Şimdi en açık renginde gözlerin
Şimdi benimlesin tüm kaygılardan uzak
Anlatılmaz bir şey var aramızda hazin
Şiir gibi bir şey seninle yaşamak
Bulutsuz bir gökyüzüdür güzelliğin
Devamını Oku
Şimdi benimlesin tüm kaygılardan uzak
Anlatılmaz bir şey var aramızda hazin
Şiir gibi bir şey seninle yaşamak
Bulutsuz bir gökyüzüdür güzelliğin
Zor yolculukların mekanıdır Ankara.. Yürünecek yüzlerce adımda, basınca üstünü pisletecek binlerce yerinden ve derinden oynamış kaldırım taşıyla kendini belli eden, kışın bir başka tadda yaşanan uçuşan paltolu yalnız adam sendromunun paltosu üzerindeki koca bir leke bu şehir...
Kesif kokulu duyguları yaşadığım bir Dünya başkenti burası.. benim sonkentim olsa da! Dilencileri ve tedirgin kuşlarıyla narin ve gerçekçi, mimarisiyle çelişkili, hasretleriyle çekilmez... Elini gönlümce tutamadığım sevdiğimle yürüdüğüm her yol bana şimdi dar, içtrafiğimde boğulan bir duygu seliyle taşıyor mazgallar... Ya bu şehirde, ya bende bir altyapı sorunu var! ..
Uykusuz sabahların poğaça kokulu ayaküstü kahvaltıları kadar sıcak fakat aceleci bir kargaşa şehri burası... Yaşamın bürokratik engeli... İmzasız yaşanmayan bir mekan... Kaçmaya çalışıp kurtulamadığın bir halden anlamayan... Bir fatura kenti burası, yaşam bedeli ağır olan....
Ankara Garı'nda bekleşen bir belirsizlik bu şehir... Yorgun trenlerin durağı ve işkencehanesi... Raylarda pıhtılaşmış ayrılıklar... Eski, büyük ve bir o kadar bunaltıcı bir olmazsa olmaz....
Heykel gibi soğuk, düzgün ve katı bir şehir burası.... Takım elbiselilerin takım halinde yollarda dolaştığı, otobüslerde asık suratıyla kendi arasında konuşup gülüşen gençleri göz ucuyla süzen bir ihtiyar şehir..
Her yolun iki büyük caddeye çıkmasıyla küçülen, kale civarındaki gecekonduların ve şehir dışına taşan villaların artmasıyla genişleyen bir tuhaf metropol..
Denizi yok, köprüsü yok... Hiçbir şeyi ve hiç kimseyi birbirine tam anlamıyla bağlayamıyor... Kendisine tutsak edemiyor insanı..
Martıları yok bu kentin... Sakarya Caddesi'nde soğuktan yanakları kıpkırmızı bir çocuğun sattığı simitlerden dökülen susamları yemeye çalışan güvercinleri var... Şişmanı var, sıskası var ama bu kentin güvercinleri olduğu bakışlarından gün gibi aşikar..
Yol kenarı tezgahları var.. Elli metre ötesindeki büyük binalarda kurulan büyük tezgahlardan habersiz, iş çıkışı karmaşa ve gürültü arasında bir iki mum satıp belki evinin elektrik faturasını ödemeye çalışan satıcılar.. Sattıkları kitaplarının birini dahi okuyamamış kitapçılar, okumak için kitap satanlar.. Gözlerin ötesinde gizli, kimsenin bilmediği büyük acılar... Kan, dehşet, ihtiras, kavuşma, aşk, acı... hepsi Kızılay'da...
Bıktırıyor bu duygular her Allah'ın günü..Bir ben miyim Ankara'nın yalnız ve pasifize sürgünü? ...
Merhaba..