Şahmaranlar(34) Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Şahmaranlar(34)

8
‘Gardaşcan, sanma ki kayalar sağır,
Hele var gücünle şu dağa bağır.’

Delikanlı:
- Ben sana dememiş miydim tatlı baharlara çıkacağımızı, Minicik. Dedi. Bak bu tatlı bahar sabahına… Bak bu güzel bahara…
- Borçlu borçlu sabahlar… Borçlu borçlu baharlar…
- Ama güzellik dolu Minicik. Umut dolu. Lütfen koşma öyle. Yavaş yürü. Benim ‘Enfiye Kutusu’ na göre; daha senin işe başlama zamanına tam kırkiki dakika var. Ama çok da inanma. Enfiye kutusu bu. İleri de söyler, geri de. İleri ileri sabahlara gidiyoruz. İleri ileri, taze taze bahar sabahlarına. İnsanı daha bir yenileyen, daha bir güçlendiren, daha bir umutlandıran sabahlar. Yaz kavurur insanı, kış dondurur, sonbahar tükenişleri, bitişleri, ölümleri hatırlatır. Hiçbiri güzel değil bahar kadar. Ben bahara ‘Bahar’ derim, ‘İlkbahar’ demem. Çünkü; bu baharın ikincisi yok. Bu bahar, bir kendine özgü bahar, bir taze bahar. Dokun bu bahara, Minicik. Ellerinle dokun, gözlerinle dokun, saçlarınla dokun… O güzel saçlarınla, o altın rengi saçlarınla, o sonbahardan gelmiş sapsarı saçlarınla ilkbahara dokun, bu bahara, benim baharıma dokun… Dallara dokun, kuşlara dokun, cıvıltılara, tomurcuklara dokun… Yumurtaların en güzeli tomurcuk… Civcivlerin en güzeli çiçek… Tomurcukları çatlata çatlata, meraklana meraklana, özlemden yanıp tutuşmuş başlarını dışarı dışarı çıkaran çiçekler… Avuçlarıma konasıca çiçekler… Yüzlerini-gözlerini öpesim gelen çiçekler… Yapraklarına ağlayasım gelen çiçekler… Gözyaşlarımı taze çiğ damlaları gibi yapraklarına yapraklarına dökesim gelen çiçekler… Güzel çiçekler… Mini mini çiçekler… Minicik çiçekler… Minicikler…
Genç kadın derin bir soluk alarak olduğu yerde durdu. Başını yükseklere, ağaçların körpecik yeşermiş en yüce dallarından da yükseklere kaldırdı:
- Suratına avuç avuç, bulamaç bulamaç çamur sıvanmış, kir sıvanmış, tezek sıvanmış bir dünyayı bana sevdirdin Kubi… Diye mırıldanıyordu. Bir örtü sıyırdın, kuş tüyünden hafif, büyücülerinkinden yetenekli ellerinle dünyamın üzerinden… Beni ılgıt ılgıt hayallerle dolu bir evrenin kapısından içeri üflüyorsun, yazdızlı tozlar gibi pul pul… Beni gerçeklerimle baş başa bırakma Kubi… Gerçekleri göre göre gerçeklerden doyar, gerçekleri tada tada gerçeklerden iğrenir oldum…
Genç kadın orada, gelip geçenlerin merakla baktıkları dikilip kaldığı yerde değildi. Bedeninden kurtulmuş gibiydi. Duygularının bu biçim yer değiştirdiğine ilk defa tanık oluyordu. Duyguları görevlerini birbirlerine vermişlerdi. Cıvıltıları görüyor, renkleri dinliyordu. Tadlara dokunuyor, yumuşak yumuşak bir şeylerin tadını alıyordu. Şekiller kokuyordu tüm evrende: Eğriler, üçgenler, çemberler kokuyordu. Tüy tüy olmuştu, telek telek, pul pul. Yağmurlar gibi dökülüyordu evrenden toprağın bağrına bağrına. Renk renk dökülüyordu, uça uça, pul pul, bereketli yağmurlar gibi ılık ılık.
- Ben gecesefasını sevmem Minicik. Akşamları, karanlıkları sevdiği için. Açılmalar aydınlıklara doğru olmalı. Yüzünü aydınlıklara aydınlıklara döneceksin, ayçiçekleri gibi. Ayçiçekleri görkemli, ayçiçekleri soylu. ‘Ha’ dedimi, arkasından ellibeş tane çeşidi gelir, her biri bir bey gibi. Ben çiçekleri severim Minicik, sonra toprakları, taşları, daha başka birilerini, insanları. Taşa bak, Minicik taşa bak… Zerreleri birbiriyle anlaşmış, birleşmiş, uyuşmuş, kaynaşmış. Kenetlenmiş ki, vay babam; taş gibi olmuş. Taş olmuş. Taş taş olmuş. Yumrukla kıramazsın. Bizler taş gibi olsak… Yumruk yumruk yumruklara, balyoz balyoz yumruklara karşı bir direnebilsek…
Elinde bir tahta kova dolusu yoğurt taşımakta olan yaşlıca bir köylü:
- Bağışla beem… Dedi. Uluanak mahallesi buralarda mı?
- Yanlış gelmişsin baba. Buraya ‘Güdük Minare Mahallesi’ diyorlar. Uluanak epey aşağılardadır. Şu uzakta gördüğün kalenin dibinde. Gök Medrese ‘nin arkalarında biryerlerde.
- Hay babana rahmet ola beem.
- Güle güle. Çıkaramazsan gene sor birilerine.
Genç karı-koca yürümeye başladılar.
- Bu yaşlı köylüyle birlikte bir şeylerimi yitirdim Minicik. bir şeylerimi yitirdim ama ne olduğunu bilemiyorum. Hayallerimi ya da gerçeklerimi. Yaşlılar, tükenmişler, tükenmeye yüz tutmuşlar böyledir. Araya girdilermi bir şeylerini yitirirsin ve neyi yitirdiğini de pek bulamazsın.
Yanından geçtikleri mahalle fırınının yanında durdular. Sıcak birer simit aldılar. Genç kadın kendi simidini kağıda sardırdı:
- Ben bunu dairede yerim, öğle paydosunda. Çayla.
Delikanlı elindeki yol çantasını açtı:
- Ben de bunu yolda yerim.
Yürümeye başladılar.
- Yola öğleden sonra mı çıkacaksın, Kubi?
- Hayır Minicik, sabahleyin. Seni dairene bıraktıktan hemen sonra.
- Yolun uzak mı? Teftiş edeceğin yer çok mu gene?
- Yolum uzak. Önce Tokat ‘a geçeceğim. Oradan Niksar ‘a. Niksar Tokat ‘ın ilçesi. Çok güzel Minicik. Şehzadelerden kalma. Bir çala İstanbul ‘u andırıyor. Hükümetin önünde durup Gazhane ‘ye doğru baktınmı, Dolmabahçe ‘de dikilmiş, Sarayburnu ‘nu seyrediyorum sanırsın. Teftişim az. İki işçiyi haksız yere işten atmışlar. Tabii kendileri böyle diyor dilekçelerinde. Bakalım nasıl? Biri bir lastik fabrikasında, obiri ceviz işletmelerinden birinde. Niksar ‘ın ceviz işletmelerinde kadınlar çalışıyor Minicik. Ceviz kırıyorlar, kilosu seksen kuruş. Önlerinde bir taş, ellerinde bir taş. İki taş arasında. Önceleri de gitmiştim, biliyorum az-çok. Gitmesi bir şey değil, gelmesi zor: Otobüsler dolmadan kalkmıyorlar. Dolmuşlar da. Oradan da öyle, buradan da. Yollar ne iyi, ne kötü. Çamlıbel ‘den Tokat ‘a kadar dağ yolu, inişli, virajlı. Biz Köroğlu ‘nu Bolu ‘lu biliyorduk Minicik. ‘Tokat ‘lıymış’ diyorlar. İnanamadım. Köroğlu Tokat ‘ta kiminle savaşacak? Bolu Beyi yok ki? ‘Bolu Bryi’ dediğin, adı üstünde; Bolu ‘lu. Kim başka yerliyi getirip başına bey yapar? Söz kendine kalmışsa. Çamlıbel ‘de çamlar var, halk ondan Köroğlu ‘na bağlıyor belki de. Sonra Minicik, otobüsler Yıldızeli ‘nde çok bekliyorlar. Bağırarak boşalan yerlere yolcu alıyorlar. Az gidiyorsun, uz gidiyorsun, bir kilometre yol gidiyorsun, gene duruyorlar. Orasının adı Pamukpınar. Adına aldanma: Ne pınarı var ne pamuğu. Bir öğretmek okulu kurmuşlar Allah ‘ın kırına, onun adı da öyle. Öğrenciler inip biniyorlar falan.
- Kaç gün kalırsın Kubi?
- Ne kaç günü? Sabah gider, akşama dönerim.
- Tanrım hayırlı yolculuklar etsin. Akşama dönmene çok seviniyorum. Akşamları sen olmayınca kendimi bu koca Sivas ‘ta yapayalnız sanıyorum.
- Dayanacaksın Minicik. Bizim işimiz de bu. Yolculuksuz müfettişlik olur mu? Bizdeki işyerlerinden biri Şam ‘da, biri Halep ‘te. Uzak olanlara otobüsle falan gidiyorum. Bu ay, Vilayet Muhasebe Müdürü, Tokat ‘taki beş-altı liralık otobüs paralarımı kabul etmek ve ödemek istemedi.Açtı yasayı, gösterdi: ‘Müfettişler, gittikleri yerlerde, teftiş edecekleri yarlere yakın bir otelde kalmakla yükümlüdürler.’ Diye yazıyor. Anlattım, anlamadı. O öyle öğrenmiş. Ben, örneğin; bir PTT müfettişi, bir bankanın müfettişi, bir Sümerbank ‘ın müfettişi değilim ki, ona yakın bir yerde kalayım. Ben iş müfettişiyim. Bir nevi genel müfettişim. Onların kendi müfettişlerinin teftiş ettikleri yerleri de teftiş ederim. Örneğin; İş Kanunu kapsamına girmek kaydıyla, PTT ‘yi de, Sümerbank ‘ı da, bütün bankaları da, kısaca; devlete, özel ve askeri sektörlere bağlı bütün işyerlerini. E şimdi, yasa beni bir otelde yatırırsa, bütün bu işyerlerini benim ayağıma kim getirecek? Ya da beni onların her birinin yanlarındaki otellerde nasıl yatırabilecek? Ayakparmaklarıma kadar her bir parçamı bir otele bölerek mi? Benim işyerlerimin bir Şam ‘da, biri Halep ‘te. Neyle gideceğim, otobüsle gitmeyip? Anlattım, anlamadı. Defterdar ‘a çıktım. Allah ‘tan adam Tokat ‘lı. Çağırttı Muhasebe Müdürü ‘nü. ‘Bana bak yahu…’ Dedi. ‘Yasa böyle der, yasa şöyle der’ derken ben seni, depo kapısında bekleyen nöbetçilere benzetiyorum. ‘Yassah’ dedinmi, yassah ‘tır.Postabaşı gelse geçer de, Başbakan gelse geçemez. Dinle arkadaş: Ben Tokat ‘lıyım. Heryerini de karış karış bilirim. Sen say ki; santim santim. Müfettiş Bey gitmiş Rasathane ‘ye ki; iki kilometre güneyde. Gitmiş Sert Ağaç Fabrikası ‘na kiüç kilometre ötedeki Malkayası ‘nda. Ve şuraya gitmiş, buraya gitmiş. Karşılıklarında da yazdığı para birer lira. Elli kuruş gidiş, elli kuruş dönüş. Otobüs parası. Geçelim taksiden, bir kirli, bir atları yellenen fayton parası bile yazmamış. Bu bir. Ayrıca; bizim, müfettiş Bey ‘in ne yaptığını kontrole, yasaklama yetkimiz var mı, be adam? Biz yapılanı, edilenşi, gidileni, gelineni değil; hesabı kotrol ederiz. - Bin yaşasın. Masasına layık adam. Ben bunlara, para işlerine, para sıkıntılarına, para formalitelerine aldırmıyorum. Beni üzen sadece sensiz beklemek. Diğerleri olur gider. Yokluğuna, geçici de olsa, alışamıyorum suç bende mi? Seni seviyorum Kubi. Toprağımız ayni yerden alınmış.
- Tabiy, benim topyağım düzel çocuk topyağı da ondan.
- Ajını yiyeyim Kubicik. Döjleyini yiyeyim…
Delikanlı gülerek:
- ‘Ağız’ dedin de aklıma geldi Minik kuş. Dedi. Tam senle simit aldığımız şu fırının köşesi var ya, işte o köşenin ağzında çalışan gazete satıcısına benim dünden bir gazete parası borcum kalmıştı. Yetmişbeş kuruş. Sanki bir ona kalmışmış gibi. Neyse. Gerçekten adam yoktu. Veremedim. Kaçtım falan sanır sonra. Zaten yoksulun biri. Yarına kalmasın. Bu borcumu sen o adama öder misin? Ama bugün.
Genç kadın:
- Tabii Kubi. Diye karşıladı. Sonra sen neden böyle şeylerin sözünü derken hep ‘Borcum’ diyorsun? Senin borçların benim, benim borçlarım senin değil mi? Tüm yaşantımız, tüm sıkıntılarımız birbirimizin değil mi? Mutluluklarımız, mutsuzluklarımız?
- Özür dilerim Minicik. Darılacağını düşünmemiştim.
Genç kadın güldü:
- Darılmam haklı mı? Doğru mu?
Delikanlı da güdü. Karısının beklediği alışkanlığıyla:
_ Evet. Dedi Bu doğru.
Köşeyi konuşa konuşa döndüler. Otobüs terminalinden delikanlının Tokat biletini birlikte aldılar. Bir süre daha caddelerde gezindiler. Genç kadın:
- Seni yolcu edeyim mi Kubi?
Diye sordu. Delikanlı gülümsedi:
- Beni yolcu etmekle, bana el sallamakla, bana üzgün gözlerle bakmakla başa çıkamazsın Minicik. Şimdiye kadar çıkabildin mi?
- Şimdi çıkarım. Hem de ölene kadar.
- Benim tüm yaşantım yolculuklarla geçecek.
- Evliya Çelebi gibi ‘Seyahat ya Resulallah’ demişsin.
- Peki sen düşünde peygamberden ne diledin ki; alınyazın benimle birleşti?
- ‘Eşim hem yakışıklı, hem bilgili, hem çalışkan, hem enerjik, hem centilmen olsun, hem de beni çok sevsin.’ Diye dilekte bulunmuştum.
- Öyleyse düşün çıkmamış.
- Hayııır, benim düşüm tam düş gibi çıktı. Tatlı, güzel düşler gibi çıktı.
Delikanlı kolundaki ‘Enfiye Kutusu’ na baktı:
- Vaktimiz geldi Minicik. Dedi. İkimizin de vakti geldi. Tam senin işe başlama, benim de yola çıkma saatim. ‘Enfiye Kutusu’ nun avansı. Rötarı hariç. Ha ‘di seni dairene bırakayım ki; Abbas da gönül rahatlığıyla yolcu olabilsin.
Karısına postaneni kapısına kadar eşlik etti. Orada ayrıldılar. Genç kadın çalışacağı servise giderken delikanlı da terminale döndü.
(Devam edecek…) 34

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 11.7.2005 21:47:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu