Bakışları bir derin delilikten bir yufka akıllılığa yorgun geldi.
İrkilerek kolundaki ‘Enfiye Kutusu’ na baktı. Görevinin başlamasına altı dakika kalmıştı. ‘Ancak giderim’ di. İçmediği çayının parasını tabağa bıraktı. Kalktı.
Ayağa kalktığında gençti, omuzları ve başı dikti. Temizdi, kişilikliydi, bilgiliydi. Güzel konuşmasını, öfkeleri tatlı dille, inandırıcı sözlerle yatıştırmasını biliyordu. Kalkarken açmazlarını oturduğu yerlere bırakmasını kendinden öğrenmişti.
Günlük görev programını uygulamaya başladı.
Araba parasından kısmak için belediye otobüslerinin elli kuruşa götürdüğü Malkayası ‘na kadar gidiş-geliş olarak, toz bulutlarına bürünen yollarda altı kilometre yürüdü. Gelişte sağnağa tutulup iliklerine kadar ıslandı. Otobüsler, kamyonlar, arabalar, yol çukurlarına birikmiş çamurlu sel sularını terziye borçlu elbisesine sıçrattılar. Eşekler üzerinde kara kara şemsiyelerle biryerlere giden köylüler, hem gittiler, hem dönüp dönüp kendisini incelediler. Bir işyerinin çevresindeki ağaçlara son derece uzun iplerle bağlanmış iki dev bekçi köpek, teftiş için içeriye girmek isterken üstüne saldırıp içeri bırakmayarak iplerinin son izin sınırına kadar kovaladılar. Bu son sınırda, ellerini ağzının çevresinde boru gibi yapıp köpekleri engellemeleri için sahiplerine bağırdı. Sesi yağmurların gürültüsüne karışıp gitti. Duyuramadı. Sesinin artık yok sayıldığı o kesimde, işyerinin bekçileri olan köpeklerle birbirlerine bakıp durdular. Köpekler tam köpekti. En yırtıcı kurtlara karşı bile silahlandırılmışlardı. Boyunlarındaki demir bileziklere bıçak kadar keskin ve sivri uçlu, sayısız demir mıh geçirilmişti. İtlerin ürkütücü, yırtıcı hırıltılarını duyan bir adam, işyeri pencerelerinden birinden başını, ellerini, gövdesinin üst yarısını çıkardı. Elindeki megafonla köpeklerini niye rahatsız ettiğini ve ne istediğini sordu. ‘Ben İş Müfettişi ‘yim. Devlet adına teftiş yetkim var. Ama teftiş gücüm, teftiş yeteneğim yok. Gel şu yırtıcı köpeklerini al. Bir merhamet et beni koru da, içeriye girip seni teftiş edeyim. Noksanların, yasalara aykırılıkların için senin anandan emdiğini burnundan getireyim. Ya da, gönder orada hakkı yenmiş işçilerini, şu canavarlardan beni korusunlar. Zira; ben senden onların yenilmiş haklarını çıkarmaya geldim. Çıkaracağım da. Ama ancak bu köpekleri onlar buradan aldıktan sonra.’ Diyemedi. Utandı. Devletinin, bakanlığının, dairesinin adına, otoritesine gölge düşürmekten çekindi. Bütün bunların yerine ‘Hiiiç, yani dedik ki; varalım, şu köpeklere bir bakalım ki, bunlar nasıl köpekler.’ demekle yetinip ayrılmak zorunda kaldı. Büyük inşaat sahibi olan bir öfkeli işveren, bu kere bir başka işveren, kiremit ve taş yığınlarının arasında ellerini Cihan Pehlivanı Kara Ahmet gibi, beline koyarak:
- Müfettiş beem. Dedi. Yaşamayı seven müfettişlerin gözleri kör, kulakları sağır gerek. Bu işin sonunda bana bok çıkarsa; seni bu inşaatta, ‘Dikkat edin.’ dedim, etmedi, kafasına çok ağır bir kalas düştü.’ ye getirir, hakkını aradığın olanca işçiyi de tanık yazdırırım.
Delikanlı işverenin otuziki dişine bakarak:
Yohdur anun yanında bir kılca i'tibârum
İnsâf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn et
Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzigârum
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta