Şahmaranlar(21) Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Şahmaranlar(21)

- Baba, gelin bir çayımı-kahvemi alın, canım.
Yaşlı adam sevimli çocuğun saçlarını karıştırıp bıraktı:
- Sağol, benim yavrum. Akşama doğru inşallah. Haydi uğurlar olsun. Git sat.
Yaşlı adam uzaklaşan çocuğun arkasından bakan delikanlıya döndü:
- Peki gardaş, hele şimdi de sen de ki; kimsin, necisin, ne işin var Sivas ‘ta?
Delikanlı kısa cümlelerle durumun bütün iskeletini çizdi. Adam daha bir sevinmiş, daha bir ısınmıştı. Hele delikanlının da ayni sıcakkanlılığı göstererek kendisini hemen ‘Baba’ diye çağırması daha çok hoşuna gitmişti. Daireyi gösterdi. Ayrılırken:
- İşten sonra uğra çayevine, Kubi Bey Gardaş. Dedi. Bu yoksulun seni sıkmayacağını göreceksin. Bir harabeyiz; definemiz yoksa da, ortaya çıkaracak biraz eskimiz-püskümüz var. Yerini söyledimdi. Şurada, tam caminin karşısında. Koraltanlar ‘ın büyük yapılarıyla yüzyüze.
Delikanlı, birinin yardımı olmaksızın kırk yıl arasa bulamayacağını kavramıştı: Bölge Çalışma Müdürlüğü, küçük iş sahiplerine ait baraka dükkanların arkasındaydı. Cadde dükkanların önünde kalmıştı. Bilmeyenler bu kesimde bir resmi dairenin bulunacağını akıl edemezlerdi. Dükkanların arkasında kalan binanın önünde küçük bir alan vardı. Dükkanlarının kapısı bu alana bakan birkaç derici, tüylü yanları toprağa çevrilmiş, tuzlu, ıslak hayvan derilerini ortaya sererek kurumak üzere güneşe bırakmışlardı. Alandan yükselen keskin bir tuzlanmış deri kokusu genizleri tıkıyordu.
İkinci katında dairenin bulunduğu bina çift katlıydı. Alt katın bir bölümünde dairenin kapısı vardı. Bunun sol yanındaki, kalan kesimleri kaplayan kısımda büyük, kirli, pis bir vitrin durmaktaydı. Bu vitrinin arkasında, işe erken gelmiş bir gazozcu pedal makinesiyle şişelere kapak vuruyordu. Daire kapısının beriki yanında ise, han biçimi, toprak yapı bir meyhane yer almakta, meyhaneci, kirli camlarına içki şişeleri yığılı meyhanesinin kilidini kurcalamaktaydı. ‘Bu saatte meyhane açılmaz, belli ki; bu herif meyhaneyi daha yeni kapatıyor.’ du. Gazozcunun on adım karşısında, dükkanlara dağıtım yapan bir çay ocağı vardı. Önüne, kaldırıldığı zamanlar bile tozunun silinmediği anlaşılan kirli, dörtköşe bir masa atılmıştı.
Vakit erkendi. Daireler saat dokuzda açılacaktı. ‘Enfiye Kutusu ise henüz sekiz.’ di.
Delikanlı, dairenin kapısını gözden uzak tutmamak için, çevredeki boğucu, kusturucu deri kokusuna aldırmadan, toz içindeki masaya oturdu. Eşiğindeki güneşe sinekler üşüşmüş açık kapıdan içeriye seslenerek çay istedi.
‘Gözüm şöyle bir çay görsün, nasıl olsa bugün aylık alarak işe başlayacağım.’
Çayını söyleyip başını çevirince şaşırdı. Dairenin önünde yoksul giyinişli, uzunca boylu, ceketsiz bir adam vardı. Elindeki uzun saplı süpürgeyle kapı önünü süpürüyordu.
‘Bu adam birdenbire nereden çıktı? Kapı kilitliydi ve kendisi daha bir saniye önce ortalarda yoktu.’
