Şahanne'm Şiiri - Urungu Şad

Urungu Şad
162

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Şahanne'm


Senin sevginle doğan,
ruhumun kana kana içtiği bir Pınar var içimde
ve ben; ondan,
sevdiğimden ötelerce çok özledim seni…
“Oğluşum” diyerek sarılışlarını,
“Anneciğinin saçlarıyla oynar mısın? ” ricalarını;
Kapıyı çaldığım da açışını,
bazen sağ elinde sigaranla,
Sevgiyle okula uğurlayışını
ve huzurla,
Herhangi bir yerde
ve herhangi bir zamanda seninle beraber fotoğraf çekilmeyi;
Seni izlemeyi, yüzüne sürerken sürmeyi,
Cüzdanından gizli gizli para almayı,
Ölü Deniz’in capcanlı sularına dalmayı;
Sen, mutlu bir hâlde uzanmışsın kumsala kitabını okurken;
Ben, hem sularla hem kendimle boğuşurken,
Korktuğum gecelerde yanında yatmayı,
Sabahın da huzurlu bir hâlde uyanmayı,
Yaramazlığın bilinmeyen türlerini yapıp seni kızdırmayı;
Dualarım da, Tanrı’nın,
canlarımızı beraber almasını dileyerek el kaldırmayı,
Aniden attığın tokatları;
Her ân duyduğum,
bana söylediğin buraya sığdıramayacağım fısıltıları,
“Aşkın” öldüğünde akıttığımız göz yaşlarımızı,
Sen gitmeden önceki hayatımızı,
Ziyaretlerinde beni de peşinden sürükleyişini,
Bu ziyaretlerinin birine giderken,
yolda görüp bana almanı istediğim;
ama senin almadığın şeyi ve:
“Misafiri olduğumuz kişinin özenle yapıp servise hazır hâle getirdiği pastaları, börekleri, kekleri;
İstediğim şeyi almayışının şerefine,
mutfakta bulunan maddelerle o lezzetlileri
birer çöp yığınına dönüştürmemi,
usulca yatak odasına gidip dolabın en sote yerine saklanışımı,
ilk önce ev sahibesinin çığlığını ve benim gülücüklerimi,
ondan sonra senin çığlığını ve korkudan titreyişlerimi,
evin içinde “Orçun” seslenişlerini,
geçen bilmem kaç dakikada yerimin belli oluşunu,
o ilk tokadı atışını,
eve dönüş yolunda yapılabilecek bütün işkenceleri,
döndüğümüzde yediğim o dayağı
ve bu olaydan tam bir hafta geçene kadar her gün,
olur olmadık zamanlarda;
yemek yerken,
ders çalışırken,
kapıdan içeri girerken bu olayını hatırlayışını
ve tokadı patlatışını,
o tokatların gözlerimde yaşlara dönüşünü
ve o haftanın geçip suların durulmasını…”
Beni banyoya sokup sırtımdaki yaz yanıklarını
kir sanıp hiddetle keselemeni,
Morardığını anladığın zaman yanlış anladığının farkına varmanı,
Ağlayan veledi susturmak için öpmeni;
Gülhane Parkı’nda kaybolan beni arayışını,
benimde seni;
Seni ne kadar çok sevdiğimi,
seninde beni,
Mahalle sakinlerinden gelen
yoğun şikayetler yüzünden çıldıracak gibi olmanı,
Doğum günümü diğer 364 günden
ki içlerinde ne olursa olsun ayrı kılmanı,
Haylazlıklarımdan dolayı ceza verip
dışarı çıkmama izin vermeyişini,
Taş çatlasın 15 gün dayanabilen spor ayakkabılarımı,
en güzelinden ayda iki kere yenileyişini,
Ormancı’yı oynayışını,
Evin her yanına dağıttığım oyuncaklarımı toplayışını;
Seni kızdırdığım zamanlarda gözlerini kapatıp nefes almadan,
cansız bir hâle bürünüp beni kandırmanı;
O ân haykırırken gözlerimle beraber,
yanağına düşen yaşımla oyununa son vermeni,
bana hiç sarılmadığın gibi sarılmanı,
Her sene farklı bir yerde yaptığımız tatilleri ve:
“Bu tatillerden birinin dönüşünde, vapurda;
“Anneciğim; ben, içerideki masada biraz uyuyacağım” söyleyişimi,
başımı yasladığım masada sağıma
ve soluma gelen iki kişinin de benim gibi uyumasını,
o iki kişi arasında hayalet gibi görünmez oluşumu,
beni merak edişini,
söylediğim yerde bulamayışını,
bütün gemiyi arayışını,
geminin durdurulup botlarla etrafın kontrol edilişini,
yolcuların hepsinin gözlerinde yaşlarla
çaresiz bir hâlde gemide beni arayışlarını,
o ânlarda su içmek için uyanışımı,
iki koca dev misâli yanımda olanların arasından kurtuluşumu,
bulunduğun yere gelişimi;
ama seni göremeyişimi,
tatilde tanıştığımız,
o ismini hatırlayamadığım teyzenin beni fark edişini,
beni kavradığı gibi aşağıya götürüşünü,
beni görüşünü,
yani tekrar hayata dönüşümüzü!
Vapur,
iskeleye yanaşana kadar beni kucağından ayırmayışını,
arabada bile yanına alışını,
eve döndüğümüzde bir hafta boyunca hep seninle oluşumu…”
Bir hafta değil;
her gün, her saat,
her ân sevgiyle doyuruşunu;
Hayatta oluşunu!
İşte en çok da bunu özledim!
“Takvim yaprağı gidişinin 6. senesini gösteriyor;
ama bir de benim yüreğime göz at…
Takvimce altı yıl, bence…
Bencesi yok ki…
Ne konulabilir bu geçen zamanın adı,
söyle ey hayat! ...
Bence böyle, ya sence!
Sencesini okuyabilmek için gerekli olan sadece Tanrı’dan bir yetki…
Verse ne olur?
Dünyalar değil,
kâinat benim olur;
çünkü senin dengine en yakın olabilecek o var;
ama vermeyince dünyamı hüzün sarar.
Sen yoksan bu yatak,
bu oda, bu ev, bu sokak,
bu İstanbul bana dar…
Bir de şu eşin olacak,
sorma ki bir zarar, bir zarar…
Sen gittin gideli çok ihanet etti sana,
hiç saygı göstermedi hâtıralarına…
Sen,
onun için artık sadece “Görücü usulüsün”
Gidişinden sonra yapmaması gerektiği hâlde yaptıkları,
zehir olsun da hayatını çürütsün. İNŞALLAH!
Gerçi sen her şeyi görüyorsun;
ama yazmadan edemedim,
bu satırlarda olmayı hak etmeyen birisini eklediğim için özür dilerim;
ama şunu da bilmeni istiyorum Anneciğim:
O, nasıl şuan el kızı diye bakıyorsa sana;
Ben de o kızın evladı olarak,
“Elin oğlu” gözüyle bakıyorum ona!
Gelelim bana;
Görüyorsun hâlim harap…
En çok görmek istediğim ne biliyor musun?
Seninle dolu olan bir serap…
Rüyâlar yetmiyor artık,
içim yanık, kalbim kırık,
iki parçasının bir yanı mekanın da…
Diğer yanı tâ şuracığım da…
Yani sende!
Oğlunda!
Kalbimde!
Ah ah…
Seni ne kadar çok özlediğimi göremiyorsan
Tanrı’ya sor;
bir de rica et Anneciğim,
sevdiği kulusun,
belki beni de senin yanına kor…
Sana bir kere sarılabilmek için
her şeyimi feda ederim;
yeter ki olsun dileğim,
bir ân seni görmek, sarılmak,
öpmek için sonsuza dek cehennemde yanmayı kabul eylerim.
İnanmayanı, şahit olması için davet ederim.
Hodri meydan…
Ahhh…
Bir ân, o ân’ı düşündüm de…
Söze dökemem ben bile…
Offf…
Senli sensiz geçiyor zaman be Anneciğim,
“Hayat” denilen çekmediği zaman ellerimizle vurduğumuz bu zımbırtıda tek bir gâyem var, bir dileğim:
Sana kavuşmadan önce ona kavuşmak, yani kızına…
Eee ne de olsa senin sevginle doğdu,
senden sonra sensizlik denilen uçsuz bucaksız mâlikanenin en güzel odasına o kondu. Şimdi o oda da boş, kendi hâlinde…
Hatırlatmayı unutma onun rüyâlarına girince:
Ben sana,
“Onun sana ihtiyacı var, onu hiçbir zaman yalnız bırakma”
dememiş miydim diye…
Gözlerim kalemimde, kalemim gözlerimde…
Yorulmadılar;
ama uyumalılar artık, erken kalkacaklar.
Gerçi kalemim gelemeyecek,
çok hasta bu aralar; o, petunya gönderecek sana,
ben ve gözlerim heyecanla geleceğiz seninle olan buluşmaya…
Bir zaman gelecek yattığın yerde değil,
gerçekten buluşacağız Anneciğim;
ama benim; ama kâinatın vakti dolunca…
Kıyametten önce ölürsem ne çare
elimden bir şey gelmeden;
ama senin oğlun olduğum için yerim olur Şahanne!
Kıyameti görürsem de…
Başkaları öldükten sonra sur’un devamıyla dirilecek;
ama ben;
Evimizin kapısını çalacağım,
sen açacaksın,
öpeceğim doya doya,
sarılacağım koklaya koklaya ve dirileceğim…
Anneciğim!
Gerçekten seni ne kadar çok özlediğimi yazamadığım için özür dilerim. Ama istersen “Seni çok seviyorum” diyebilirim.
Bilerek yalan söyledim Anneciğim,
gelip de dudaklarıma acı biber süresin diye…
Gel de sür…
Gel yeter ki!
Ben,
yetmeyince ömrüm zaten geleceğim sana…
Sensizlik be Anneciğim,
zor geliyor oğluna…
Senin istediğin gibi biri olup hayat yolu bitince öyle çıkacağım karşına;
Kavuşacaksın oğluna,
Ben de sana:
“SENİ ÇOK SEVİYORUM”

Urungu Şad
Kayıt Tarihi : 2.5.2006 21:11:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Urungu Şad