Şahmaranlar(28) Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Şahmaranlar(28)

5
‘Kalkın ey ağalar, hayret edelim;
Müjde bize heç kedersiz gelmeyo.’

Sivas Milletvekili Nihat Bey:
- Kubi. Dedi. Ben seni tükendin sanmıştım. Tükenmemişsin. Yaralanan, al kanlara belenen, kafası kanlı palalarla kesilen fakat koltuğunun altına sıkıştırdığı başını, teslim etmeyen şehitler gibisin. Sen Sivas ‘lı olalı altı ayı geçti. Tümünü biliyorum. Neyin varsa, ne yaptınsa tümünü. Eşinin hala daha Sivas ‘a atanamadığını, İstanbul ‘da üçyüz lira ev kirası, bi dolu borç ödediğini, arşivlerde yattığını, o namlı bankaya her ay ikiyüz lira yatırdığını, şunu, bunu, tümünü. Bütün bunlara karşı, eşini Sivas ‘a almak için sadece yasa yollarını zorladığını, alışılagelmiş kapılardan yardım ummadığını, şimdiye kadar asla bir çıkış yolu bulamadığını, tümünü, tümünü. Senle tanıştığım günden bugüne dek ben de çok çıkış yolu aradım. Ama sadece yasalar düzeyinde. Senin gibi. Torpil, aracılık yollarını asla denemedim. Böyle kapıları asla zorlamadım. Bunları zorlasam, en önde sen ayıplardın beni. Biz başka insanlarız, Kubi. Olmak istediğini olan, olmak istediğinden başkasını olmak istemeyen insanlarız. Çünkü; yönümüz var. Çünkü; bize gereği olanlarımız var. Çünkü; içimizi, içimizde biryerlerimizi yoksulluklarıyla, mutsuzluklarıyla, açmazlarıyla kanatanlarımız var. Daha uygar anlayışların, daha erdemli davranışların insanlarıyız. Vicdanların, yasaların insanları. Sen ve ben. Bizler ve sizler. Yani yasaları yapanlarla, yasaları uygulayanlar. Biryerlerde bizim yaptığımız yasaları siz uyguluyorsunuz. Bilmem anlatabiliyor muyum Kubi? Ben hiçbir zaman torpilin, aracılığın adamı olmak istemedim. Bunun için de ben, belki bir daha burada olmayacağım. Vız gelir. Ben; büyük devrimcinin devrimlerine ilk harcı koyduğu kentin çocuğuyum. Konferansımla seni yormadan konuya geliyorum: Yeri geldikçe kaldırılacak olan ve asıl seni fakat hakkın savunucusu bir arkadaşın olarak da beni ilgilendiren, onüç kadrodan biri, bugün bir memurun emekliye ayrılmasıyla boşanmıştır. Ben ilgililerle görüştüm. Üzerine basa basa söylüyorum: Torpil, aracılık istemedim, yasalara uygun olmayan bir şey yaptırayım diye ricada bulunmadım, kimseye, bu açmazım çözülürse, karşılığında şu veya bu hizmeti yapacağım konusunda umut vermedim. Sadece görüştüm ve durumu anlattım, gereken açıklamaları yaptım. Açıkladım ki; boşalan bu tek kadronun kaldırılması, onüç kadronun kaldırılmasından bekleyen faydayı tek başına sağlayamayacaktır. Zira; söz konusu fayda için, daha oniki kadronun boşalmasını beklemek gerekmektedir. Oniki kadronun kaldırılmasını beklemekle onüçünün kaldırılmasını beklemek arasında devletçe önemli bir fark yoktur. Ama bireyler için önmeli faydalar vardır. Devletlerin ömürleri uzundur, bireylerin kısadır. Devletler bekleyebilir ama bireyler bekleyemez. Durumu yasalara uygun, mutluluğu için gerekenler yasalarda öngörülmüş birilerince bu kadronun boşalması çok önemlidir. Bu birileri altı ay da yasaların geçit vermesini beklemişlerdir ve artık onları bekletmek, aralanan bu geçidi onlara kapatmak yasa koyucunun temel istemiyle bağdaşamaz. Dolayısıyla bu boşanan kadroya atama yapma olanağı vardır. Bir farkla. Bu atama, daire dışından olursa yasalara aykırıdır, aracılıkla ve baskıyla yaptırılırsa ahlaksızlıktır. Zira; dışarıdan atamayla, kaldırılması öngörülen kadronun, yerinde durdurulması yasalarla bağdaşamaz. Zaten böyle bir atanma dileğini, o atamayı yapacak yetkideki ilgili yapmaz, geri çevirir. Yapmaması, geri çevirmesi de kendisinden beklenir. Zira; devletin bu yetkiyi verdiği ilgililer erdemlidir, öyle varsayılır, öyle olmaları gerekir. Beri yandan, atama daire içinden olursa; hem yapılma olanağı vardır, hem de yapılması yasalara uygundur. Zira; devlet bir yandan giderlerini kısmak isterken, bir yandan da kalkıp iki kadroya aylık vermeyecek, gene eskisi gibi tek kadroya verecektir. Bir farkla ki; atanan kimse, aylığını İstanbul ‘dan bırakacak, Sivas ‘ta alacaktır. Bu işte devletin kaybı yoktur. Bir bakıma Sivas ‘ta boşalan bu kadro kaldırılmış ve yerine İstanbul ‘daki bir kadro getirilmiş demektir. Kadrolar ayni kuruluşun kadroları olduğuna göre; gene toplamdan bir eksilmiş sayılabilecektir. Ortadaki fayda açıktır: Hem yasaların çalışan eşlere sözverdiği, garanti ettiği olanak ve vaad yerine getirilmekte, hem de altı ay sıkıntılara şerefle karşı koyan bir kimseye, (hangi nedenle olursa olsun) elinden alınmış olan mutluluğu geri verilmektedir. Bu durumda başvurulan yol aracılık değildir. Yasalara uygun bir uyarmadır, istemeden açmazların sıkıntılarına düşmüş bir insanı veya insanları kurtarmadır, onlara karşı bağışta bulunmak değil, yasaların bireylere karşı olan yükümlülüklerinden birini yerine getirmektir. Onlara, devletin var olduğunu, kendilerinden yana olduğunu göstermedir. Bilmem anlatabiliyor muyum, Kubi? İyice açıklayamadığım, yeterli biçimde belirtemediğimi sandığım bir tek noktamız kaldı sanıyorum: Bizim bu açmazımızın çözüme kavuşturulmasında devletin zararı değil, yararı vardır. Bireyleri, biryerlerde, yitiği olmadan koruduğu için. Zira; devletin görevi bireylerden doğagelmiş toplumu korumak, ona uygarca hizmet etmek, onu yükseltmek, ona fayda sağlamaktır. Bir başına bırakmak, hizmetlerini esirgemek, geriletmek, zarara sokmak, mutsuz etmek değildir.
Nihat Bey bir soluk alıp koltuğuna yaslandı:
- İşte Kubi, ben birgün kadrolardan birinin o yolla boşandığını öğrendim. Ki; boşalıyormu boşalmıyormu diye izlemekteydim. Ve ki; bir kadronun boşalıp boşalmadığını izlemek yasalara aykırı bir davranış değildir. İlgililerle şimdi sana anlattıklarımı görüştüm. Biraz fazla veya biraz eksik. Yasaya uygunluğu görüldü, anlaşıldı. Boşalan bu kadronun kaldırılması, eşinin İstanbul ‘dan Sivas ‘taki bu kadroya atanması konusunda gereken yerlere gereken buyruklar verildi. Sana telefon edip izin almanı ve buraya, Ankara ‘ya gelmeni istememin nedeni işte budur. Hem benim yapamayacağım, yapmak da istemeyeceğim odlumu-bittimi formalitelerini izler, kesinliğe bağlarsın, hem de İstanbul ‘a gidip eşini alır, borcunu-harcını ayarlar, gene Sivas ‘a Nami ‘nin yanına dönersin. Şimdi, seni, iki yanlı yoksulluk içinde geçen altı uzun aydan sonra eşine kavuştuğun, açmazlardan az da olsa kurtulduğun için candan-ciğerden kutlarım. Höst… Höst… Gelme üstüme… Öyle el-ense çekecekmiş gibi elini-kolunu açarak teşekkür edecek bir şey yok… Beni, şu yarı kalçama batan eski koltukta rahat bırak, başka ihsan istemem… Yoruldum, dinleneceğim… Sen de defol buradan… Git, bir an önce işlerini gör…
Delikanlı merdivenleri koşarak inerken eğrilmiş bir trabzan demirine takılan ceketinin arkası beline kadar yırtıldı:
‘Fena mı, ceketin yırtmaçlı oldu’ ydu.
‘Bugün çok çay içeceğim. Ağzım kurudu. Sınav kapılarında beklerkenki gibi kurudu. Hey hey, benim ağzım kurudu… Bardak bardak çay içeceğim… Kırk bardak çay içeceğim… Ben Koyuncu Baba ‘nın canını yiyeceğim… Ben Muzaffer Abi ‘nin canını-ciğerini yiyeceğim… Onlar bana borç vermese, onlar bana borç üstüne borç vermese, onlar bana borç oğlu borç vermese, ben hiiiç gelemezdim buralara… Hiiiç dediğin bir piçtir… Hiç ‘in babası yoktur, anası yoktur. Hiç oğlu hiçtir… Piç oğlu piçtir… Piçtir, piliçtir… Piliç bize göre değildir. Ben kurufasulyeyle pilav yiyeceğim ve sonra da çay içeceğim… Çok çay içeceğim… Tam kırk bardak, kırkı da kulpu kırık bardak…’
Delikanlı yoluna rastlayanları iterek, koltuklayarak koşuyordu. Kimisi şaşkın baktı, kimisi sövdü, kimisi yana çekildi, kimisi ıstavroz çıkardı. Her geçtiği yerde bir şamata kopuyordu. Arkasına üç delikanlıyla bir otobüs dolusu çocuk katıldı.
