Şahmaranlar(22) Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Şahmaranlar(22)

2
‘Mıstık Paşa sarayında kasılır,
Bir ossursa en dik başlar yassılır.’

Müdür Rahmi Bey delikanlının kolundan çıktı. Caddenin sağındaki yeni durmuş otobüsten inerek kendilerine yaklaşan toz-toprak içindeki adamın elini sıktı. Sonra delikanlıya dönüp:
- Bu… Dedi. İşgüvenliği Müfettişi Muzaffer Bey. Adını taşıdığı genel müdürlüğe bağlı olarak bizim Bölge Çalışma Müdürlüğü ‘müze görev yapar. Tabii kendi branşında. Bu da, bize yeni atanan İş Müfettişi Yardımcısı Kubi. Adı Kubilay ama herkes öyle dediği için biz de öyle çağırıyoruz.
Muzaffer Bey kısa boylu, çevik, çok canayakın, esmer, iyice zayıf, gözlüklü bir adamdı. Gören, otobüsten inen bir yolcu değil de, siperlerden dönen bir savaşçı sanırdı. Başına iyice oturmuş bir sivil kasketi, yaz günü giyilmiş belden aşağı etekli, büyük cepli bir gocuğu, paçaları sıkı bir çadır pantalonu, yuvarlak iri burunlu ruzveltleri, sağ elinde çok ağır geldiği belli olan üzeri soyulmuş, toz içinde, bombeli bir çantası vardı.
Büyük bir candanlık ve çok eskiden tanırmışlıkla:
- Ah ulan Kubi. Dedi. Sen bu Nami ‘ye ne ettin de, nasıl ettin de yuvasından çıkarabildin? Ulan oğlum, ben tanıdım tanıyalı, bu adam işini bitirir bitirmez kapanır odasına okur. Dinlenmenin, eğlenmenin, gezmenin, bahçenin, sinemanın ne olduğunu bile bilmez. Sen nasıl ettin de bunun bu büyüsünü bozdun? Sen kalk da bilmem nerelerden gel bu Sebas memleketine, Nami ‘yi kandır, çıkar sokaklarda gezmelere, happalara götür. Ah ulan Kubi, ah… Olacak iş mi bu sanki… Ha ‘di gelin, gelin de şu kral Özden Lokantası ‘nda size birer bira içireyim. Dairede bir yanınız meyhane, bir yanınız gazozhane ama gene de çalışa çalışa ağızlarınız nah bu benim ruzveltlerime dönmüştür. Ben bilirim; Nami öyle konuk-monuk, acemi-macemi iplemez. Adama ıska geçirttirmez, eşek gibi çalıştırır.
Coşkun bir atmosfer içinde lokantaya girdiler.
Biralarla kuru yemişler geldikte, Muzaffer Bey çantasını açıp içinden ağır bir metal külçesi çıkararak masaya koydu:
- Muradın ‘daydım. ‘Muradın’ dediğim yer Koyulhisar ‘ın bir köyü, Kubi. Anasının dininde. Git git bitmez. Anam ağladı arkadaş. Zaten mide ülser. Aş yok, ekmek yok. Sadece üç-beş tane Ülker bisküvisi, Zara yollarında hem yiyorum, hem araba bekliyorum. Neyse, bir kamyonla geldim Koyulhisar ‘a. Ulan, araba? Araba yok. Ulan etme. Baktım çare yok, çıktım kaymakama. ‘Valla arkadaş…’ dedim. ‘Buralara kadar geldimse de burada araba bulamadım. Ver şu senin arabayı, benzinini ben alırım.’ Aldım arabayı, çıktım yola. Koyulhisar ‘dan ayrılıyorsun, ormanlar. Karadeniz ormanları. Ordu ‘ya yakın. Git git bitmez. Neyse, tatlı canımızı attık uçurumlardan sonra Muradın ‘a. Formaliteleri tamamladım. Maden damarları kuvvetli. Bei galeri sürmüşler. Maden bu. İyi maden. Tenörü yüzde kırkbeş. Aslı kurşun ama gümüş karışık. Şu beyaz lekeleri atla; bunlar kuvars. Şu küçük parça galen. Yani safa yakın. Filizler güzel. Damar kuvvetli. Kurşunu bilirsiniz; nah şöyle tespih tanesi gibi sürer. Damar kalınlaşır, incelir kopacak gibi olur, gene kalınlaşır. Cevheri tahta olukla indiriyorlar. Bu indirilen, triyajı yapılmış galen. Kalanını varediyorlar vargellere, katırlara. Yukardan fereyle inmişler ocağa. Galerinin biri, aynaya, yani cevherin henüz ellenmemiş kesimine kadar tam güvenlikli. Ağaçlardan yapılma tahkimat gerçekten övülmeye değer. İşçilerin bazısının başında baret yoktu, şıp diye aldırdım. Neme gerek arkadaş, ben elin yoksulunu korunaksız bırakamam. Kurşun bu. Ağır maden. Lağım atarken, şu bu olurken bakarsın kafaya iniverir. Ölsün mü fukaralar. Onlar da zaten almam demiyorlar. Gösterdinmi, anlattınmı, öğrettinmi, inandırdınmı hemen alıyorlar. Jeneratörle veriyorlar havayı içeri. Olağanüstü çöküntülere karşı, işçilerin biryerlerden kaçabilmelerini sağlamak için bazı kesimlerde kaçma delikleri açtırdım. Maden iyi. Ah bu bizim madenlerde de bir izabe, bir flotasyon kurulabilse. Yitik değer az olur ki sorma. Bilmez değilsiniz, Artova ‘dan kromun kilosunu beş-on kuruştan satıyoruz. Taş fiyatına. Yabancılara. Neden? İzabemiz yok da ondan… Neden? Flotasyona maçamız tutmuyor da ondan… Yabancılara… İşçimizin emeğini…Alnının terini… Koydum postamı. ‘Anlamam’ dedim. ‘İşçilerin tümüne tulum isterim, başlarına baret, ayaklarına uzun lastik çizme isterim, ellerine havlu-sabun isterim. Allah ‘ın dağında kuru ekmeği Murat ‘ın suyuna batırıp yiyemezler, tümüne öğle yemeği isterim. Taşa-toprağa abdest bozmak dedemin zamanındaydı, modern tuvaletler isterim, öğle dinlenmeleri için birkaç masa, yıkanmaları için duşlar isterim.’ Dedim ve tümünü istedim. Ne yapalım, arkadaş? Bizden bu kadar. İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin, yapmayanın iki yüzü. Kalksa da herif damarına verse, yapmasa veya madeni kapasa ne halt edeceksin? Sorarım sana. Zorla madeni çalıştıramazsın ya. Duydun mu Nami Paşa? Yaptırabildiklerimizi yaptırdık, kalanları tamamlasınlar diye haliyle birkaç ay önel verecek yani süre tanıyacağız. Olacak bu işler. Böyle olacak. Yavaş yavaş olacak.
Muzaffer Bey birasından bir yudum, leblebisinden de birkaç tane alarak eliyle derin toz yürümüş kirpiklerini temizledi:
- E ulan Kubi? Şimdi sen dökül bakalım. ‘Kubi-mubi, ulan-mulan’ diyorum ya, sen bana boşver. Ben düz adamım. Kenardan dolaşmayı bilsem, şimdi kürsülerde vatan-millet söylevleri veriyor olurdum.
Nami Bey:
- Kubi nesini dökülecek, Muzaffer? Dedi. Zaten dökülmüş oğlan, döküleceği kadar.
Deyip delikanlının bütün durumunu anlattı. Sonra:
- Yolluklardan 250 lira kalmıştı. Diye ekledi. Mehmet ‘le dış teftişe çıkmışlardı, onu aldı. Dörtyüzelli de aylık; al sana yediyüz. Yüzellisi otele, kaldı beşyüzelli. Eşinin Sivas ‘a atamasını çıkaramadılar. Kadın orada, İstanbul ‘da üçyüz lira ev kirası ödüyor. Aylığı dersen, sadaka kadar. Manifaturacıya borç, terziye borç, ayakkabıcıya borç, Yardım Sandığı ‘na borç, Emekli Sandığı ‘na borç. Borç oğlu borç. Memurluğa borçlu başlayan iflah mı olur? Bu da burada borçlandı. ‘Eşimin gözü bir entari görmedi, eşim sırtına bir büluz bile giyemedi, ilk aylığımdır.’ Falan diyerek bluzu, entariyi aldı taksitle. Fiyatların yanına mı varılıyor ki? İki-üç metiro entarilik yani zubunluk, bir tane büluz yani işlik; tam dörtyüzelli pannot. Tam tamına aylığı kadar. Ellisini peşin verdi, kalanına gerneşecek aydan aya. ‘Kardeşim, peki bu entariyi hangi parayla diktirip de giyinecek eşin? ’ diye sorsan cevap bile veremez, enayi. Yanında dikiş parası da yollamayı düşünse; kalkıp hangi pankanın üzerine çekle saldıracak, bu kahrıman? Hani adam yalvarmış: ‘Tanrım bana bir çuval altın yolla, hamal parası da yanında olsun.’ İşte o hesap. Beşyüzellinin dörtyüzellisini gönderdi karısına. Elinde de kaldı tam yüz tane kelle lirası. Ha ‘di Kubi, deden de yesin oğlum, ninen de. Dün gece parkın tahta sıralarından birinde uyumuş. Uyursa uyusun. Suç kimin? Devletin mi? Toplumun mu? Kendinin mi? Karısının mı? Birilerinin, birkimselerin mi? Kimin? Ben hiiiç fikir yürütmem. Yargıya sen var artık.
Müdür iki-üç leblebi attı ağzına:
Fıkrayı dinleyin. Dedi. Adamlar üçkağıtçı. İşkembeleri beleşe çıkaracaklar. Biri obirine anlatıyor planı: ‘Falan köye gideriz, kendimizi din adamı bildiririz. Namaz kıldırırız. Sen imam olursun, ben müezzin. Bir iyi kıldırırız. Sonra da doldurur işkembeleri, yelkenleriz.’ Obiri duaları bildiğini, ancak sıralarını bilmediğini söyleyip direniyor. Beriki: ‘Kolay, oğlum.’ Diyor. ‘Nasıl olsa ben biliyorum sıralarını. Onun için ben senin ayağına bir ip bağlarım, namazda yanlış dua okursan ipi çekerim, dalgayı değiştirirsin, olur biter. Şimdi sıraları ben biliyorum diye imam olmaya kalksam, bizi köyden sopayla sürerler. Çünkü; bende ense-kulak yok. O da sende var. Allah vergisi. İçimizden ense-kulak kimdeyse imam da onun olması gerek. Derken bu iki sahteciden (Öyle diyelim) Dursuna imam oluyor, Mahmıda müezzin. Her şey plandaki gibi yürüyor. Derken namaza duruyorlar köylülerle. Dursuna şu duayı okuyor, Mahmıda olmadı gibilerden ipi çekiyor. Dursuna bu duayı okuyor, Mahmıda gene ipi çekiyor. Yani Dursuna ne okursa okusun Mahmıda ipi çekip duruyor. Namaz kılanlar şaşırıp imama bakınca; Dursuna cemaate dönüyor: ‘Bre iki gözüm cemaat’ diyor. ‘Ben ne halt edeyim? İpin ucu Mahmıda ‘nın elinde. Hangisini okusam çekiyor adam.’
İşte biz de böyleyiz. Hangi duayı okusak, birileri arkadan ipimiz çekip duruyorlar. Senin ipini, benim ipimi, onun ipini. Fıkradaki namaz kılanlar gibi şaşırmışız. İpimizi çeken kim, onu da bilemiyoruz.
Gülmediler, gülemediler. Muzaffer Bey, masanın yanından katlı bir miktar parayı delikanlıya uzattı:
- Kubi, al şunları. Borçtur. Ne zaman durumun düzelirse o zaman, ne zaman içinden gelirse o zaman verebileceğin bir borçtur.
Delikanlı şaşırdı. Anlayamadı, karar veremedi, sadece baktı.
Nami Bey gülerek birasını bitiriyordu.
Delikanlı iyice utanmıştı:
- Ama Muzaffer abi…
Diyecek oldu. İşgüvenliği müfettişi kaşlarını çatmıştı:
- Al oğlum, babamın hayrına vermiyorum. Borç veriyorum ben sana, borç. Anladın mı, borç. Ben senden de büyüğüm, Nami ‘den de. Durumum da iyi. Üüüü ne vartalar atlattım ben, ne vartalar. Ama burada, devlet babanın kanadı altında değil. Özel sektörde. Şamarlar yedim ki, daha çınlamaları kulaklarımda. Şimdi de şamar falan yiyorum arada bir ama kulaklarımda çınlaması kalmıyor.
Nami Bey delikanlıya:
- At o paraları cebine de kalkalım artık. Korkma, ödeyemezsen kefili benim.
Diyerek güldü. Muzaffer Bey kurşun külçesini çantasına koyarken kızdı:
- Hastir lan.
- Ne kızıyorsun kardeşim, çakalın kefili bakkal olur.
Müdür gülmesini sürdürürken öne geçti, lokantadan çıktılar. Lokanta önünde Muzaffer Bey ‘i evine yolcu ettiler. Yan yana hükümet konağı önündeki havuzu geçip istasyona aşağı yürüdüler. Orduevinin karşısındaki bahçede birileri oturmuş, birşeyler içiyorlardı. Görünürlerde tek kadın yoktu. Nami Bey:
- Gel Kubi. Dedi. Sivas ‘ta şimdilik harem-selamlık yöntemleri uygulanıyor. Burada evliler hükümetin karşısındaki bahçede oturur, bekarlar da bu bahçede. Oranın adı turizm bahçesi. Hani bütün evliler turist olurmuş gibi. Buraya ise cıbıllar parkı deniyor. ‘Cıbıllar Parkı’ dediğimde sakın çıplaklar parkı sanma. Bu cıbıl obir cıbıl. Varlıksız cıbıl.
Ağaçların dibinde bir masaya otururlarken Nami Bey ileri doğru atılıp caddedeki birine seslendi:
- Nihat…
(Devam edecek…) 22

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 3.7.2005 01:53:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu