Uçurtmalar tellere takılmış.
Özgürlüğe uçan kuşlar vurulmuş.
Çocuklar oyundan atılmış.
Misketler sahipsiz kalmış.
Kötüler sokakları tutmuş.
Masumiyete 'ŞER 'karışmış
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Zamansız devrilirken onbeşlikler..
Sahipsiz kalırken misketler.
Tellere takılırken uçurtmalar.
Hangi kuş hatırlar uçmayı,
Hangi renk boyar gökyüzünü?
Misketlerin sahipsiz kalmaması, uçurtmaların tellere takılmaması, kuşların mavi göklerde özgürce uçması dileğiyle; gönülden tebrik ediyorum değerli kaleminizi.
Çocukların yüzü gülüyorsa, o ülkede insanlar mutlu yaşıyor demektir. Çocuklar savaş enkazlarının altında inliyorsa, o ülke kan gölünün içinde batıyor demektir. Çocuklar mutluymuş gibi gösterip de çocukların anne ve babaları ağlıyorsa, o ülkede bir şeyler yanlış yapılıyor demektir. geleceğimizin varlıklarıdır çocuklarımız, en iyi geleceği onlara hazırlamak en büyük ve en zor görevimiz olmalıdır. Tüm çocukların tatlı şekerler yiyebilmesi dileğimle. Ant.
ONBEŞLİLER ve ONBEŞLİKLER!..
Öncelikle söylemeliyim ki, bizim insanımız, acı olayları ta yüreğinin en derinlerinden hisseder, bütün içtenliğiyle yaşar.
Acılarını, kederlerini, hüzünlerini; yoklarını, yoksulluklarını; özlemlerini, gurbetlerini ağıtlarla öyle içten duygularla anlatırlar ki…
“Onbeşliler” de, yıllar önce yaşanmış çok acı olayların yürek yangınları, gönül buğularıdır…
Onların ne mavi gökleri, ne misketleri, ne huzur dolu çiçekli bahçeleri, ne saran bahar rüzgârları, ne ısıtan yaz sıcakları oldu?
Hep garip, hep yetim, hep kimsesiz…
Aç, susuz, sahipsiz…
Çoğu babasız…
Henüz 15 yaşına girmişken, henüz sarı ayva tüyleri kahveye çalarken, henüz hayatın gerçeğine uyanırken ne mavinin maviliğini, be misketin yuvarlak rengini, ne de yükseklere erişen uçurtmanın zevkini tattılar?
Çünkü onlar garipti…
Yetimdi…
Babasızdı…
Balkanlar almıştı…
Çanakkale almıştı…
1. Dünya Savaşı almıştı…
Nice babalar, babayiğitler!..
Dönmemek üzere gittiler ve bittiler!..
Ne mi oldu?
Erkek nüfusun kalmadığı endişesi uyandı, Osmanlıda, yönetenlerde…
Cephedeki askerleri, fırsat buldukça, birkaç günlüğüne evlerine gönderdiler…
Niye mi?
Sebebi belli değil mi?
Bu da yetmedi.
Sıra goncalara, tazecik fidanlara, henüz sürgündeki filizlere gelmişti.
Bıyıksız goncalar…
Yapraksız, cılız sürgünler…
Onuncu sınıf talebeleri…
Çocuklar…
Çanakkale’de nice yiğit, nice bıyıksız genç fidan, nice çocuk yatmakta!..
Hürriyet için, bağımsızlık için, vatanın savunulması ve kurtarılması için… hicri 1314 (miladi 1896) ve hicri 1315 (miladi 1897) doğumluların çoğu askere çağrılırlar.
İşte gerçek ONBEŞLİLER (1315’liler), ONBEŞLİKLER bunlar…
Anadolu insanı da bu filizlere, gencecik fidanlara ağıdını yakar.
Tokat türküsü bu gerçeğin acısıdır, ağıdıdır.
“Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı”
*
Nereye gitmeliydi onbeşli/k/ler?
Nerede olmalıydı?
Düşmana mı atıldı, sapanlarla misketler?
Maviye mi çevirdi gökleri, havai fişekler?
Kime karşıydı, çadırlarda tutulan nöbetler?
*
Çanakkale Cephesi, sanki ölüm değirmeni!
Öğütüyor askerleri, gençleri, çocukları…
İngiliz generali Aspinall-Oglander’in ifadesiyle:
“Gelibolu’daki kanlı muharebeler, Türk ordusunun çiçeğini bitirmiştir.”
İngilizler şehit olan gençlerimizi, 'çiçeğin tomurcuğu'na ve 'vakti gelmeden solan gül goncası'na benzetiyorlar.
*
Ya bizimkiler?
Camilerde kışladılar(!)
Çadırlarda toplaştılar…
Yüreklere yangın, ocaklara ateş saldılar…
El ele vermek varken…
Güle oynaya misket yuvarlamak varken…
Uçurtma zevkini paylaşmak, maviliğin kardeşliğini yaşamak varken…
Mutlu ve huzurlu paylaşmak varken…
Biriz!
Diriyiz!
İriyiz!
Dediğimiz an bu millet şahlanır…
O günleri göster Yarabbim!..
Sevgi ve saygı rüzgârları esenliğiniz olsun.
Dostça, kardeşçe ve hep birlikte güzel geleceğe sağlıcakla…
Hikmet Çiftçi
08 Mayıs 2014
“GERÇEK DOSTLAR BİRLİĞİ”
Düşündüm de: çocukların oyun oynayacak bir avuç bahçeleri mi kadı ya da oynamaya zamanları mı?. Yarış atı gibi koşuyorlar zavallıcıklar. Misket oynamayı bırakanlarınsa tek dertleri sivilceleri olması gerekirken ne çok sınavları var dert edilecek...
Hele de zamansız ve gereksiz yiten canlar...
Kesinlikle; HİÇ BİR DİN AFFETMEZ O GÜNAHLARI, ADIM KADAR EMİNİM... Kutladım sevgili meslektaşımı yürekten...
Unutulmuyor bazı acılar... 'Gün yüzü görememiş', yaşamın daha ilk baharında ölümle tanışmış olanlarınki hele...
Sanırım bir ülkenin çağdaşlığı, gelişmişliği en fazla çocuklarından belli olur.. Onlar ne kadar mutlu, ne denli olanaklar sunulmuş, ne denli güven içinde ve yarınlarından emin iseler; yüzlerindeki tebessüm ne kadar canlı ise, o kadar medenidir o ülke...
Ya biz?
'Misketlerini dahi' silah gibi gören bir ülkeysek eğer, bu ayıp bize yeter!
İçim ezilerek okudum şiiri Öğretmenim... Duyarlı şahsınızı kutlarım...
Gülümserken bahar güneşi,
Hangi güneş ısıtır buz tutmuş bakışları?
çocuk sesleri,çocuk gülüşleri bütün buzları çözer...
saygılar
Bu şiir ile ilgili 6 tane yorum bulunmakta