Şairin; yazdıklarının duygu, ilham, öngürü ve sezgileri ekseniyle şahsiyetine yansıması gerekir. Gerçi Fuzuli kinayeli bir biçimde “Şair sözü yalandır”. der ama asolan şairin hakikati duygularıyla yoğurarak yaşantısı haline getirebilmesidir.
Yaşamanın güzel yönlerini duygu atmosferine büründürerek insanlara hissettirendir şair. Ne yazık ki pek çok şairde yaşamın güzel etik ve estetik yönleri değil de adeta karamsar, bunalım, acımasız yönlerini dile getirmek bir usul haline gelmiştir. Özellikle Rus Edebiyatında pek çok şairin karamsarlığa, yokluğa bunalıma hatta intihara yönelmesinin altında inançsızlıkla birlikte yaşadığı ortamın zorluğu da göz önünden öte alınmamalıdır. Bu tür şairleri örnek alan günümüz şairlerin bir kısmı bunların kötü birer taklitçisi konumundadır.
Bu meyanda günümüz şairlerin bir kısmında gizemli ve esrarengiz bir şeyler ifade etmek için adeta karmaşanın içinde bir bunalım ve düzensizlik görülmektedir. Yaşadıklarıyla yazdıkları birbiriyle taban tabana zıt, ikiyüzlülüğün emareleri altında kalmış durumdadırlar. Yine ne yazık ki bu türler egosunu öne alıp her şeyin meşru görüldüğü bir ortamda cirit atmaktadırlar.
Alexis Carrel’in ifadesiyle “şairler hayata bilginlerden daha yakındır”. Öyleyse hayatı yaşayan şairin hayatla uyumlu bir şahsiyet olması beklenir. Hayata isyan eden değil yaşamak ne güzel diyebilendir. Yine Mme De Stael’de “Yaşamanın ne olduğunu şairler öğretti bana”. derken şairin örnek kişiliğine de vurgu yapar.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla