıtmaya devam ediyorum.
Avuçlar gözyaşları ile ıslanmışsa, aşk alkışlanır…
Islak avuçlarla şiirler alkışlanır, diyorum tekrar ederek…
Seni seviyorum. Bu cümle sonsuza kalan cümlelerden biri biliyorum.
Bana ait de değil. Ama ben bu cümledeki anlama katılıyorum.
Ve aşk ben seni seviyorum.
Islak avuçlarla, avuçlarımla alkışlıyorum. İyi ki varmışsın.
Ben nerede yanıldım,
sen nerede yanıldın?
Boş ver ne yazar gerisi için…
Her doğan kulağına söylenen şiir gibi, şirden bir kelime gibi ağlayarak doğmaz mı? Ağlayarak bir şiir gibi ismi söylenmez mi, sevinçten?
Kim sevda için ne yazarsa yazsın sadece aşkı tarif eder…
Ben seni seviyorum diyebilmem için, başka nasıl tarif edeyim seni sevgi?
Şimdi sen o eski hainle çıkamazsın ki karşıma.
Ben seni görünce yüreğim üşüyor diyebileyim…
Tan şafağı kızıllığı ile ortaya çıkmak üzereydi…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 2.7.2009 12:51:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kitap olacak uzun bir öyküden can dostum olan Saklı Yüz'e ithaftır...
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/07/02/sakli-yuz-deneme-3.jpg)
kutluyorum
namık cem
TÜM YORUMLAR (1)