Karısının boğazı beyaz bir mendille sarılıydı. Modayı izlemekten bıkmış olan eski pamuk hırkasını sırtına almış, hırkanın boşta kalan kollarını, düşmesine engel olmak amacıyla önde düğümlemişti. Sarı saçları dağılmış, bir bölüğü tokadan kurtulup açılmış, sayısız çuval, torba ve çantaların kalkıp konarken uçurduğu tozlarla yaldızlanmıştı. Camsız, cilasız tahta masasının üstü, yanlarındaki telden yapılma kağıt sepetleri, iri tahta kutuları kalınlı, inceli, büyüklü, küçüklü, sarılı, beyazlı zarflarla doluydu. Sağ elinde ağaç saplı bir damga vardı. Bu damgayı monoton ve çok çabuk hareketlerle, bir yandaki ıstampaya, bir de önündeki zarfların arkasına vuruyor, her vuruşta ilki kuvvetli, ikincisi hafif olmak üzere taktak taktak tak tak, taktak taktak tak tak diye sesler çıkartıyor, damgalanmış zarfları obir eliyle mekanik bir maşa gibi ayırıp topluyor, biten tomarları boş sepetlere dolduruyordu.
Karısı kendisini görünce kalktı. Çantasının yanındaki fileden bir gazete sayfası çıkardı. Çuvallardan kendisine en yakın olanının üzerine sererek:
- Otur Kubi.
Dedi. Delikanlı gazetenin üzerine ilişti:
- Soğuk almışsın Minicik.
- Burada en kolay şey soğuk almak. Kaç kaç kere söyledim. Kapılar açık, haliyle cereyan yapıyor. Başlarına gelecek ki bilsinler. Bugün acıma damarları depreşti şefin, masamı buraya aldırdı ama ben de kapacağım soğuğu kaptım. Baksana sesim hırıltılı. Saat kaç?
- Dörde birkaç dakika var.
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, sedire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
$en Yuva Apartmanı, bodrum kati.
Kutu gibi bir dairede otururlar.