Yoldan geçen bir adam durup bir süre ilgiyle baktı. Delikanlı bir geniş konferans salonunda bir baştan bir başa gidip geliyordu. Boru haline spkmuş olduğu formaları kavrayan elini kaldırarak sorular soruyor, sonra bu sorulara, kibrit kutusunu sıkan elini yukarıdan aşağı indirerek, çeşitli yaylar çizerek karşılıklar veriyor, kendi kendine bir şeyler anlata anlata ilerliyordu.
Ta aşağılarda Vatan Caddesi ‘ne döndü. Caddeye bastığı ilk adımla ayrı, apayrı bir dünyanın eşiğinden içeri girdiğini sandı. Yüksek, modern, pırıl pırıl metal direklerdeki yeşil flıoresanslı çubuk lambaların ışığında çoraplarına baktı. Ayakkabılarının boğazlarıyla paçalarının bitimleri arasında kalan bölümler yemyeşil Çin İpeği gibi parlıyordu. Kendi çorapları bu renk değildi. Bir süre ucuz, eski çoraplarının bu tatlı renklerini merakla ve övgüyle seyretti. Sonra başını kaldırıp direklere baktı. Direkler, asfaltın ortasından disiplinli bir dizi halinde ta ilerilere kadar uzanıyordu. Uzakta Aksaray ışıklar içerisindeydi. Derinlerdeki, kenarları damalı, kaportası çağla yeşili araba, yaklaştıkça kızardı ve tam yanından küflenmiş kırmızı olarak geçti.
‘Plakası 216527.’
Surların az ilerisinde yaşlı bir çingene taşlar üzerine oturmuş sigara içiyordu. Yanından geçerken selam verdi. Çingene duymadı.Delikanlı, yaya kaldırımındaki akasya fidanından bir dalcık kopardı, saydı: Sekiz yaprak vardı. Dalı sapından tutup yapraklarla yüzünü yelpazeledi. Sonra yaprakları teker teker koparıp uçurdu. İnce dalı katlamak istedi. Dal tekrar açıldı. Katlanırsa kırılır sanıyordu. Birkaç kere denedi, kıramadı. Attı. Bu kere, akasyadan tek bir yaprak kopardı. Yaprağı geniş kenarından yuvarlayarak sigara sarar gibi tamamen dürdü. Ortadan katladı. Yaprağın en üst tabakası, katlandığı yerden pek hafif yırtıldı. Eğilip çorabının boğazından ince bir lastik iplik çekti. Lastiğin iki ucunu düğümledi. İncecik bir sapan yaparak parmaklarına geçirdi. Bükülü yaprağı ok yerine sapanına taktı. Sapanı çeke çeke gerdi. Ansızın bıraktı. Yaprak uçarak gidip bir taşa vurdu.
- Eyüp ‘e nereden gidilüptür aya?
Yapraktan okun vurduğu taşa bakmakta olan delikanlı döndü. Onaltı yaşlarında kadar görünen bir gençti. Bıyıkları terlememişti. Sırtında kabaca ütülenmiş, bit pazarı yenisi bir elbise vardı. Lacivert elbisenin içinde, gömlek yerine bir işlik göze çarpıyordu. ‘Belki de laciver değil.’ Di. Mendil cebinden desenli iri bir mendil fışkırıyordu. Bu cepte kolları katlanmış bir güneç gözlüğü göze çarpmaktaydı. Saçlarının dipleri terlemişti. Alnında iyice belirginleşen bu damlalar, gözlerinin yanlarından yanaklara ilerlemekteydi.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta