6
‘Pembe de hanım ne bakarsın saraydan?
Kötü bizsek ko çıkalım aradan.’
Karanlık geceye solgun aydınlık veren lapa lapa bir kar yağıyordu.
Kar tanelerini riri iri, beyaz tohumlar halinde karanlığa savuran öfkeli bir rüzgar, pencerenin kanatlarına kanatlarına, camlarına camlarına saldırıyordu. Duvardaki çiviye asılı beş numara gaz lambasının alevi, olduğu yerde pırpırlıyor, alçalıyor, yükseliyor, kısılıyor, açılıyor, dibinde bıraktığı karanlığı büyültüp küçültüyor, lambanın soluk ışığını emmeye çalışan uzak duvarlar, koyu maviden kör siyaha dönüşüyordu. Köşedeki üç ayaklı, yuvarlar ve küçük sac sobada ışık yoktu. Yeni binanın soğuk odasında, soba duvarlardan, duvarlar sobadan sıcak dileniyorlardı. Sıcak… Bir parça sıcak… Bir dilim sıcak… Allah rızası için sıcak…
Pencere önünde, ceketinin yakaları kalkık olarak ayakta durup dışarıdaki karanlıklara bakmakta olan delikanlı, rüzgarın savurduğu kar tanelerinden gözlerini ayıramıyordu. İlerisi görünmeyen derin karanlıklarda, ciğerleri çok kuvvetli bir köpek honk honk diye bağırdı. Tek kat tuğla duvardaki pencerenin pervazlarından saldıran soğuk rüzgar yüzünü yaladı. Elbiselerinin altında biryerlerin ürperdiğini duyan delikanlı, durumunu değiştirmeden:
- Kış Erzurum ‘ludur fakat Sivas ‘ta oturur.
Diye söylendi. Yanmayan sobanın yanında oturmuş, uzun naylon çoraplarını, gene bu çoraplardan birinden önceden çekilip biriktirilmiş bir iplikle yamalamaya, onarmaya çalışan genç kadın, gözlerini işinden ayırdı, kocasına baktı. Çeneleri tıkırdayarak:
- Muzaffer Beylerin getirdiği iki-üç kucak odun da bittiydi, Kubi. Dedi. Biriktirdiğim karyon kutuları atayım mı sobaya? Bir de şeyleri… Gazeteleri. Birkaç tane zaten. Hem de okuduyduk.
- Bilmem ki.
- Yoksa yarına mı saklayalım ha, ne dersin? Bunları şimdi yakarsak, yarına çare bulabilir miyiz acaba?
- Üşüyorsun. Getir yak. Aklımızda duracağına yansın gitsin. Zaten de ısıtmaz ama bir anlık da olsa faydadır gene. Elektrik bağlanmış olsaydı, belki bir ısıtıcı alırdık. Veya bir ocak. Hem az-çok ısıtırdı, hem de çayımızı-suyumuzu kaynatıp yemeğimizi pişirirdi.
- Ne iyi olurdu.
- Hiç olmazsa Hergün yakar fakat borcunu iki aydan iki aya düşünürdük. Böyle Hergün değil.
- Ne kadar güzel olurdu… Ah ne kadar güzel olurdu… Şimdi hem ısınamıyoruz, hem yıkanamıyoruz, hem de yemek pişiremiyoruz. Değil mi, Kubi?
- Allahtan ki bahar yakın.
- Daha iki ay var Kubi. ‘Buranın yazı ağustosa kadar gelmez, eylülde bile kar yağdığı olur.’ muş. ‘Baharın sadece adı var’ mış.
- Adı da olsa yeter. Bahar bahardır. Bahar umuttur. Bahar yakın Minicik, umutlu baharlara, çok büyük baharlara, çok taze baharlara çıkacağız.
- Atayım mı sobaya karton kutuları Kubi? Gazeteleri falan. Ne ki kaldıysa tümünü.
- At at…
- Yarına bir çare bulabilir miyiz dersin?
- Bilmiyorum Minicik. Biraz ısınalım, biraz ekmek yiyelim, ondan sonra borçları-harçları hesaplayıp çıkar yol bulup bulamayacağımızı anlayalım. Çok pis iş Minicik. Daha ayın onbirinde, onikisinde çıkar yol arıyoruz. Çok pis iş. Bu dopru.
Genç kadın sırtındaki masa örtüsüne iyice sarıldı. Çiviye asılı lambayı yerinden aldı. Sönmesin diye, bir elini pırpırlayan lambaya korunak yaparak:
- Özür dilerim Kubicik. Ben kutuları ve gazeteleri bulup getirinceye kadar bir süre karanlıkta kalacaksın.
Dedi ve çıktı.
Karlı gecenin soğuk aydınlığı karanlık odayı zorluyordu. Öfkesini artırmış olan rüzgar pencerenin pervazlarını ve evin çatısını sökmeye çalışmaktaydı.
(Devam edecek…) 30
Kayıt Tarihi : 7.7.2005 22:15:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İsmet Barlıoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/07/07/sahmaranlar-30.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!