Ben insan denen karmaşık varlığın bilinçli gevezeliğinden, yüzeyde parlayan çiğ ‘çıplaklığından’ ziyade kırılma anlarını, ruhundaki yarılmaları, hayalinde yaşattığı yasak arzuları gölgeleyen karanlığını, kendisinden bile sakladığı zaaflarını, yakıcı çelişkilerini merak ederim. Sevdiklerinin gerçekte kim olduğunu, kendi iç sesini samimiyetle bilmek isteyen ve hayatın hakikatine dokunmaktan ürkmeyen herkesin biraz benim gibi hissettiğini sanıyorum. Ama böyle hissetmekle, o hissi dile getirmek, sorgulayabilmek arasında derin bir uçurum var ve onun ucundan aşağıya bakmaktan ödümüz kopuyor aslında.
Bir iç dünyamız yokmuş, sanki sadece, görünenden, dile gelenden, miras aldığımız davranış kalıplarından ibaretmişiz gibi o siyah uçurumun üzerindeki tekinsiz asma köprüden geçip, karşı kıyının dikenli çalıları arasında dolaşamıyoruz. Yeryüzünün bu düz, tehlikesiz kıyısında, toplumun koyduğu kurallarla, ölçülerle, ahlaki değerlerle sürdürülen güvenli bir hayatın içinde rahat ediyoruz maalesef. Uğultulu ‘sosyal hayat’ karmaşasının ardında gizlenen ‘öteki hayatları’ merak etmenin tehlikesini içgüdülerimizle sezdiğimiz için kendimize bile soru sormuyoruz çoğu zaman. İnsan kendi aczini kabullenerek hayatını sürdürebilen tuhaf bir yaratık çünkü. “Hayır, ben onlardan birisi değilim” diyen çığırtkanların yüzüne bakın. Bazen en çok korkanların, gizlenenlerin onlar olduğunu görürsünüz.
Malum, geçtiğimiz hafta ‘istifa, komplo, namus, edep, aile, ahlak’ diye bağıran büyük koroyu hep beraber izledik. Onları seyrederken seviyesiz bir aptallığın kocaman adamları ne hale getirdiğini gördüm ve biraz üzüldüm hakikaten. Siyasi liderlerin gücü kötüye kullanmaması gerektiğinden bahseden, gücünü kötüye kullanmakla meşhur bazı yöneticiler, ‘özel hayat’ mefhumunun anlamsızlığından bahsediyordu. Tartışmaları ürpertiyle izlerken o insanları bu kadar nobran ve fütursuz yapanın ne olduğunu düşündüm. İki yüzlülük, siyasi hesaplar, menfaat ilişkileri, iktidar kavgası gibi sıradan kavramlar bu ‘yabancılaşmayı’ izah etmeye yetmez. Daha kesif bir çaresizlik vardı o konuşmalarda. Başkalarını ayıplar gibi yaparken aynada karşılaştıkları kendi görüntülerinden de ürküyorlardı aynı zamanda. Üstelik onların ‘öteki hayatları’ henüz teşhir edilmemişti. Biliyorsunuz değil mi, öfkeyi büyüten en güçlü dürtü korkudur aslında.
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta