Malta ‘daki yol kavşağında olağanüstü bir kalabalık toplanmıştı. Bir cankurtaran, yol vermek için kenara çekilen arabaların yanlarından acı sinyaller vererek Edirnekapı ‘ya doğru gidiyordu. Akdeniz Caddesi ‘nin yokuşa ulaştığı noktada, kağıt gibi parçalanmış kırmızı bir folksvagen durmaktaydı. Meraklı kalabalığın az ötesinde bir çöp kamyonu vardı. Yerler kan gölü halindeydi. Saçları alnına dökülmüş, beli beyaz önlüklü bir pastacı garsonu, çevresini saranlara gururla bir şeyler anlatıyordu:
- Na şuradan çıktı, aşağıdan. Kamyon yanlış park etmişti: Köşe başına yakın durmuşmuş. Ya iki metre, ya üç. Sağa dönerken altına girdi. Ölmüşlerdi. İki erkek, iki kadın. Onlar da tüm içkiliymiş ama. Gece eğlenmişler, sabaha her şey tamam. Ben çağırdım cankurtaranı. Çabuk geldiler ama arabadakiler sallamadı: Ölmüşler.
İki genç gözlerini kan gölünden zorla ayırıp yürüdüler.
‘Ölen ölür, kalan sağlar anlatır.’
Fırını geçerlerken kadın başını çevirdi. Sıcak taze ekmeğin kokusu caddeyi tutuyordu. Delikanlı:
- Ekmek alayım mı, Minicik?
Diye sordu. Genç kadın kocasını kolundan çekerek yürümesine devam ediyordu:
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,