Kazma aşağı kazma yukarı desem kim ne anlar. Bilirler ki kazma sert zemini eşeler kazar. Öyle bir ucu sivri, diğer ucu keski, bilinen kazmalardan değil bu Kazma. Düşünen, konuşan, verilen evrakı bir aşağı bir yukarı götürüp getiren, ortalığı temizleyen amirlerine çay servis eden. Hani var ya bir baltaya sap olan gibi kazmaya sap olan cinsten biri Kazma.
Fabrikaların birinde misafirhane görevlisi olarak vardiya usulü çalışan enine boyuna çam yarması gibi cüsseli, korkutucu görünüşüne rağmen yüreği pamuk kadar yumuşak, düzgün karakterli görevini aksatmadan yapan hizmetlilerden. İlk okul üçten terk olmasına rağmen azmederek ilk ve ortayı dışarıdan bitirip, lise bitirme sınavlarına hazırlanan, hedefte üniversiteyi okuyup fabrikaya müdür olmayı hedeflediğini söylerken herkesi kendine güldüren, sekiz baş nüfusa bakan fedakar bir köy çocuğu Kazma.
Fabrika da görevli bulunduğumuz dönemlerden beri tanırım Kazmayı. Görevi gündüz ve gece nöbetlerinde misafir gelenlerin kaydını tutmak gidenlerin çıkışını yapmak. Kalıcı misafirlere sabah kahvaltısı hazırlamak, akşamları çay kahve servisi yapmak. Misafirler odalarına çekildiğinde ders çalışmak.
Misafirhanede hizmetli olması hasebiyle, merkezden görevli gelenlerin çoğu tanır kazmayı. Yine fabrikada görevli olduğum bir günün akşamında, sabah erken uyandırması, kahvaltı hazırlaması için tembihlemiştim. Sabah kahvaltı salonuna geçtiğimde kahvaltı masası hazırlanmıştı. Porselen demlikten çay servisi yapıp geri çekilirken ayağı takıldı ve tökezledi. Gördüğümü fark edince özür diledi, aldırmamasını söyledim. Sakarlığımı mazur görün dedi geri geri çekildi.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta