Şahmeran... Bütün yılanların şahı... Belden aşağısı yılan, yukarısı insan olan bir kadın. Adaletiyle yılanlara hükmederken, güzelliğiyle insaları büyüleyen bir hilkat garibesi düşünün. Şahmeran, Hitit efsanelerinde İlliyanka, Grek mitolojisinde Medusa olarak farklı bir biçimde anlatılır. Biz, Anadolu’da Şahmeran Hikayesi olarak dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp günümüze kadar ulaşan efsaneye değineceğiz. Şahmeran efsanesi, insanoğlunun bencilliğiyle başlayan; sevgi, tutku ve ayrılıkla devam eden, vicdan azabıyla mühürlenen olağan üstü bir efsanedir. Şahmeran, o kadar beğenilen bir efsane olmuş ki; her anlatan dilinden bir damla bal, her dinleyen hayalinden bir çiçek katmıştır efsaneye. Mardin, Gaziantep ve Mersin yörelerinde biraz farklı anlatılıyor olmakla birlikte; efsaneye duyulan saygı gereği özüne pek dokunulmamış ve günümüze kadar gelmiştir. Şahmeran Efsanesi’nin bitimin aynı zamanda Lokman Hekim Efsanesi’nin de başlangıcını teşkil etmesi dolayısıyla apayrı bir öneme sahiptir. Şimdi efsanemize geçelim.
Rivayet edilir ki; kendisi fakir olsa da gönlü zengin olan, odunculuk yaparak geçimini sağlayamaya çalışan ve annesiyle birlikte yaşamakta olan Cemşad adında, yakışıklı ve yiğit bir delikanlı vardır. Günün birinde, iki arkadaşıyla birlikte kırlarda dolaşırken, tesadüfen ballı bir kuyuya denk gelirler. Bal o dönemin en kıymetli besinlerinden birisidir ve kısmet ayaklarına kadar gelmiştir. Gençler kuyudan balı çıkarmak isterler; ancak, kuyunun derinliği karşısında balı çıkarmayı göze alamazlar derken, arkadaşlarına dönen Cemşad: ’’Ben inerim.’’ der ve böylece efsane başlamış olur.
Kuyuya sarkıttıkları halata tutunarak aşağı inen Cemşad kovaları doldurdukça, arkadaşları balı yukarı çekerler. Kuyudan, düşündüklerinden de daha fazla bal çeken iki kafadar, hisselerine daha fazla bal düşmesi için Cemşad’ı kuyuda bırakarak, kovalar dolusu balla köylerine dönerler.
Arkadaşlarının ihanetine uğrayan Cemşad, saatlerce kuyudan kurtarılmayı bekler ancak ne gelen vardır ne de giden. Annesi ve sevgilisini düşünür yüreği burkulur. Hayatının bu kuyuda sonlanacağı karamsarlığına kapıldığı anda, iğne ucu kadar bir ışık hüzmesi çarpar gözüne. Merak ve heyecanla ışığın geldiği deliği çakısıyla, içinden geçilecek kadar genişletir. Kuyunun ardına geçtiği anda, gördüğü manzara karşısında put kesilir. Gözleri gördüğü güzelliklere inanamaz. Sanki Cennet bahçesine gelmiş gibi bin bir güzellik içinde bulur kendisini. İlerledikçe manzara daha da güzelleşir. Rengarenk çiçekler arasında yükselen ağaçlarda ötüşen kuşlar, billûr gibi akan bir dere derken, zümrüt yeşillikler üzerinde sürünen yılanları görür.
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,