- İşte hırsız bu…
- Hangi hırsız?
- İki ay sonra toptancıyı soyup karakolda suçsuz olduğunu kanıtlayarak bırakılan…
- Polis diye bağıralım mı?
- Bağırmak faydasız… Karakol buna bir şey yapamıyor… Dereden-tepeden su getirip suçsuzluğunu kanıtlayınca kurtuluyor…
- N ‘apalım öyleyse?
- Bir iyi dövelim…
- Islatalım…
- Islatalım ki, vay aman Allah, eşek sudan gelinceye kadar…
Kovalayanlar, bir köşede yavaşlamış, ıslık çala çala yürürken üzerine saldırdılar. Üç kişi birbirlerine aktararak dövdüler. İki ön dişini kırdılar. Yumruklarla dudaklarını patlattılar ve sonra bırakıp gittiler.
Yattığı yerde kendine gelebilmek için başını salladı, doğruldu, sonra sıçrayıp kalktı. Ağzının iki dişlik yeri karanlıkta kala kala gülüyor, ağrı-sızı duymuyor, avucundaki iki ön dişine bakıyordu:
‘İlk defadır ki, iki ön dişimi aynanın yardımı olmadan görebiliyorum… Doğrudan doğruya… Oh, bu mutluluk… Buruk bir mutluluk… Avucumda diş var… İki diş… Dişdiş… Şimdi ben dişsiz çay içeceğim, şimdi ben dişsiz ıslıklar çalacağım. Falsolu falsolu, çıkmayan çıkmayan ıslıklar… Islık çala çala çay içeceğim… Tam kırk bardak… Kırkı da diş diş kırık bardak…’
Dişlerini cebine koydu. Ağzını eliyle silip ıslık çalmayı denedi. Islığı falsolu çıkıyordu. Yeniden denedi. Bir daha, bir daha denedi. Başaramadı. Güldü. Yoluna çıkanları yararak, iterek, savurarak koşmaya koyuldu. Biryerlerde soluk soluğa bir çayevine girdi. Oturur oturmaz garsona:
- Bana çay ver… Dedi. Kırk bardak çay ver… Kırkını da bir metal tepsiye koy… Yuvarlak bir metal tepsiye…
Garson uzaklaştı. Ocakçıya anlattı. Sonra ‘Deli. Adamın kafası biryerlerden kontak yapmış.’ Diyerek bağladı. Aldırmadılar. Ama gözlerini de ondan ayıramadılar.
Delikanlı:
- Ner ‘de kaldı benim çaylar? ..
Diye bağırınca ivedilikle çayları doldurdular ve saygıyla sundular.
Çay bardaklarıyla dolu koskocaman, yuvarlak metal tepsiyi formika masada plak gibi çevire çevire çaylarını içmeye başladı. Altıncı bardakta tıkandı. Yedinciyi saksıdaki kaynana diline döktü. Sekizinciyi ‘Henüz sıcak’ diye bırakıp, dokuzuncuyu, onuncuyu ve sonrakileri elledi. Kırkıncı bardağın çayını yeterince soğumuş bularak ellerini yıkadı. Metal tepsiye on lira atıp garsona:
- Üstüyle bir çay da sen içersin…
Dedi ve çıktı.
Delikanlı o gün eşinin atanma formalitelerinin merkezle ilgili bölümlerini tamamladı ve Ankara ‘dan hemen ayrılarak karlar içerisindeki Sivas ‘a döndü. İstanbul ‘dan önce Sivas ‘ta yapmak istediği işleri vardı.
Koyuncu Baba ‘yla dolaşıp aylığı ikiyüzelli liradan kiralık bir ev tuttular. Mahalle arasında ve dar bir çıkmaz sokağın içinde bulunan ev, yeni yapıldığından camları takılmamıştı. O gün taktırttılar. Elektrik bağlanmamıştı, bir çiviye bir gaz lambası astılar. Mevsim kıştı, hava soğuk, çevre tepe tepe karlıydı fakat kömür için, verilecek günü beklemek gerekiyordu, kömür yerine bir küfe odun attılar.
Sonra delikanlı fırtınalı bir kış günü İstanbul ‘a doğru yola çıktı.
Haydarpaşa ‘nın rıhtım kapısından geçtiği andan, ara vapurunun Kabataş ‘a ulaştığı ana kadar gözlerini Tophane ‘den, karısının içinde bulunduğu o yapıdan ayıramadı.
Kabataş ‘tan Tophane ‘ye kadar nasıl geldiğini kendi de bilmiyordu. Yola bakan o büyük, o tanıdık taş kapıdan boğazında hıçkırıklar düğümlenerek girdi. İçeridekiler ona sadece bir kalabalık gibi geliyordu. Bu yapının demirbaşından sayılan bir kalabalık. Yapının kapıları, pencereleri gibi birşeyler…
(Devam edcek…) 28

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 6.7.2005 22:24:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu