Lokmasını yutamadı. Boşu boşuna çiğnedi, çiğnedi, çiğnedi. Ağzında büyüyordu. Büyüdükçe büyüyordu. Sanki dev bir el, ağzından içeri zehirli bir el sokmuştu. Taş gibi bir kütle. Küf kokan, yosun kokan, toprak kokan bir kütle. Bardağın arta kalmış olan klorlu suyundan bir yudum aldı. Lokması boğazında biryerleri zorlayıp acıtarak aşağı indi. Yavaşça yerinden kalktı, odadan bir bohça getirdi., ayni yere oturdu ve bohçayı açtı. Bez parçalarının arasından her ikisinin de burunları delik bir çift erkek çorabı çıkararak iğneye iplik geçirip dikmeye başladı. Gözyaşlarını koluyla siliyor, siliyordu. Yüzüne kadınlarda pek görülmeyen sert, dolgun, katı ve gergin bir ifade gelmişti.
Çorapları dikti, bitirdi ve katlayıp yavaşça masanın üzerine bıraktı. Lavaboda mürekkeple boyalı kurumuş kınnapı aldı. Avucundaki balmumu parçasıyla kınnapı boydan boya ve sıkı sıkıya mumladı. Sonra eşinin ayakkabısından çıkardığı bağla ipi ölçtü. Bundan iki boy kesti. Bağ yerine ayakkabılara taktı. Ayakkabıları eski bir bezle silip kapı dibine bıraktı. Lavabo musluğunu çok hafif açarak elini-yüzünü tekrar yıkadı.
Genç kadın saat onikiye doğru kocasına yavaşça seslendi:
- Kubi… Kubi… Uyanır mısın, Kubicik… Az uyudun ama sınava yetişemezsin sonra.
Eşi battaniyeyi sırtından açıp başını masadan kaldırdı. Genç adamın üzerine yattığı sağ yanağında şakağına kadar derin ve nakışlı bir çizgi vardı.
- Kubi. Kendi kendine işkence ediyorsun. Divanda yatsaydın uyandıramaz mıyım? Daha rahat ederdin.
Delikanlı ayağa kalktı:
- Şeytan azapta gerek, Minicik.
- Yanağına minderin dikişinin izi çıkmış. Boydan boya. Yara izi gibi.
- Fena mı? ‘Belalıdır’ Der de korkudan kazandırırlar.
- Ciddi şeylerle alay etme lütfen.
- Korkuyor musun?
Delikanlı eşini omuzlarından tutarak:
- Hiç korkma Minicik. Dedi. Kazanacağım.
- Büyük söyleme. Eloğluna güvenilmez.
- Elli tane haksızı kazandırsalar,gene de ‘Bu haklı varsın onların arasında gitsin.’ Derler.
- Ya demezlerse?
- Korkma sen. Kazanacağım. Bugünkü derslerin kompetanıyım. Su etmişim, su. Ayakkabılarım nerede?
- Önce çoraplarını değiş. Yamadım.
Delikanlı:
- Bu çoraplar da hep burunlarından yırtılıyor, Minicik.
Diyerek ayaklarındaki yırtık çorapları çıkardı, yamanmışları giydi:
- Ayakkabılarım?
- Yüzünü yıka da sonra giy.
Delikanlı lavaboya girdi. Yıkandı. Kendisini çok dinç, çok iyi hissediyordu. Yüzünü, ellerini kuruladı. Saçlarını aynaya bakmadan geriye geriye taradı:
- Ayakkabılarım?
Genç kadın bir kahkaha attı:
- Ay Tanrı ‘m, şuna bak… ‘Ayakkabılarım, ayakkabılarım…’ Sanki ayakkabılarından daha değerli hiçbir şeyi yokmuş gibi. O kadar merak etme: Götürmediler ayakkabılarını. İşte or ‘da, kapı dibinde.
- Kendimi öyle dinç hissediyorum ki, Minicik.
- Dosdoğru uyumadın bile.
- Anlayamadığım da o ya. İki-üç saat uyusan gecelerce yatmış kadar dinlenmiş hissediyorum kendimi de, bütün bir gece yatsam gene yatmak, gene yatmak, gene yatmak istiyorum.
Ayakkabılarını kapı dibinden aldı:
- Çok tedbirlisin, Minicik. Çok düşüncelisin. Bağı bulup takmışsın. Teşekkürler ederim.
- Teşekkürlük ne var, Kubi.
Ayakkabılarını ayaklarına takan delikanlı:
- Bu bağların ikisi de, her ikisi de yeni. Ne zaman aldın nereden?
- Özür dilerim Kubi. Sana yeni bir çift ayakkabı bağı da almak isterdim ama bir kuruşum yok. Kınnaptan yaptım, mürekkeple boyadım.
Delikanlı ayakkabılarındaki henüz açık duran bağlara şaşkınlıkla ve derin bir ilgiyle bakıyordu:
- Kınnap böyle durmaz. Pırıl pırıl. Kınnap zora gelince lif lif ayrılır. Üstelik de esnemez.
- Tabiy. Ben çok usta biy eskici çocuk olduğumdan kınnabı boyadı, balmumuyla mumladım.
Delikanlı eşini omuzlarından tuttu. Çenesini, yanaklarını, yüzünü, saçlarını öptü, öptü, öptü:
- Ölünceye kadar seveceğim seni, Minicik. Kara günlerimin dostusun.
- Kanın mı kaynadı?
- Benim hey zaman kanım kaynay sana. Sen benim heyşeyimsin, heyşeyim. Ha ‘di, sen biy töpek ol bakim bana.
Genç kadın burnunu, gözlerini, dudaklarını büzdü.
- Ha ‘di bi de havla bakim.
- Veh veh veh…
Delikanlı büyük bir mutluluk içinde avuçlarıyla eşinin yanaklarını dıştan içe bastrıdı, sıktı, elleriyle saçlarını karıştırıp darmadağın etti.
- Ay saçlarımı darmadağın ediyorsun, Kubi…
- Şaçı buçuk… Saçı buçuk… Ölünceye kadar seveceğim…
Genç kadın erkeğinin ayakları dibine çömeldi. İskarpinlerini bağlamaya çalışıyordu ama eşi istemedi:
- Rica ederim, Minicik. Dur. Ben bağlarım.
- Bırak Kubi… Lütfen… Kıvanç duyuyorum ayakkabılarını bağlamaktan…
Genç kadın, eliyle saçlarını okşamakta olan kocasının ayakkabılarını bağlarken mırıldanıyordu:
- Tanercik… ağabeyimin oğlu. Seni çok severdi. Ne zaman ayakkabılarını giyecek olsan bağlamaya koşardı. ‘Erişte, erişte ben bağlayayım…’ diyerek koşardı. Hatırlıyorsun değil mi, Kubi? Otururdu ata biner gibi ayağının üzerine ve sen ayağına bindirip havalandırırdın Taner ‘i.
- Ömrümce unutmamın olanağı var mı Minicik. Hep gözümün önünde. Her zaman. ‘Erişte, erişte sen dazı makinende dazı mı yazıyorsun? ’ ‘Evet ulan Hasso, ben dazı makinemde dazı yazıyorum.2 ‘ Erişte, Galata Köprüsü ‘nü sen mi açıyorsun her zaman? ’ ‘Evet, biriciğim, Galata Köprüsü ‘nü her zaman ben açıyorum.’ ‘ Vay erişte vay… Vat seni erişte vay… Yapan, eden, eyleyen hep sen.’ Zaman çok çabuk geöiyor, Minicik. Bu yıl okula başlayacak Taner. Birkaç defter, birkaç kalem bile alamadık.
- Üzülme Kubi. Müfettiş olunca çok çok alırsın.
Delikanlı artakalan hazırlıklarını tamamlarken eşi bir kenarda durmuş, sessizce dudaklarını kıpırdatarak ona bakıyordu.
- Dua ediyorsun değil mi?
Genç kadın cevap vermedi. Dudaklarının kıpırtıları durmuştu. Delikanlı üsteledi:
- Dua ediyorsun. Şimdi de içinden. Kırk tane kulhuvallah okuyorsun, Minicik. Boş ver. Kulhuvallah ‘ın sınavlarla, başarılarla hiçbir ilgisi yok. Tüm Kur ‘an ‘ı kırk kere okusan gene fayda sağlamayacağı yerler var. Ama ben kazanacağım. Güvenim tam. Göreceksin: akşamleyin bu kapıdan kazandığımı söyleyerek gireceğim. Müfettiş hanımı olacaksın. Ve Minicik, bu barakaya, bu sıkıntılara ‘Allahaısmarladık’ diyeceğiz.
Genç kadın bir süre daha cevap vermedi. Sonra birden açılarak:
- Tanrı ‘m. Sen bunun kusuruna bakma. Bunun kıçı açık kalmış…
Dedi ve kocasını kapıdan çıkardı. Merdivenleri birlikte indiler. Delikanlı, dış kapı dibinde eşinin yanaklarına bir öpücük kondurdu:
- Hoşça kal Minicik.
Diyerek ayrıldı. Sokağın ta ucunda, Akdeniz Caddesi ‘ne dönülecek yerde başını çevirip geriye baktı. Eşi kapıdan başını çıkarmış ve bir eliyle kapıya tutunmuş, duruyordu. Genç adam sevgiyle; ‘İkinci kırka başladı.’ Diye düşündü. ‘Masanın üzerinde altıbuçuk lirayı bulunca ve sınava hem beş parasız, hem de yaya gittiğimi öğrenince kızacak, Minicik.’
(Devam edecek…) 12
Kayıt Tarihi : 24.6.2005 01:10:00
- Bayram
- Çanakkale
- Çiçek
- İstanbul
- Kadın
- Sevinç
- Anne
- Allah
- Araba
- Çevre
- Aile
- İslam
- Hüzün
- İhanet
- Yağmur
- Hayat
- Tanrı
- Gece
- Evlilik
- Güzellik
- Barış
- Ayrılık
- Atatürk
- Eğitim
- Umut
- Tarih
- Müzik
- Türkiye
- Mutluluk
- Köpek
- Kin
- Kedi
- Doğa
- Deniz
- Dolunay
- Özgürlük
- Dost
- Para
- Peygamber
- Politika
- Savaş
- Günaydın
- Şehir
- Zaman
- Okul
- Çocuk
- Ölüm
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!