Şahmaranlar(11) Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Şahmaranlar(11)

- Yemeğini ye de yat biraz, Kubi. Uykusuzsun. Rengin mosmor. Sonra sınavda şeşi beş görürsün. Yat biraz. Daha saat ondörde dünyalar var. Ben seni uyandırırım.
- Ya sen?
- Sen gidince ben yatarım, meraklanma. Kadınlar nasıl olsa kendini kayırır.
Genç kadın, zaten çok dar olan salonun yarısından azını, ipten kornişe asılı temiz bir basma perdeyle ayırmış, perdenin arkasını mutfak haline sokmuştu. Eliyle bu perdeyi toplayarak yana açtı. Plastik bir çay tabağına cam bir kavanozun dibindeki son zeytinlerin tamamını döktü. Bir naylonun içinde sarılı duran ucu-kulağı kopmuş ekmek parçasını çıkardı. Hepsini, plastik bir tepsiye özenle yerleştirdi. Cam bir bardak alarak tuvaletle lavabonun birlikte bulunduğu küçük bölmeye girdi. Lavabo musluğunu sonuna kadar açıp suyu soğutmak için bir süre bekledi. Sonra musluğu sıkıştırıp bardağı su altında gıcırdatarak yıkadı, berrak bir suyla doldurarak çıktı. Hazırladıklarını, bir takım notlara göz gezdirmekte olan eşinin oturduğu masaya koydu:
- Ha ‘di Kubi. Ye ve derhal yat.
- Sen de otur, Minicik.
Genç kadın eliyle reddetti:
- A hayııır. Ben yedim. Bir fincan süt içtim ben.
- Rica ederim minicik. Zehir etme. Fedakarlık istemiyorum. Nemiz varsa yeriz birlikte.
- Afiyet olsun… Bal-kaymak olsun. Karnım tok Kubi. Bu fedakarlık değil ki.
- ‘Değil’ miş. İnsan eşini bilmez mi? Sadece ben doyayım diye.
- Ay vallahi değil.
- ‘Değil’ miş… ‘Ay vallahi değil’ miş… Hatırlarsın: Sana bir konfeksiyon elbise almak için birlikte çarşıya çıktıydık. Sırf alınmasın diye elli mağaza dolandırıp entarileri, elbiseleri, hiçbir şeyi beğenmedin. En sonkini giydirip ‘ Bak, bu yakıştı. İlle alacaksın…’ diye baskı yapınca da, hamile kadınlar gibi, yalancıktan karnını şişirip ‘Yakışan da bu mu? Ben bunu asla almam. Bu aşırı dar.’ Diyerek mağazadan çıkan sen değildin sanki. Hem de, sırf almayayım diye dördüzlere hamile kadınlar gibi karnını şişire şişire o güzelim elbiseyi çirkinleştiren ve haliyle çirkinliğine inandıran sen değildin sanki. Hiç anlamadın sanıyordun değil mi?
Genç kadın, suçüstü yakalanan fakat nasıl olsa sevileceğini bilip iyice şımaran yaramazlar gibi çığlık çığlığa güldü:
- Tabiy şişiyiyim… Tabiy şişiyiyim ki; sen paya veyip bana uyba almayasın diye… Sen çok paya kazandınmı, ben daha öyle yapmıycam… Çok çok elbiseler alıcam ben…
- Ay sus Minicik. Duyan olacak.
Genç kadın ayni haylaz çocuk sevimliliğiyle huysuzlanarak ellerini yanlarına vurdu, vurdu, vurdu:
- Susmuyoyum işte, susmuyoyum. Ben aysız çocuğum… Kiyli çocuğum… Bak benim yüjümün-döjümün müyekkepleyine… Tabiy, ben ıstampayla oynadım da benim hey yeyim müyekkep oldu…
- Al şundan biraz. Yoksa lokma yemem.
- Peti. Alayım ama biy tane.
Genç kadın tabaktan bir tek zeytin aldı. Parmaklarında tutup ısırdı, çekirdeğini çıkarıp atmak için lavaboya girdi, bir daha da dönmedi. Lavabodan şırıl şırıl akan suyun sesi duyuluyordu. Genç adam yerinden kalkıp lavabonun kapısını açtı. Eşi başını lavaboya eğmiş, saçlarını yıkıyordu.
- Ah ne kadar inatsın. Sırf zeytin-ekmeğe ortak olmayasın diye yalancıktan saçlarını yıkamaya başladın.
- Yalancıktan olur mu Kubi? Saçlarım çuval, torba tozu içinde.
Ta dünden buyana lokma girmedi ağzına.
- Süt içtim ya.
- Süt içmiş ya… Yarısını oraya koyuyorum, yemezsen ölümü öp…
- Aman Kubiii… Sen bunun sözüne bakma Tanrı ‘m… Bunun kıçı açık kalmış…
Delikanlı kapıyı örtüp masaya oturdu. Yemeğini yemeğe başladı.
Genç kadın havluyla saçlarını kurulayarak lavabodan çıktığı zaman, kocası başı masaya dayalı uyuyordu. Odaya girdi. Elindeki basma kılıflı, küçük minderle battaniyeyi uzatıp:
- Lütfen Kubi…
Diyerek minderi kocasının başının altına koydu.
- Ayakkabılarını da çıkar, rahat edersin.
Kocasının çıkardığı ayakkabıları aldı. Battaniyeyi eşinin üzerine örttü. Işığı boğmak için, salondaki kambur pervazlı tek pencerenin perdesini çekti. Uzun basma perde arkasındaki aşırı dar mutfağına geçerek ters çevrilmiş şeker sandıklarından yapılı, üzerlerine kenarları kırtış kırtış kesik gazete kağıtları serili mutfak masasının, raflarının altını aradı. Masanın altından aradıklarını bulamadı. Bunlardan birinin altından ise, üzerinde ‘Hacı Bekir’ yazılı kiloluk bir şeker kutusu çıkardı. Kapağını açtı. Ağzına kadar küçüklü, büyüklü, eğrili, düzlü, parlaklı, paslı çivilerle dolu olan kutuyu yavaşça bir gazete kağıdına boşalttı. Çivileri parmağıyla ayıkladı, karıştırdı. Sonra gene kutuya doldurup eski yerine yerleştirdi. Bir yerlerden küçük bir kınnap yumağı çıkardı. Odaya girip kınnaptan çok uzunca bir parça kesti. Eşinin kitapları arasındaki mavi-siyah sabit mürekkep şişesini alarak lavaboya geçti. Kınnap parçasını ucundan bir gazete kağıdıyla tuttu, şişeye birkaç kere daldırıp daldırıp çıkardı. Sonra pencereden içeri vurmuş güneşe bıraktı.
Geldi, masanın karşısında yerdeki Kürt kiliminin üzerine oturdu. Eşinin kendisine bıraktığı zeytinlerin çekirdeklerini çıkardı, etli bölümlerini tam tamına bayatlamış olan ekmek diliminin ortasına dizdi. Ekmeği dürüm yaparak ısırmaya başladı. Gözlerinden yanaklarına süzülen yaşları silmek için hiçbir çaba göstermiyordu.
‘Tanrı ‘m. Bize yardım et. Bize yardım et. İyi insanlarız. Çıkarımız tükendi. Açık sandığımız kapılarımız kapandı. Bize yardım et… Tanrı ‘m, Tanrı ‘m… Bize yardım et… Bize hakkımızla yardım et… Tanrı ‘m bize yardım et…Alacaklılarımız yüzümüze tükürmesinler. Bize yardım et… Kubi ‘yi bu sınavda utandırma… Bu bizim sınavımız, ikimizin. Bu bizim geleceğimizin sınavı. Son sınavımız. Tanrı ‘n bize yardım et…’

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 23.6.2005 14:51:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu