Şimdi sadece dört beş ev kalmış geriye. Çoğunluk Malatya ve diğer illere taşınmış Gidilen yerler Elifi (ipekli) , Ağgever, Harun, Similide bir kabile ve Dilikan (Uzun köy) , Erkenekde de Sakallıların olduğu tespit edilmiştir.
Biz orta halli bir aileydik, AVDOŞLAR sülalesi denirdi bize. Tütün ve hayvancılık yaparak geçinirdik. Babam hayvanları kasaba pazarına götürüp satardı. İki Erkek kardeştik ve bir de kız kardeşim Fatma ile hayata tutunmaya çalışıyorduk. Kendi derdimiz yetmezmiş gibi, kız kardeşimin sıkıntısı da bizi buluyordu. Eniştem İbrahim(ÜRAMİ ALIKE) kendi halinde bir adamdı, iyi bağlama çaldığı için dedelerin, sofilerin peşinden koşardı. Ama onun bu hali kız kardeşim Fatma’nın da bizim de huzurumuzu kaçırıyordu. Ben on yaşımda; ağabeyim Hüseyin on iki yaşlarındayken Babam ABUZER’İ HUSİ HAS PİRE vefat etmişti. Ben babamın ölümüne dayanamayıp çok üzülüyordum evlerimizin arkasında Hatun’ tepesindeki Meşe ağacının altında gizli gizli ağlıyordum. Ağabeyim Hüseyin bunun farkındaydı. Bir gün ağacın altında ağlarken uyuya kalmıştım. Yüzümde bir sıcacık el hissetim, sandım ki babam geldi. Gözlerimi açınca ağabeyim Hüseyin beni kucakladı. Sonra ikimiz de ağlamaya başlamıştık, Öyle bir ağladı ki içim parçalandı. Ben artık ağabeyime teselli etmeye başladım. 3 ay sonrada Annem İSMİHAN’I da kaybettik. İşte o zaman tam yetim kalmıştık. Benle abim bir yumak olmuştuk. Sonrada 1941 de kıtlık başlamıştı. Eniştemiz İbrahim askere gitmişti. Üç yavrusu bizlere kalmış, ne yapacağımızı bilmiyorduk. Köylülerle birleşip Malatya’nın Doğanşehir kasabasına yaya gidip çavdar yani yalancı mısırın püsküllü olan tohumunu getirip değirmende öğütüp un haline getirip ekmek yapardık.
Kar iki metreye yakındı ayaklarımızda çarık ve hediklerle büyükler karları yararak ben de en arkada sırtımda ufak bir çuval fasulye bir köyün kenarında geçerken bir köpeğin abım Hüseyin’in üzerine atlamasıyla bacağını ısırması bir oldu. Elimdeki sopayla köpeğin beline vurdum, çok şükür ki fazla ısırmamıştı o şekil köydeki akrabalar Kelejo, Hami Ayzer, İmamı Hasike, Ayzeri Keyı, Şeyini Hane, Üşü Hesreşe, Hısı Hasan, Avkero. Hasanı Kerre Hısgeler hepimiz beraberdik. Getirdiğimiz zahireyi değirmende öğüttük. Yoldan gelirken ağabeyime dedim: ‘’Ağabey bizim zahireyi bizi ilkbahara kavuşturur. O da: ‘’Hayır kavuşturmaz, dedi’’. Ben de: ‘’Niye iki kişiyiz bize yeter dedim.’’ oda ‘’Ya Fatma’nın çocukları’ Biz onlara vermesek onlar açlıktan ölürler. Bu da bize ömür boyu dert olur dedi’’.
Çocukluğumuz birlikte geçtiği için, HANEY ile gizli gizli ormanda buluşuyorduk. Onu, çocukken sevmiştim, Elimde dolmalı tüfek ile ormanda avlanırken, o da kışlık yakacak için, ormana çalı-çırpı toplamaya gelirdi, Sırtından çalıyı alır, Şeyh Bekir’in oradaki üzüm şırasını sıkan taşın üstüne oturur, ellerini avucumun içine alarak parlayan gözlerine bakardım. O da bundan memnun olurdu,
Haney:
' Sahi beni güzel buluyor musun İmam’’ derdi.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta