Su ile ateş kızıllığındaki huzmeler, belki de uyum sağlayıp, barış zamanını…
Su ateşe zarar vermiyor, söndürmüyor kızıllığını.
Ve ben bu kızıllıkla, yalnızlığın ve de kimsesizliğin körfeze körfez sularına içi inleyerek gömülmeye çalışan ben görüntüsünü görüyorum, batmak üzere olan gurup görüntüsündeki güneşin ışık demetleri arasında…
Şehrimde canımın yandığı, en çok yandığı zamandır bu, gurup dediğimiz, akşam gurubu dediğimiz an…
Kaybolur insan O alacapembelikte koyulaşan karanlıkta…
Ve ben en çok kaybolmaya mahkum etmişimdir kendimi bu yalnızlık suçuyla…
Canının yandığını özlemle haykırmak istediğin bu anı kimseye anlatmak istemezsin…
Bu gurup vaktidir…
Ve şairler bu gurup vaktinde hep şiirsel sözler yazmışlardır, gitmenin ardından kalan sevgi seline…
Bense, içime içime akıtıyorum yalnızlığımı ve de acısını…
Kişinin kaybolmak istediği, ama başaramadığı bir andır bu, son ışıklarla kaybolmak…
Ateşin suya kavuşup yok olmak istediği zamandır bu belki de…
En çok canı bu anlarda yanar insanın.
En çok bu anlarda aşk acıtır yüreği,
mahzunlaşır,
sessizleşir,
donuk bakışların ardına sığınır umut,
kimsesizlik acısı,
yok oluşa doğru sürükler insanı,
bu anlarda...
Ama hiçbir şey yapamadan,
dudaklarının alt kısmını ısırırsın.
Pişmanlık bile duymak, gelmez içinden,
neden sevdim diye…
Kurbağa ötüşlerine benzer, kısılmış nefes alışlarının çıkardığı hırıltılar.
Sevgi bu dersin, en çok yalnızlıkla yakar canını,
En çok ıssızlıkla yanar canın…
Ben bu aşkı mangaldaki korları tutar gibi hep elim, içim yanarak yaşadım.
Ve
yaşıyorum ki bu gurup vaktinin anlatmak istediklerini anlıyorum.
Sevgi seni seviyorum hem de acılarınla…
seni yaşamayı sevdim sevgi,
seninle öğrendiğim tüm acıları,
tüm sevinçleri
ve de ayrılığı,
sevmede kaldı yüreğim.
İsyanların, beni sadece ağlattığını,
sadece nankörlük olacağını öğrendiğim için seni sevdim sevgi.
Hayat bir öğrenme,
bir sevinme,
bir ağlama, bir gülme anlamına gelen bir kelimeyle tarif edilirmiş,
onu öğrendim sende sevgi…
Sevmek tek kelimeyle bütün yaşamı içine almış,
dürüst sevmek tarifi olmuş,
acı bunun kolu,
dayanma gücü yüreğin
ve
metanet,
ölümü bile ardına alan bir kelimeyle karşımıza çıktığı andır ki,
metin olmaya gidiyor…
işte bu an Saklı Yüz çıkıyor karşıma, sabret ve dayan, unut unutanı,değer, değer verene verilir diyerek… Unut değmeyenlerin adını diyerek, çıkıyor Saklı Yüz karşıma… Ve metanet vererek, dayan diyerek…
Seni sevdim ve saydım Saklı Yüz…
Seni sevdim Şebnem…
Seni sevme mecburiyeti vardı Saklı Ses…
Ben bu üçlemin içinde, metanet duyguları ile ver yansın ediyorum hayata, kendime. Ama, saygılı kalıyorum bu üçleme…
İkiz ruh ve bir kadın…
Ve
Arada bocalayan bir ben, bir adam…
Ve
bu dünyada nokta bile olamayan küçük bir can… Bir ben… Bir adam…
Bir Ben…
Dostları olmasa,
Saklı yüz olmasa,
ayakta bile duramayan,
sevgiye prangalı bir adam…
Anıları, balçık ovasında yaban güvercinleri uçuran zavallı bir çırpınışlı adam…
Tek suçu saygın bir sevgiye sahip olmak isteyen…
Utanmayan,
utandırılamayan…
Şeytanın taşları ile oynamayan,
oynamak istemeyen…
Ama
kendine acındırmayan, acımayan bir adam…
Ve ardında,
O’nu ilk haliyle hâlâ seven,
sayan,
kıyamayan,
hâlâ seviyorum diye bilen bir adam…
Belki de tarif edilen bir kadın,
onurlu,
arlı,
sevgiyi ölecek zamana kadar terk edemeyen, bir onur abidesi bir kadın…
Beni çok sev, beni hep sev, beni bırakma, aldığım nefes senin kokun diyen bir kadın…
Ve seversen böyle bir kadını sev diyen bendeki yürek…
Ve ben böyle bir kadın sevdim…
Bu şehrimde gurup vakti, güneşin son kızıllığındaki ışık demetlerine konuşan bir yürek,
Sessiz ama keskin…
Sessiz ama sivri…
Sessiz ama sevecen…
Ama,
aşkı dibine dibi dibine kadar yaşamış bir adam…
Bir kadın…
Şehrimin yağmurlarını özleyen,
Şehrimin gurubunda yalnız yaşayan bir adam…
Veya
Şehrimin gurubuna yalnız bakan bir kadın…
Bunun adı aşktır…
Bunun adı sevmektir…
Ve
bu sevgide belki de ölümü beklemektir…
Ama dürüsttür…
Ama yaşamdır, yaşamaktır… Sevgiyi öyle…
Bunun adı zaten sevgidir…
Ateşin suya kavuşup, yok olmak istediği zamandır belki de… Barıştır…
Bu ben, bu O, bu sadece sevenlerdir… Böyle yaşayanlar…
Bu beklemektir, acılarla… Gidenlerin ardından…
Kalan mı, giden mi bu acılardadır… Bilinmez… Ki, bilinmez…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 2.7.2009 18:25:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kitap olacak uzun bir öyküden can dostum olan Saklı Yüz'e ithaftır...

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!