Çayını içerken gözlerini adamdan ayırmıyordu. ‘Odacı olmalı’ ydı. Adam da kendisine bakıyordu. Bir süre bakışlarını saklamayı gereksiz bula bula baktı, sonra süpürgeyi duvara dayayıp içeri gitti. Çok az sonra da, daire kapısı üstüne gelen balkonumsu biryerlerden bir pencere açıldı. Sempatik yüzlü, beyaz dişli, saçları iyice gerilemiş genç bir adam görünüp kayboldu. Bu sırada odacı da dönmüştü. Bu kere süpürgesiyle hiç ilgilenmeden doğruca yanına geldi. Ağzının içinde birçok dişinin olmadığını göstere göstere:
- Yeni gelen müfettiş bey siz misiniz?
Diye sordu.
- Evet.
- Müdür Bey de sizi bekliyordu.
- Saat kaçta gelecek müdür bey?
- Müdür bey de, müfettiş beyler de, memurlar da yerlerindeler.
- Daha saat sekiz. Dairelerin işe saat dokuzda başladıklarını duymuştum.
- Başka daireler öyle ama bizimkiler saate falan aldırmazlar. Hepsi böyle gelir.
Delikanlı çayının parasını ödeyip daireye girdi.
Yukarıda dar bir koridor vardı. İlk göze çarpan, duvara asılı bir karton oldu. Üzerinde çini mürekkeple yazılmış, okunaklı yazılar göze çarpmaktaydı: (İşçinin emeğinin karşılığını, alnının teri kurumadan veriniz. Hz. Muhammed)
Bunu görür görmez delikanlının içini bir sevinç kapladı:
‘Burada, bu deri kokan alanın ortasındaki, bir yanı gazozhane, bir yanı meyhane olan bu basit binada akıllı insanlar var. Çok akıllı, çok idealist insanlar var. Çalışanı koruyan, ne dediklerini bilen, dilbilgileriyle özdillerine bağlılıkları ve san ‘at yönleri etkin olan insanlar var. Ve bu kentin işverenleri çok dinci insanlar. Yasalardan çok dine saygılı insanlar. Ve bunlar, bu yapıda çalışanlar bunu biliyorlar. Biliyorlar ve onları inandıkları yandan yasaya doğru sürüyorlar. ‘Senin inandığın da yasalarımızın inandıklarına yakın’ demeye getiriyorlar. ‘Yasalar sana göre de doğrudur’ a getiriyorlar. Bunlar çok akıllı, çok görevlerine bağlı, çok vatansever insanlar. Bunlar bunu biliyorlar ve ben onları biliyorum. Tanıyorum, seviyorum. Sevilecek insanlar. Yoksa; hiçbir yoksulluk, kişiyi deri kokan, şarap kokan, pis bir alan içindeki bu köhne yapıda yaşamaya zorlayamaz. Bunlar sevilecek kişiler. Bunlar yürekli kişiler.’
Masasından kalkarak candanlıkla elini sıkan müdür:
- Ben Nami… Bu, İş Müfettişi Necdet Bey…
Deyip hem kendini, hem de ayakta duran beyaz dişli, sevimli, saçları gerilemiş arkadaşını tanıttı.
Delikanlı gösterilen yere oturduktan sonra Necdet Bey özür dileyip şıktı. Kalanlar bir süre birbirlerini sessizce süzdüler.
Müdür, kollarıyla masaya abanmıştı.Kısa boylu, sık siyah saçlı, gözlüklü, bıyıklı, bakanları ilk anda sıcaklığıyla saran, rahatlatan bir adamdı. Dudaklarından gülücükleri hiç eksik olmuyor, önündeki Bafra paketinden sık sık sigara yeniliyordu. Bir ara, odacının getirip önüne koyduğu bir kağıdı, çevik göz gezdirmelerle okumuş, enerjik hareketlerle imzalamış ve geri vermişti:
- Memeda, bize çay da söyle…
‘Müdür yerleşik adam. Çok yerleşik. Koltuğunu doldurmuş. Yetenekli ve zek,. Okumaya düşkün. Gözlüklerinden belli. Gözlerinin bozukluğu aşırı okumak yüzünden olmayanlar göz kaslarını kısarlar, büzerler, sıkarlar. Nunda o yok. Çok dikkatli ve kararlı. Şaşkın değil. Ne yapacağını biliyor. Kalemi bozuk. İmzalarken kağıt üzerinde gıcırdıyordu. Belli ki; yetinici. Hem kendini koruduğundan, hem devleti. Sadece kendini koruyan ve yetinici olmayanlar böyle yerde, noksanlarını devlete tamamlattırırlar. Bu iyi. Bu müdür hem idealist, hem yoksul. Adam darda. Benim gibi darda. Ne içeceğimi sormadan çay söylemesinden belli. Hem darda, hem prensipli. Yalancı yönü yok. ‘Benim içirebileceğim bu. Anla artık.’ Demeye getiriyor. Yetinici. Yokuştan yuvarlasan aşağıya yarasız-beresiz iner. Ayni yerden yuvarlanan başka müdürün kolu-budu kırılır. Bu yetinici. Olanıyla yetinir, kendiyle yetinir. Saygı duydum. Sevgi duydum.’
Çaylarını içerken soruldu. Delikanlı da tekrar kendini anlattı. her şeyini anlattı. Düştüğü açmazları, çözülmezleri anlattı. Tuğla ocaklarında çalıştığını anlattı. Türk Dil Kurumu ‘ndan iki kere birincilik ödülü aldığını, ayrıca mizah ödülü kazandığını anlattı. Yabancı dillerini anlattı. Ve:
- Releri yumuşak ge gibi söylüyorsunuz, Fransızca ‘yı çok iyi konuşuyorsunuz.
Diye bağladı. Müdür sağ cebinden dört köşeli minicik bir karton çıkarıp uzattı. Kartonun bir yüzünde Fransızca bir kelime, obir yüzünde de bu kelimenin karşılığı olan Türkçe bir sözcük vardı. Gülerek kartonu geri alan müdür:
- Ben bilmediğim kelimelerin Fransızca ‘sını bunun bir yüzüne, Türkçe ‘sini de obir yüzüne yazar, bu cebime koyar, çıkarıp bakıp öğrenince şu cebime atarım.
Dedi.
Birbirlerini daha bir sevdiler.
Çaylarını içtikten sonra müdür delikanlıyı kaleme götürdü. Orada kalem şefi ve memurlarla, müfettişler odasında da henüz tanıtmamış olduğu ikinci müfettişle tanıştırdı, ayrıldı.
İkinci müfettiş Mehmet Bey, genç ve epeyce yakışıklı biriydi. Kendine güvenli olduğu anlaşılıyordu:
- Müfettiş demelerine bakma… Diyordu. Necdet Bey ‘le be, ikimiz yardımcıyız. Sizin gibi. Kendi kendimizin yardımcısıyız. Zira; burada henüz müfettiş yok.
Odada bulunan iki masada onlar oturuyorlardı. Delikanlıya üzeri delinmiş koltuklardan birini gösterdiler. Necdet Bey:
- Zaten bu odada pek kalamayız. Çünkü, büro adamı değiliz. Bizim işimiz dışarıda, çarşıda, kentte, arazide, başka kentte, kırda, tarlada. Gah uzak yerlerdeki bir kanal inşaatının dibinde, gah dağ zirvelerindeki ıssız maden galerilerinde. Gah bir devlet dairesinde, gah özel sektörün biryerlerinde, gah askeri işyerlerinde falan. Arabamız yok, yaya. Otobüsü bulup yakalayıp binebilirsen devlet parasını öder. İlçelerde falan bu da sökmez. Yapar yapar, çalışır çalışır, buraya, merkeze döneriz. Merkeze bağlı tek ilimiz var: Tokat. Tabii Sivas ‘ın ve Tokat ‘ın tüm ilçeleri, bucakları, köyleri de buraya bağlı. Bizim çalışmalarımız bakımından. Onun için, kim burada olmazsa onun masasına siz oturursunuz. Biz arkadaşız.
Dedi. Mehmet Bey kalın bir kitap uzattı:
- Bunda bize yarayanlar var. İş Kanunu bu. Ve bağlıları. Grev, lokavt, toplu iş sözleşmesi, sendikalar için çıkarılan kanunlar falan. Birçok şeyler bunun içinde. Şu numaralı, bu numaralı yasalar, yönetmelikler, tüzükler ve başkaları. Kitap bizim değil. Dairenin de değil. Müdür beyin. Okuyunca gene bu dolaba koyarsınız. Dolapta birşeyler daha bulacaksınız. Şu klasörlerde Sayıştay kararları, burada Danıştay, şunda da Yargıtay kararları saklanmaktadır.
Bu sırada kalem şefi geldi.
Kalem şefi Kamil Bey, genç, yakışıklı, atletik vücutlu, gözlüklü, dişleri beyaz, pileli gömleğiyle, siyah kıravatıyla, mavi elbisesiyle gayet şık bir insandı. Bazı formalitelerin yerine getirilebilmesi için, kimlikle ilgili bir bölük soru sordu. Elindeki kağıtların özel yerlerine öğrendiklerini işaretleyip çıktı.
Biraz sonra Kamil Bey tekrar geldi. Bu kere elinde beyaz bir zarf vardı:

- Aylığınız.
Diyerek zarfı verip odasına döndü.

Zarfın üzerinde, yerleşik rakamlarla içerideki tutarın ne kadar olduğu yazılıydı. Delikanlı, zarftaki paraları arkadaşlarının yanında çıkarıp saydı:
Dörtyüzelli liradan ibaretti.
Masalara doğru baktı. İki büyük kanatlı pencerenin önünde, yüzleri birbirine bitiştirilmiş olan masaların üzerinde bir karaltı duruyordu. Kalçasının biri bir masada, biri obir masada kalan, varlığıyla o koca pencereyi tüm kapatan bir karaltı. Vurdukça porsur, kabarır, kıllanır, dikenlenir kanısını uyandıran bir karaltı. Pençelerinin biriyle bir masaya, biriyle obir masaya abanıp yüklenmiş bir karaltı. Sesi, duyulmuş seslerin dışında olan bir karaltı.
‘Amaaan Kubi…’ Gibilerden birşeyler söylüyordu. ‘Yüksek öğrenim dediğin, kazanılmış hak dediğin, üç yabancı dil dediğin bu mu? Ben onların sana verdiği aylığa, kahvede poker oynarken ‘Bob’ diyorum. Gel oğlum, benim yanımda erketeci olarak çalış, sana her hafta hem bir onca aylık, hem de aylığın kadar ek ödeme vereyim. Sen onca yaşantını ayda dörtbuçuk almak için mi tükettin? .. Onca öğrenimi onun için mi yaptın? .. ‘Havaryu? ’ dedinmi ‘Ayem going Nat Pinkerton’ diyen adamlar Kapalı Çarşı ‘da ayda beşbine para demiyorlar.’
İrkildi. Müfettiş Necdet Bey kolunu sarsıyordu:
- Sarardığından belli; karaltıyı gördün, değil mi? Porsuk porsuk porsuyan, diken diken kabaran top-topalak karaltıyı gördün. Masalara abanan, odaları zil zifir karartan karaltıyı. Buraya her yeni arkadaş geldikçe uğrar. Biz artık görememeye alıştık. O da biliyor bunu. Görüp görmezliğe geldiğimiz. Ama sen gördün. Gözlerinin iri iri açılıp masalara dikilmesinden belliydi. Yüzüne kara kara vuran gölgelerden belliydi.
Müfettiş Mehmet Bey;
- ‘Bu yapıda yatır var.’ Derler. Bu o yatır olsa gerek. Ben de önce inanmamıştım. Fakat Necdet Bey de, Müdür Bey de, diğer arkadaşlar da görünce inanmak zorunda kaldık. Bizden önce gelip gelip ayrılanlar da görmüşlermiş hep. Nami Bey söyler.
Necdet Bey:
- Bu Sivas ‘taki her yapıda yatır bulunduğu söylenir.
- Her yapıda yatır olsa; Sivas yattı. Sivaslılar hiç kalırlar mı yatırlı yapılarda? Yatırlıları daire olarak kiraya veriyorlar. Onun için de görenler tüm bizim gibiler.
Delikanlı kendi kendine ‘Herhalde bu kadar değildir. Buna ek olarak birşeyler daha verirler. Mutlaka birşeyler daha verirler. Vermeleri gerekir. Mutlaka vermeleri gerekir. Mutlaka ve mutlaka vermeleri gerekir.’ Diye düşünüyor, arkadaşlarının söylediklerini detaysız duyuyor, değerlendiremiyordu.
(Devam edecek…) 21

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 1.7.2005 13:15:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu