Gün erken ağırmış, tüm ciddiyetiyle durgunluğunu alıp karşı tepedeki binaların çatısına basa basa yetişmeye çalışıyordu, kaybolup ardında turuncu izleri bırakıp giden güneşe. Usul usul kirli gri devir ediyordu siyaha mesaisini; ben üşüyordum... Elimde bitmek üzere olan sigaramı son kez derinlerime çekiyor bir yenisini ateşlemek için sabırsızlanıyordum besbelli. Ne ailesi tarafından çağrılan çocuk vardı top peşinde, ne de dizili misketleri kavurup kaçan haylaz çocuklar. Suskunluk hâkimiyetini öyle bir ilan ettirmişti ki her şeye, anlam veremiyordum.
Yürüyüşümden ve hareketlerimden anlaşılıyordu belki, düşüncelerimle kavgalarımın olduğu, kimi zaman tutamayıp kendimi konuşmalarım kızışlarım, ayaklarımla tekmelediğim meşrubat tenekeleri oluyordu, “gürültü yapma” diyen. Sustukça daha bir acı çekiyordu bu beden içime atılmış onca dertleri çözebileceğini düşünürken yığılıp kalıyordu çoğu zaman. Yavaş yavaş karanlığa doğru atılmaya başlamıştı adımlarım, aklımda sorulan sorular ve cevabını bilemediğim basit bilmeceler, dilime dolanan tekerlemeler. Kalkamıyordum bu yükün altından, elle tutulmayan, gözle görülmeyen tonlarca ağırlığa sahip bu duygu yoğunluğu altında kala kalıyordum.Bir soru var hiç değişmeyen. Ne zaman bitecekti bu işkence, omuzlarımdan aşağıya düşüp gülerek bakacaktım yardım eli uzatmaksızın uzaktan. Unutmalıydım hayatın bir parçası olan “Kalp Hırsızı” başlıklı filmin başrol oyuncusunu, içimde öldürmeliydim ya da ben ölmeliydim. Bitmeliydi bu film bu çile.
Bitmedi... Başlangıç mıydı bu?
Yabancısı olduğum sokaklarda yaprak cesetlerinin üzerine basarak yürüyenlerden farksız biriydim, onlar zamanlı düşmüşlerdi bu yola bense zamansız. Sebebim olanı anmaksızın,bir kere olsun yollardaki taşlara yazmıştı bile ayak izlerim gözlerimin ona dalgınlığını. İşkence çanlarını çalmaya başlamıştı gece, atılmak üzere olan sigaram diğerini ateşliyordu, açmadım sandığım paketi yarılamış, parmaklarımın arasına taktığım nikotin yüzükleriyle paketleri bitirmek için sözlenmiştim her gece.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
uzunca bir mektuptu yazan elinize emeğinize sağlık.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta