Şakayıklar Ve Bir Söz Büyücüsü: G.garcia ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Şakayıklar Ve Bir Söz Büyücüsü: G.garcia Marquez

Afrika’nın vahşi, ıssız coğrafyasında kaybolmak isteyen arkadaşımın giderken kucağıma bıraktığı demeti seyrediyorum birkaç gündür. Mızrak yapraklarının arasından boynunu eğen tomurcuklar, ürkek bir yürek misali küçücüktü ama onlar da çaresiz zamanın dönüştüren itaatkarlığına boyun eğdi. Çoğalarak kendini teslim eden şakayıkların, incecik orman yağmurlarının toprağı ıslatmasını anımsatan seslerle parkelerin üzerine düşüşünü duyabiliyorum. Bazen eğilip o kadifemsi yaprakları topluyorum birer birer. Avuçlarımı yaralı bir çocuk dizinin pembemsi kan rengine boyayan düğün çiçeklerinin an içindeki mucizevi değişimi bana ‘söz büyücüsünü’ hatırlatıyor. Çalışma odama gidip önce yazdıklarını indiriyorum raflardan. Her biri şakayıklarım gibi katmerli bir hayat saklıyor içinde. Saatlerin soldurduğu toz kokulu sayfalarını çevirdikçe üst üste yığılmış masallarının gerçekliğiyle karşılaşıyorum tekrar. Yıllar sonra eski sevgiliye kavuşmak kadar merhametli ve tutkulu hislerle ürperiyorum. Şimdi burada olsa anneannesinden miras kalan anlatma sezgisi ve yeteneğiyle çiçeklerin kısa süren muazzam değişimine ne zengin hayatlar sığdırırdı, diyorum. Beni duymuş gibi alaycı dudaklarıyla tebessüm edip yanıma oturuyor.
Sonra Yüzyıllık Yanlızlık’taki Auerliano Segundo, sessizce odamıza giriyor. Onu görebiliyorum. Herkes onu meczup sanıyor ama o sadece hayaletleri gerçek insanlara tercih eden bir roman kahramanı. Karşısında eski moda yeleğiyle Melguiades oturuyor. Başını eğip ‘merhaba delikanlı’ diyor. Ona dünyayı anlatıyor ama sökemediği el yazmalarını çevirmeye yanaşmıyor. “Yüz yaşını bulmadan, kimse orada ne yazdığını bilmemeli” diye fısıldıyor. Yazarın yüzüne bakıyorum merakla, “acele etme, romancılık sürprizi sona saklamaktan, olayları ustalıkla birbirine bağlamaktan ibaret değildir. Dört yüzyıllık bir hikâyeyi biriktirdiklerinle, kadim bir kültürden süzülenlerle anlatırken kendini, dilini ve hayatı yeniden keşfedersin. Bütün bunları hakkımdaki en kapsamlı inceleme kitabını hazırlayan bir başka yazar anlattı, onları mutlaka oku” diyor.

Her hikâyenin gerisinde on bin yıl yatar...
Amerikalı edebiyat eleştirmeni Gene H. Bell- Villada Marquez’i edebiyatıyla, hayatıyla, eserleriyle, gazeteciliğiyle, edebî mirasıyla anlamak isteyenler için gerçekten etkileyici bir kitap hazırlamış. Dedikodusu bol, renkli bir biyografi değil belki ama her yazarın geride bırakmak isteyeceği türden bir inceleme olmuş. Türkçe’ye Söz Büyücüsü diye çevrilen kitabın içinde meraklı bir fare gibi dolaşırken Marquez’in 1979’da Kolombiyalı bir gazeteciye verdiği röportajda söylediklerini buldum. Akademik eğitimi önemsemeyen ama sağlam ve köklü bir edebi temeli de reddetmeyen konuşması çok hoşuma gitti: “Edebi kültürü küçümseme, kendiliğinden olana, icat edilene inanma eğilimi var. Aslında edebiyat insanın öğrenmesi gereken bir bilimdir ve yazılan her hikâyenin gerisinde on bin yıl yatar. Edebiyatı öğrenmek için mütevazı ve alçakgönüllü olmalısınız. Sonuçta edebiyatı üniversitede değil, başka yazarları sürekli okuyarak öğrenirsiniz”. Kendisi de onu fena halde kışkırtan serseriliğine rağmen Kafka’yı keşfettikten sonra söylediği gibi yapmış. Dönüşüm’ü okuduktan sonra altı yıl boyunca İncil’den başlayarak günümüze kadar roman sanatında neler yapıldığını idrak etmek için her gün çalışmış. Bu yüzden Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazarken kendini çok mutlu hissediyordu sanırım. Onun rüyasında edebiyatı icat ettiğini söylemesinden daha çarpıcı ne olabilirdi ki?

Yüzyıllık Yalnızlık nasıl uçtu?
Bu kitapta, çocukluğundan gençlik yıllarına kadar geçen süreyi gazeteci diliyle anlattığı kitapta olmayanlar da mevcut. Bu çok doğal zira Anlatmak İçin Yaşamak ismini verdiği hatıralar, yirmili yaşların sonunda bitiyor. Yazar 2002’de yayımlanan bu kitap dizisine devam edeceğini söylüyordu ama yaşlılığın neden olduğu ‘hafıza kaybı’ sorunu yüzünden anlatarak hatırlama hazzından mahrum kaldı korkarım. Onu yazmak yerine on yıl sonra yeni, başka şaşırtıcı bir romanla geri döndü. Halbuki Villada’nın araştırmasıyla günışığına çıkan hadiseleri, Marquez’in kamera cihazı gibi kaydeden bakışıyla izleyebilmeyi de isterdim. O sahneyi düşünün; dostlarına bir daha asla yazmayacağını söyleyen yazar, gerçekten beş yıl boyunca edebiyata dair tek bir satır kaydetmemiş. Sıkıntılı, zihnini kamaştıran, ruhunu çalkantılarla huzursuz eden sözcükler biraraya gelmek için sürekli sabırsızlanıyor. Beyaz Opel arabasıyla Mexico City’de Acapulco otoyolunda gidiyorlar. Marquez aniden u dönüşü yapıp arabayı durduruyor ve karısından ailenin maddi durumuyla bir süre ilgilenmesini rica ediyor. 1942 yılından beri yaratmaya çalıştığı kitabın her anını kafasında canlandırabildiğini fark etmiş. Sonradan o anı tarif etmiş: “İçimde öylesine olgunlaşmıştı ki, ilk bölümü kelimesi kelimesine dikte edebilirdim”. Doğrusu ben sıradan bir okur olarak yazarların mağaralarında sakladıkları anların gerisindeki gizemli yoluculukları merak ederim. Binlerce sayfadan oluşan müsveddeyi gönderirken birikmiş borçlarını nasıl ödeyeceklerini düşünen karısının yıllar sonra itiraf ettiği gibi “ya bütün bunlardan sonra kötü bir romansa” diye iç geçirdiği o umutsuz anı nasıl konuştuklarını da...Postane yolunda kutunun yırtılmasıyla Yüzyıllık Yalnızlık müsveddesinin ortalığa saçıldığı anı ve posta paraları çıkışmayınca ikinci kısmını toparlayıp sonradan gönderme hikâyelerini de...

Gerçeği büsbütün soymaz...
Birkaç yıl evvel Kolera Günlerinde Aşk romanından uyarlanan film için yazdıklarımın bir bölümünde onun edebi anlatımını kendi sözcüklerimle tarif etmeye çalışmıştım, şimdi onun yaptığı gibi yeniden yazarken biraz çoğalttım: Marquez’in romanlarında yıllar boyu aşklarına kavuşmak isteyen kahramanlarla seyahat ederken zaman akar, bazen olduğu gibi öylece donakalır, mevsimler değişir ve siz o sayfalar arasında dolaşırken çiçek açmış narin portakal ağaçlarının sohbetine, aşk mektuplarında sevişen hayaletlerin gizemli fısıltısına, sıcak rüzgârlarla salınan iri yapraklı muz ağaçlarının ürperten rüyalarına, gardenya ormanlarının buğulu görüntüsüne, zambakların odanıza dolan baygın kokusuna teslim olursunuz. O masalların, efsanelerin, hikâyelerin sihriyle insanın hakikatini şiirin incelikli, melodik anlatımıyla buluşturabildiği için edebiyat tarihinde devrim yapmış bir yazar olarak anılacak. Kitaplarında ıhlamurların sarhoş eden kokusunu içinize çekerken, savaşta ölen askerleri, ‘muz grevi katliamlarının’ işçilerini, uyuşturucu kaçakçılarını, çürük kokan mahallelerin hırsızlarını, batıl inançlı ihtiyarları, delileri masal kahramanları gibi algılarsınız. En çok acıtan olayların içinde bile sizi tebessüm ettiren bir ayrıntı bulursunuz mutlaka. Gerçeği asla büsbütün soymaz.
Bunu anlayabilmek için Anlatmak İçin Yaşamak isimli kitabını şöyle bir karıştırmak bile yeter. O hayat hikâyesini bir romancıdan ziyade ayrıntıların gerçekliğini önemseyen bir gazeteci bakışıyla kaleme almayı tercih etmiş. Bu seçimin doğal sebebini ve edebi duruşunu da kitabın başındaki cümleyle okura hissettiriyor aslında: “İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır”.

Görüntüler peşini hiç bırakmıyor...
Ben Marguez’in hakikaten anlatmak için dünyaya gelmiş bir masalcı olduğuna inanıyorum. Vaktiyle mahallede birlikte topaç çevirdiği arkadaşıyla sokakların rutubetle sessizleştiği bir siesta vakti, kara yas giysileri içinde önlerinden geçen bir kadını, yanında gazete kağıdına sarılı solmuş çiçekler tutan kızın hikâyesini anlatırken onları pencerelerden izleyen insanların küstahlıklarını görmezden gelişlerini söylüyor kitapta. Öldürülen bir hırsızın annesi ve kız kardeşiymişler. Çiçekleri mezara götürüyorlarmış. Bu anı yıllar sonra bir hikâyeye dönüştürene kadar o görüntü peşini hiç bırakmamış. Onların yaşadığı dramı ve olağanüstü ağırbaşlılıklarını başka rutubetli bir anda yine aynı sokaktan geçerken idrak edebilmiş; ‘sanki o hırsız benmişim gibi hissettim’ diyor.
Bu cümleyi o kadar iyi anlıyorum ki...Bence edebiyatın en vazgeçilmez ve sihirli unsurlarından birisi, o’nun gibi hissedebilme ve o insanın yerine kendini koyarak yazabilme sezgisi. Bunun için tanık olmaya da lüzum yok, eğer Marquez gibi sadece iyi bir anlatıcı değil aynı zamanda çok iyi bir dinleyiciyseniz, dedenizden dinlediğiniz bir hikâyeyi başkalarına da aynı canlılıkla aktarabilirsiniz. Yoksa mesela meydanı boşatmak için beş dakika veren askerlerin yerlerinden kıpırdayamayan üç bin kadın, erkek ve çocuğu yok edebildiği gibi bir katliam sahnesini görmeden nasıl anlatacaksınız? Ateş emrinin verildiği anı, tüfeklerin takırtısını, akkor halindeki parıltıları, birbirini ezen kalabalığın çığlıklarını gerçeklere uygun anlatabilmeyi de gazetecilik tecrübesine borçluydu. O böyle bir vahşeti kitaplarında anlatarak gelecekte nasıl durdurulması gerektiğini de umutla gösterebiliyor ve ben bu özeliğini de önemsiyorum doğrusu.

‘Gazetecilikte tek bir yanlış hükümsüz kılar’
Marquez, gerçeklerden esinlediyse bile romanları ve öyküleri bilindiği gibi kurmaca. Ona bir röportajında gerçekle kurgu arasındaki fark sorulduğunda verdiği cevap çarpıcıdır gerçekten: “Gazetecilikte tek bir yanlış bütün işi hükümsüz kılar. Romanda ise tam tersi, bir tek gerçek bütün işi meşru kılar. Bir romancı okuru ikna edebildiği sürece her istediğini yapabilir”.
Bell-Villada, “Anılarına devam etmemesi iyi oldu, belki günün birinde başka yollardan Mercedes’in Cenevrede’ki bir otele gönderdiği gizli mektuplarında yazılanları öğrenebiliriz” diyor. Kim bilir, belki o mektupları okurken sırlarına eşlik eden şakayıkların, orman güllerinin, mor salkımların yapraklarını toprağa döktüğü biricik, benzersiz anları da usta bir yazarın anlatımıyla yeniden işitiriz.
Nihayetinde edebiyat, derin katmanlar arasından binlerce yıldır süzülen hikâyeleri her defasında ilk kez görüyor, duyuyormuş gibi bazen bilinci yitirerek, bazen onun altından kazıp çıkardıklarımızla çoğaltarak anlatabilme sanatı değil midir? İnsanlığa bağışlanmış zarif bir teselli hediyesi...
Gene H. Bell-Villada /Bir Söz Büyücüsü: Garcia Marquez
Kırmızı Kedi Yayınları /Çev. İlknur Özdemir

A. Esra Yalazan
Kayıt Tarihi : 3.3.2016 15:43:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Esra Yalazan