2
‘Çalçı köye gittiğime pişmanım
Gamyon değil, şüfer benim düşmanım’
Akdeniz Caddesi tamamen ıssızdı.
Delikanlı Battal Gazi Sokağı ‘nı geçerken kendi evinin bulunduğu yere doğru baktı. Cami önündeki çıplak ampullü direğin durduğu bölüm epeyce aydınlıktı. Ondan ilerisi gecenin karanlığına gömülmüştü. Yukarı doğru yürürken, sol avucu içindeki kibrit kutusunu binaların kırçıllı beton duvarlarına sürtüyor, duvardan içerlek kapı boşluklarına rastgeldikçe kaldırıyordu. Şemsettin Sami Sokak ‘taki öğrenci yurdunun yanından geçerken içinde bir damar koptu. Biryerlerden boşalan kan sıcak sıcak vücudunun her yanına yayıldı.
‘Anılarımla dolu. Tüm anılarımla. Yirmidört yaşımda girdim, yirmialtıda çıktım. Dile kolay. İki yıl. Hapishanede geçenler gibi iki uzun yıl. Oniki yıl, kırkiki yıl. Ama şimdi iki saniye.’
Yurdun ışıklarına göz gezdirdi. Bütün pencereler karanlıktı.
‘Yatıyorlar. Tümü yatıyor gene. Yatın babam, yatın. Kavun-karpuz yata yata büyür. Kulakların çınlasın Yüksel Büyür. Kimbilir nerelerdesin şimdi? Feleğin bok işleri. Akıllılar içerde, deliler dışarıda. Akıllılar pulsuz parasız, susuz ekmeksiz, deliler pullu paralı, sulu ekmekli. Deliler hür, deliler diplomalı. Deli Tüksel diplomalı. ‘Kubi, dün Amme Hukuku ‘ndan, anladın mı yani, sınavım vardı. Amme ‘yi bilirsin; Hukuk Fakültesi ‘nin bel kemiği. Belkemiği dediğin bir barsaktır. Çok kalın, Kubi. Biliyorsun; ben çok fazla çalışamıyorum: Başım ağırıyor. Hastalık geçirdimdi o olaydan sonra. Lisede inşaattan geçerken başıma kalas düşmüştü. Kafamı yardı ya, ben bayılmışım. İnşaatın sahibini Hicaz bayrağı gibi boyadım rüyamda. Sonraları bana, anladın mı yani, sinir bozukluğu gelmiş, zırt, nasıl gelmişse. Sinir kliniklerinde iki ay yattım ya Kubi, anladın mı yani, paşa gibi yattım. Hastabakıcılar beni çok dövüyorlardı.Bağırıp hastaları rahatsız ediyormuşum diye. Tabii bağırırım, anladın mı yani, herkese pijamalar veriyorlardı, çubuklu, bana ise beyaz gömlek giydiriyorlardı, kolları sırtında bağlanan. Gündüz gözü pencereden adamlar giriyordu hastanedeki odama. Yanlarında köpekler, nah böyle böyle. Oysa benim kollarım bağlı. Bre aman, her yerimi ısıracaklar. Bağırıyorum. Bağırınca da, vay deliymişim de ondan bağırıyprmuşum oluyordu. Var mı bunda delilik, Kubi? Anladın mı yani. Babadan da hayır yok insana. Babam karşımda ağlıyordu, o kadar. Bre baba, aç şu ellerimi, sen kovamıyorsan ben kovayım şu köpekleri. Hayır. Bre baba, soba borusundan adamlar inecek şimdi içeriye. Bilmezsin sen bu hastaneyi. Gündüzleri küçük görünür bu borular. Ama sen gece gör. Aç şu ellerimi, anladın mı yani. Hayır. Babamda iş yok Kubi. Takmış başına bir köpek maskesi, oturmuş havlıyor oturduğu yerde. Yani ki; babam çoban köpeği de, öbürleri fino olduklarından havlayıp kaçıracak. Neyse, bir doktor geldi bir gün. Başımın her iki yanlarına, anladın mı yani, anotlar, katotlar bağladı. Adları öyleymiş onların. Herif beni ampul gibi yakacak besbelli. Ceryanı verince; zırt, ağzımda tek altın dişim vardı, anladın mı yani, o da fırladı ta karşı duvara. Kubi, haşa senden, anladın mı yani, altımı ıslatmışım. Neyse. Benim deli-meli olmadığımı anladılar ama aradan da iki yıl geçti. Sonra, okudum okudum. İşte de hukukun sonundayım. Tabii hiç sürekli çalışamıyorum. Olur tabii. Amme ‘ ye de çalışmak, anladın mı yani, pek para etmez. Sınıf geçen kurban kesiyorsa boşuna mı? Ben sınava gireceğim ya, şansına-mansına. Geçersem geçerim, geçemezsem kalırım, ağlayıp da iki gözden mi olayım? Kubi, ben gittim sabahleyin hamama. Haşa senden, anladın mı yani, gece şeytan aldatmış. Ben gittim hamama. Sanıyorum ki; sınav öğleden sonradır. Olur a, listeye yanlış bakmışım. Ben gitmişim hamama, fakültede mille sınavdayken. Şöyle bir sınava temiz gireyim, belki geçerim diye. Pis oldum mu işim rastgitmez. Kubi, meğer sınav sabahleyinmiş, anladın mı yani. Ben, öğle yemeğimi falan da yedim. Enam-ı Şerif ‘imi muşambaya sarıp koynuma koydum. Saat ondörtte sanıyorum ya, tam o saatte fakülteye gittim, dualar okuyarak. Bir de gittim ki, Kubi, anladın mı yani, sınıflar bomboş. Zırt. Hiç kimseler yok. Eğildim. Kapının anahtar deliğinden bakmak isterken, anladın mı yani, bizim profla çarpışmayalım mı? Meğer, ben bakarken, o da sabahki sınavı yeni bitirmiş, son sınav kağıdını da alıp hepsini sıraladıktan sonra çıkıyormuş. Elinde sınav kapıtlarından tomar, ne aradığımı sordu. Zırt. Söyledim. Açtı kapıyı, salon boş. Dedi ki; sınav sabahleyinmiş, şimdi bitmişmiş. Bir dahaki yıl gelirmişim, anladın mı yani. Kubi, dedim ki; zırt. Bura Hukuk Fakültesi değil mi? Hakkı-hukuku biz burada öğrenmiyor muyuz? Siz hakkın-hukukun profu değil misiniz? Ben saat çizelgesine yanlış bakmışsam şeriattan taş mı düşmüştür? Siz benim bilgimi ölçeceksiniz, gözümün bozukluk derecesini değil. Zırt. Hicaz bayrağı gibi boyadım, Kubi. Sen, dedim, hakkı-hukuku öğretme pozundasın ama ben jilet-peştamal takımını sokakta yitirdim. Ben, anladın mı yani, böyle dedim, artık o nasıl anladı bilmem, Kubi. Yüzüme baktı, baktı, baktı, güldü. Soruları dışarı çıkmışlardan duyup duymadığımı sordu.Hamamda yıkayıcılardan, hamamcıdan duyduğumu söyledim. Güldü. Zırt. Aldı beni, Kubi, tek başıma o bomboş salona. Koydu soruları önüme. Ben şimdi, anladın mı yani, sorulara baktım; hiçbirini bilemiyorum. Bilmediğim şeyleri de düşünsem, az sonra başım ağrımaya, zonklamaya başlayacak. Tükürüğümü, anladın mı yani, alıp alıp gözlerime sürmeye başladım. Yani ki, ben ağlıyorum. Geldi yanıma. Gözlerimin yaşına, ellerimin titremesine, ağzımın seğirmesine baktı. Dedi ki, ben terliyormuşum. Zırt. Hamamdan çıkan terler mi? Aldı soruları önümden, boş kağıdı nıraktı. Bildiğim bir tek soruluk bir şeyi yazmamı istedi. Ben de, inşaatta başıma kalasın nasıl düşüp tepemi yardığını yazdım. Kağıdı verip hatırlattım ki, anladın mı yani, harmana giren porsuk dirgene dayanır. Yani, ettin bana bir hayır, bari bacaklarını iyice ayır ‘a getirdim. Kubi, sınav çizelgeleri asıldı ki; adam gerçekten ayırmış bacaklarını. Yani, ben Amme ‘den geçmişim Kubi. Yani ben fakülteden mezun olmuşum. Zırt. Anladın mı yani, ben mezun olmuşum Kubi. Kubi… Kubi… Kubi…’
Birisi kolunu kuvvetle sarsıp yeniden bağırdı:
- Kubi…
Mahallenin bekçisi Kazım Ağa karşısında duruyordu. Ortadan az kısa boylu, tombul-topalak yüzlü, şağkası başından büyük, sigara içmez, sakız çiğnemez Kazım Ağa.
- Kubi neyin var?
- bir şeyim yok.
- ‘Merhaba’ dedim, duymadın. ‘Kubi’ dedim, duymadın.
- Duymadım.
- Kaç dakikadır ayakta durmuş, yurda bakıyorsun.
- Yurda bakıyorum.
- Tanrı ‘ya şükret ki kurtulalı epey oldu.
- Epey oldu.
- ‘Yurt’ dediğin hapishane.
- Hapishane.
- Ya da o ki; yoksullar evi.
- Yoksullar evi.
- Ama ilim-irfan yuvası.
- İlim-irfan yuvası.
- Yarının büyükleri hep buralardan çıkıyor.
- Yarının büyükleri.
Kazım Ağa karanlıklara, boş sokaklara, havlayıp koşuşan köpeklere düdük öttürdü:
- Hanımı almaya mı?
- Hanımı almaya.
- Ta Tophane ‘ye?
- Tophane ‘ye.
- Git, git; beklenmesin..Eyvallah.
- Eyvallah.
Kazım Ağa Şemsettin Sokağa saptı.
‘Kazım Ağa ‘nın postalları yeni. Boyu bir-iki milim büyümüş. Büyümüş. Yüksel Büyür. Yüksel Büyür sen bu anda biryerlerdesin. Bu anda şu uyuyan toplumun içinde biryerlerde. Terazisin, hakkı tartıyorsun, müvezzisin hakkı dağıtıyorsun. Ölümlere karar verip ‘Uğursuz karar yazdı.’ Diyerek kalemini kırıyorsun. Sen buralardasın. Buralarda biryerlerde. Bu toplumun içinde.’
(Devam edecek…)
Kayıt Tarihi : 20.6.2005 18:45:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İsmet Barlıoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/06/20/sahmaranlar-6.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!