Şebnemin içindeki saklı çocuk, mahzun, kırık kalpli ve uysal…
Küçücük, yoklukla varlığının arasına sığan koskoca bir dünya çilesini içine sığdıran bir dayanma ve dirayet anıtı resmi gibi…
Varlığını, daima Saklı Ses’in ardına yapıştıran bir sadakat ve sevgi çokluğuyla avunan bir iç dünya…
Sadakati sever, uğruna ölecek kadar sevgiyi sever ve sanki bir sevgi kölesi… Saklı Yüz…
En uysallaştığı cümle ‘seni çok seviyorum’ la bütün dünyasını, heyecanlarını, asiliğin, belini büküşlerini kırarak, kırık dökük bir anılar zinciri ile bağlar kendini Şebneme… Saklı Yüz…
Şebnem’e aşıktır ve Şebnem ile güler, onunla hüzünlenir…
İlk gözyaşları ondan akar hüzün bulamaçlarından…
Masalları çok sever, hep çocuk masalları dinleyerek uyur…
O, Saklı Ses’in ikizidir…
Ve Saklı Ses’i sakinleştirmek için, çoğu zaman Saklı Ses’le ağlar… Saklı Ses’e...
Bütün olumsuzlukları balon patlatırcasına yok etmeye çalışır…
Masallar dinler masallar anlatır kendi kendine…
Küçücük şeylerle mutlu olur, küçücük şeyler onu mutlu eder…
Küçük küçük hediyelerle mutluluğu haykırır ve gülüşleri Şebnem’in yüzüne yansır…
Küçüklüğü ezilmiştir…
Küçüklüğünde ki eziklikleri düşündükçe, Şebnem’in yüzü titrer ve hemen Saklı Ses’in, sesi duyulur “gördün mü geçmişini, gördün mü eskiyi hep tırmalayan al bu hayattan intikamını, bu hayat yalnız senin dedikçe, Saklı Yüz, önüne geçer ve aç kaldığın, zincire vurulduğun ve de sevgiden yediğin tokatların acısını ne çabuk unuttun, deyip onu kapatır hapis yüreğine…
Ve Şebnem’e, bu gün de çok güzelsin, bak aynaya, gör ikimizi, gör Kenan’ı deyip, yoldaşlık yapar yaşam halkalarına…
Saklı Yüz beni sever…
Benim Şebnem’i çok sevdiğimi bilir…
Ve
sevinçlerimizde Saklı yüz’le benim kalbim gümbür gümbür çarpar…
Saklı Yüz benim dostum ve sığınağım…
Karanlık gecelerde ıssız bakışlarımla ona masallar anlatırım. Mutlu çocukların masallarını, Kaf Dağı’nın ardındaki mutluluğu bildiğimi, beraberce oraya gideceğimizi ve hep doğuya gidersek onu bulacağımızı, anlatırım.
Pandora kutusunun sonuncusundaki umudu bulacağımızı, yaşayacağımızı ve
sevgide kalacağımızı anlatırım…
Ben anlattıkça sakinleşir ve hareketsiz bir halde gözleri yumuk kalır…
Saklı Yüz benim can dostum…
Ona her cana bir can lâzım cümlesini ezberlettim ve uyumadan önce hep tekrarlar, sen benim canımsın can dostum diyerek kapanır iç dünyasına…
Ve ben,
Şebnem’e hep Saklı Yüz kimliği ile bakarım…
Bu son zamanlarda Saklı Yüz benim sesimi hiç duymuyor ve ben ona duyuyor musun sorusu ile seslenirim. Ama duymuyor artık beni… Duymuyor…
Ve ben masallar anlatacağım can dostumdan yoksunum.
Özlüyorum onu,
özlüyorum onun çocuksu bakışlarını.
Özlüyorum onun çocuksu sesini.
Oysa o beni terk etmezdi.
Oysa Şebnem beni terk etmezdi…
Bir sebebi olmalı bu gidişin, bu terk edilişimin.
Bu terk edişlerin bir sebebi olmalı…
Seni özlüyorum Saklı Yüz…
Seni özlüyorum Şebnem…
Bu yoksun kalmış bir yüreğin sesi.
Bu özlemin sesi…
Bir de, bir de Saklı Ses’e nefretin, kinin sesi…
Saklı Ses sevgiyi bilmez, ama olsun …
Her ne şekilde olursa olsun, yaşadık ya sevgi seni,
yaşattın ya, tanıttın ya kendini…
Seni seviyorum sevgi. Artık elimde balonlarla dolaşamıyorum, biliyorsun değil mi sevgi?
Çok uzun zaman oldu ben gülmeyeli…
Çok uzun zaman oldu ben sevmeyeli…
Ne kışlar geçti,
ne baharlar,
ne Eylüller geçti…
Ne hazanlar,
ne yaprak dökümleri yaşadı yüreğim,
bir bilsen…
Bir bilsen canım…
Kırk bin duvar yıkıldı üstüme,
Kırk bin kez kaldım yıkıntılar altında.
İçim dışım çamur oldu…
Abartısızdır ki ben sevgiyi özledim,
Abartısızdır ki ben sevgiyi yaşamayı özledim…
Ve ben seni özledim yar…
Şebnem kimliğinle,
Saklı Yüz ve Saklı Ses’le içindeki çocukları özledim…
Bu savda balçık ovasında yaban güvercinleri uçurtuyor, peşinde sığırcıklarla…
Ve
buz kesiyor etten bedenim,
yüreğim göçüyor,
asi yüreğimin beli kırılıyor,
sevgi seni özlüyorum…
Saklı Yüz seni özlüyorum…
İçinde binlerce anı saklayan, bir birine kenetlenmiş bir İl ve bir can…
Bir kadın ve bir şehir…
Koskoca bir şehir ve küçücük bir kadın…
Yağmurlarıyla ıslanan bir can
ve
yağmurlar yağan bir şehir…
Birbirine bağımlı, biri besleyen, diğeri beslenen, yaşamın koskoca dünyasındaki iki ikilem…
Hiçbir zaman birbirlerinden ayrılamayan, yaşamın kesitlerini barındıran ve daha sonra anılarla özleme dönüşen, sanki bir hatıra defterinin sayfaları…
Okundukça kararan yazılar sanki göz diplerine uzanan…
Küçücük bir hareketli karartının, nefes alan bir bedenin, bir şehrin bir kuytusuna sığınıp, birbirlerini ayakta tutmaya, belki de birinin diğerine mecburiyeti…
Çaresizlikleriyle şehrine sığınan bir canın, yaşam mücadelesini,
Kendi sayfalarına yapıştıran bir şehir…
Ve bir şehirde, kendi şehrinde kalım savaşı vererek bir uğraş içinde ki kadın…
İçindeki ikiz seslerle, varlığını devam ettirmeye çalışan heybetli ve dirençli görüntüsüne karşıt, kendi dünyasında küçücük bir insan…
Bir kadın… Yeryüzünde tek gibi…
Sevgiye saygıya ve bağlanmaya aç bir insan…
Sevgi yoksunluğu ve küçüklüğünden bu yana mücadele gücüyle ayakta kalmaya çalışan mecburi bir insan, bir kadın Şebnem…
O’nu tanıdıkça, zaman zaman kendi gücünden ufalan bir ben…
Ve de
sevgiye küskün, sevgiye aç bir ben…
On yaşından beri hayat mücadelesi veren bir kadın
Ve
On yaşından beri hayata tutunmaya uğraşan ve başarıyı yakalamak için yemin etmiş bir ben…
Şebnem’in yemini de benim ki gibi, arlıca mücadele savaşından, sürünerek de olsa ayağa kalkmak için uğraş veren bir kadın ve bir ben…
Birbirimizi tanımadığımız yıllardaki, birbirimize anlattığımız yaşam şekillerimizin benzer oluşu, bizi acıdan, belki de sevmeye koşturdu…
Birbirimiz için ağlayarak, birbirimizi tanıyıp sevgiye koşarak birleşti yüreklerimiz…
Biz birbirimizin omuzlarında ağlayan koskoca bir dünyanın içinde gözü yaşlı iki sevdalı…
Sevmeyi, sevgi olduğunu bilerek sevdik…
Biz birbirimizde hep çaresizliklerle ağladık…
Ve ben
sevgiyi Şebnem’in ikiz ruhuyla sevdim.
Saklı Ses beni sevmese de, ben O’nu sevdim, çünkü O Şebnem’in bir yüzü…
Saklı Yüz’ü, evet O beni çok sevdi. Ben ona saygı etkinliğini de ekleyerek çok sevdim ve hâlâ seviyorum.
O benim ruhsal kurtarıcım,
O benim can dostum…
O benim arkamda duran bir destek duvarıydı ve öyle kaldı…
Şakalaştığım,
gülüştüğüm,
mahzunluğunun her zaman hissettiğim ve
kendimi onunla bulduğum,
Saklı Yüz…
O benim için bir dünya, asıl sevgi O
Seni seviyorum Şebnem,
seni seviyorum Saklı Yüz,
ve
seni de seviyorum Saklı Ses…
Ama artık yoksunuz…
Ne birbirimize karşı üstünlüğümüzü, ne de Saklı Ses’in bana çektirdiklerini, ne de ben bu üçlü dönüşün içindeki devinimlerimi artık anı defterimin içinden çıkarmaya gerek yok…
Biz yaşadık,
biz severek yaşadık,
ağlayarak ayrıldık,
ve
her ikimizde bu gün ağlıyorsak, daha ne yazsın ki bu kalem…
Sevgi ağlayarak yaşanırmış,
Sevgi gülerek yaşanırmış.
Sevgi anılarla yaşatılırmış.
Biz bunu öğrendik ya, iyi ki yaşadık be sevda seni…
Ben ağlayarak yazıyorsam, Şebnem ağlatarak hâlâ yazıyorsa ve ben her okuduğumda ağlıyorsam, bunun pişmanlık hiçbir yerinden zıplayamaz…
Toprakların özlediği yağmurlar vardır.
Yağmur yağar özlem biter.
Toprak yağmuruyla özlemine kavuşur…
Bense ayrılıkla özlem başlangıcıyla hâlâ hasret kavşağında özlemi yaşıyorum…
Sanki bir kâbus rüyasıyla baş etmeye çalışıyorum.
Saklı Yüz ben senin sesinde, hissederek içimde, bedenim titrercesine ağlıyorum…
Şebnem’e, bana yazdırdığın yazılarla, benim için yazdırdıklarınla, bana sevginin ulaşılmazını yazarak, yaşadıklarını anlatmanla, yazdıklarını okudukça, her seferinde ağlıyorum…
Bir, ağlayarak titrediğim yersin, bir beldesin, bir şehirsin, bir dünyasın sen…
Ve ben,
Bu dünyanın içinde, küçücük hareket eden, anıları hatırlayıp ağlayan bir adam. Dünyada bir nokta bile olamayacak kadar küçük bir adam…
Hayat diyorum birazcık gülmeleri gönder bana..
Ben hep beraber gülmeleri özledim artık…
Gücüm kalmadı bu hayatın, kalan kısmıyla ağlamaya…
Sırtımı şehrimin bir tepesindeki duvara yaslıyorum…
Günün son ışıklarını körfezin arkasından şehrime, denizi yalayarak göndermeye çalışan kızıl bir tepsi gibi, aşağıya doğru hareket eden, güneşe bakıyorum…
Günün, son ışıkları kaybolmak üzere ve ben, elleri ceplerinde yalnız bir adam.
Güneşin son ışıklarını, son kızıllık huzmelerini yakalamaya çalışıyorum O tepede…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 2.7.2009 17:27:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kitap olacak uzun bir öyküden can dostum olan Saklı Yüz'e ithaftır...

Güneşin son ışıklarını, son kızıllık huzmelerini yakalamaya çalışıyorum O tepede…
TEBRİKLERİMLE ÜSTADIM.....
Tebrikler ağabeyim..Selam ve sevgilerimle..
namık cem
TÜM YORUMLAR (6)