Yürek kamaştıran yıldız kaymaları gibi ansızın belirip kaybolan kıvılcımlı sürprizleri kendinden uzaklaştırdığın hayatını sündürmekten yorulmadın mı? Biliyorum sen de pek çoğumuz gibi güvenli anlaşmaların, tehlikesiz konforun, huzurlu bir mutsuzluğun esirisin. Poyrazlı, lodoslu, karayelli hülyaların dindikten sonra kendini de unutup dingin bir umarsızlıkla seyre daldın dünyayı. Ne kalabalıklardaki tenhalığı ne de yalnızlığının mahcubiyetini görebiliyorsun artık. Hislerine inatçı bir deniz hayvanı gibi yapışan kayıtsızlık ruhunu epeydir kemiriyor. Eskiden sokaklarda utanmadan yüksek sesle konuşurdun. Kendinle konuşurken aslında şeftali kokulu kadınlara, zeytin dalı gibi bükülen zarif erkeklere, yatsıdan çıkan kambur ihtiyarlara, dost köpeklere, nadir bulunan mavi çiçeklere, nazlı vapurlara eşlik eden deniz kuşlarına da seslenirdin, hatırlıyor musun? Hem o vakitler insanın belini büken sıradan kötülüklerle, basit ama incelikli zevkleriyle mukabele eden bir garip insanlar yaşardı değil mi?
Hâlâ var onlar. Bildiğin hayattan biraz müsaade almak için biriktirdiğin şu planlı tatil günlerini heybenden çıkar at önce. Boş ver, tavandaki çatlakları, camlardan süzülen damlaları, aynadaki kırışıklıkları da itinayla sayma bu defa. Yabancı sokaklarda, kalabalık meydanlarda, kedilerin topal masa altlarına kıvrılıp uyukladığı kır kahvelerinde, düşünceli kargaların dolaştığı parklarda avareliğin tadını çıkar. Sakın acele etme... Onu daha evvel tanışmamış olman veya hikâyelerini defalarca okuman arasında pek bir fark yok. Her dem taze kalabilen dili, insanı tabiatla birlikte her şeyin üzerinde tutan tavrı her okuyuşunda “ilk sevdaların” diriliğini hissettirecek zaten sana.
Aheste adımlarla yürürken cebinde şıkırdayan bozuk paraların sesine kulak ver. O demir parçalarıyla içini başka şeylerle kolayına dolduramayacağın küçük-dev bir dünya alabilirsin. Hem yeniden doğan Son Kuşlar’ın ve diğerlerinin kapaklarını öyle güzel yapmışlar ki bir görsen... Hele bir de kendini unutup yaşamanın buruk heveslerini hatırlatan ışıltılı hikâyelerin içinden geçebilsen...
Kitaba ismini veren ilk hikâyede güz mevsiminde birdenbire canavar kesilen bir tüccarın kuşları “pilavlık” yapmak için nasıl avladığını anlatıyor. İki yüz elli gram bile et vermeyen sakaların, serçelerin yenmesi evet merhamet duygunu incitecek ama sakin ol n’olur. Biraz sonra sana iyilikle yıkanmış hayatın resmini sade anlatımıyla çiziverecek: “Hâlbuki sonbahar koca yemişleri, beyaz esmer bulutları, yakmayan güneşi, durgun maviliği, bol yeşili ile kuşlarla beraber olunca, insana sulh, şiir, şair, edebiyat, resim, musiki, mesut insanlarla dolu anlaşmış, sevişmiş, hırssız bir dünya düşündürüyor. Her memlekette kıra çıkan her insan, kuş sesleriyle böyle düşünecektir.”
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta