“Şair mi öne çıkmalı, yoksa şiir mi? ” sorusu “şiir” ve şiirden dolayı “şair” kavramı var olduğu günden bu yana kendini var etmiştir. Farklı zaman dilimlerinde, farklı ağızlarda kesin yargıymış gibi insanlara sunulan yanıtlar da bulmuştur kendisine bu soru. Aslında söyleyen ve söz arasında kurulan denklemlerden çıkacak hiperbolik eğrinin zaman içinde oluşturacağı grafikler mi demeli yoksa bu duruma?
Bu konuda söylenmiş bir söz var: “ Doğada ve toplumda her tür düşünceyi destekleyecek yeterince veri bulunabilir.” Sözün devamı ise şöyle: “ Bu nedenle mesele, bakış açısındadır”. O halde baktığımız açıdaki öncellerin ne olacağı önemli.
Önce “söz”, var eder söyleyeni. Sonra söyleyeni yüzünden söze değer verilir. Bâki’den bâki kalan; “ Bâki kalan kubbede, hoş bir sedâ”dır aslında.
Ancak gün gelir söylediklerinin kendisini gölgede bırakabileceği riskinden hareketle düşünerek, bizzat şairler bile mi kendi ismine oranla daha az saygı duyar olur söze? Elbette ne okuyucusuna, ne de daha önemlisi kendine karşı “ söze artık daha az saygılıyım” diyerek cümleye döker düşüncesini. Ama kendisini ispatladığını düşündüğü ismine güvenip üretimlerini o kadar da ince elekten geçirmeden sunuşu değil midir söze azalan saygısının asıl göstergesi? Başlangıçtaki o güzel sözlerin sahibi olan kişi(sözler sanki mülkmüş gibi) kendisi olduğu için, böyle bir hakkı kendinde görüşü çok mu haklı olur peki?
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla