Safranbolu'da Zaman

Ömer Bayram Eroğlu
33

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Safranbolu'da Zaman

Senin yüceliğinde, Hıdırlığın ucunda,
Gölgesi üstüme vuran sakız ağacı,
Seni seyrediyorum güzel Safranbolu,
Bir medeniyetin düğümlendiği şahika.

Büyüklü, küçüklü eski konaklar
Yaşam çabalarının sırlı heyulaları,
Abidevi yapıları ilk an ki gibi,
Balık sırtı arnavut kaldırımları,
Nelerin yükünü çekmemişler ki?

Yaşlı bir ihtiyar kendisi gibi,
Yaşlı asasını tak tak vurarak kaldırımlara,
Canı bildiği yolu arşınlar, gönlünce uçarak,
Su gibi, yıldız gibi akıp gider sırtında.

Biraz mahzunca çeşmeleri, su yolları,
Nesillere âbı hayat suları,
Kesilivermişler, kurnaları sökülmüş,
Ağlamaklı olup, donup kalıvermişler.

Bu binbir heyula yapıların arasında,
Bir zamanlar uçurtma uçuran,
Fayton kızaklara binen çocuklar,
Büyüyüp çekilivermişler köşelerine..

Medeniyet doğurmuş medeniliğin,
Korunabilen son küçük Osmanlı...
Bir başlangıç gibi duran sen,
Şanlı sayfaların gelecekte remzi sen.

Tipi gecelerinde gaz lambasının,
Hanelerde ocağa atılan meşenin,
Civiltileri arasında son masalının,
Kırık dökük anılarını dinler bir insan.

Nisan yağmurları oluklarından,
Şırıl şırıl akıyorken beyaz ufka,
Şakaklarında ağaran son karlar,
Eriyor,sızıyor,bitevi an be an.

Sen, güneş saatinin sabah vurmuş ucuna,
Kuledeki zamanın akrebine perçinlenmiş,
Akarken ılıman, sonsuzluğa bir liman,
Mülkünde beraber nefes aldıklarını da unutma.

Muhteşem yalnızlığın son kalesi,
Kim düşürür seni sırça sarayından,
Şimdi tarumar olan konakların, bağların,
Bulacaktır eski güzelliğini,zamanıdır.

Şimdi ayrılma vakti, veda zamanı,
Burada durdurmuş görünmez bir güç zamanı,
Seyrü sefer dingin yılların birinde,
Sana gelip, senden ayrılıp, sana döneni,
Ayak seslerinden tanırmısın Ey! ...son küçük Osmanlı...!

Ömer Bayram Eroğlu
Kayıt Tarihi : 5.10.2008 21:12:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Safranbolu sarar insanı, kuşatıverir birden bire. Safranboluda yavaş yürümek yavaş konuşmak yavaş hareket etmek gerekli bu tarihi şehrin hatıralarını dinlemek, onunla konuşmak fısıltılarını duyabilmek için. Kalmak, sabır etmek bağlanmak lazım burada zamana, günlük konuşma ve koşuşturmalardan kaçarak sığınmak lazım bu şehre. Son küçük Osmanlı. Asaleti, erdemi, sokaktaki arnavut kaldırımının simetriğini, cumbaların coşkusunu, eski yüzyıllık payandaların eksilmeyen gücünü, demirciler çarşısındaki Kazım usta'nın örse inen çekiş seslerini, kuşların seslerini ve kanat çırpışlarını ve daha bir sürü özlediğimiz insanlığımızı anımsadığımız sesleri duyabilmek için iç seslerimizide tamamıyle kesip gönüllerimizin koridorlarını açarak sevgi ile bilinçüstü adımlamalı, yaşamalıyız Safranboluyu. Kendimizi bu şehre teslim etmeli, tarihi dinlemeli eski su kurnalarından bitmeyen musukiyi dinlemeliyiz. Bunu yapabildiğimiz zaman bu şehre aşık olursunuz ve her defasında iç sesinizle çağrılıp bu şehre tekrar tekrar gelişinizde ayak seslerinizden tanınırsınız efendim. Bu şehir sadık dostlarını ayak seslerinden tanıyacak kadar canlıdır. Safranbolu suyu sevmiş su Safranboluyu sevmiştir. Suyun inişi akışı derinlere çekilişi onun yaramaz ve zeki bir çocuğun saklanbaç oyunu gibidir. Yumuşak,asuman, sükun içindir akması, dingin zamanlara ulaştırılması sağlanmıştır korunagelen Son Küçük Osmanlıda. Su korunan sevilen yıllardır hasret ve vuslat duyulan bir sevgili gibidir.Su dost olur arkadaş olur sizinle. Öyle ki içinde havuz bulunan konaklara girdiğinizde Reha Güney'in Safranbolu'da zamanı aklınıza gelir. Su asırlarca insanlara âbı hayat olan eşsiz hazine,yaşamın eşsiz döngüsü ve göklerden akan ilahi bir nimet, su safranbolu'yu bir kuşak gibi saran sıradağların en yücesi sarıçiçek eteklerinden önceleri yabana akarken tutulan ehlileştirilen evcilleşitirilen bir at gibi insanlarının hizmetine sokulan bir korunaklı dost. Evet su insanlara dosttur, arkadaştır, sırdaştır, vefalı bir eştir. burada bağrı yanık birine su ikram edildiğinde karşılığı 'su gibi aziz ol' duasıdır. Su gibi aziz olmak. Hem Zirve şair Fuzulinin su kasidesinde olduğu gibi ' Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr,Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su.' (Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.) (antoloji.com'dan alıntı) Burada da su cennete kavuşmaya ulaşmaya çalışan bir hesaptan, hesap gününden korkan biri gibi bu şehrin eteklerinde adeta kuzu olup şekil değiştirip uysal muttaki bir mümin gibi cennete girmeye burada karar kılmıştır. Engin bir dağ silsilesinin yamacına kurulu, baharda yeşil nişanlığıyla, kış mevsiminde ise bembeyaz telli duvaklı görüntüsüyle nazlı bir gelin gibidir Safranbolu. Tarihi süreci ve derinliği içinde 1071 Malazgirt zaferiyle birlikte dalga dalga yayılan Selçuklu hemen ardından kurulan Osmanlı tabiyetinde yaşayan Türklere ve fetih öncesi yerlilerine ev sahipliği yapan Safranbolu kendisini etkileyen iklimsel özelliği dolayısıyla şehir mimarisi şekillenmiştir. Nice yangınlarla küllenen ve zelzelelerin şiddetiyle savrulan bu şehir yine küllerinden doğmuş, savrulmaları bertaraf ederek iki asırlık geçmişi olan geniş hacimli evlerin, konakların, kamusal binaların günümüze ulaşması mümkün olmuştur. Safranbolu’da oluşan kültürü ve hakça paylaşımı evlerin ve konakların yapım felsefesinde yakalayabilmekteyiz. Işığa ve güneşe ulaşabilme bir doğallık ve birbirlerine saygıdır. Bunu kamu ve vakıf eserlerinin yapım alanlarında kuruluş titizliğide insanları eşit ve hakça bu hizmetlere ulaşmasını sağlamıştır. Tasarlanan ve inşa edilen tüm yapılarda “önce insan “ prensibi ortaya çıkmıştır. Genç yaşlı kadın erkek tüm bireylere hitap eden bu yapıların geniş hacimli ve avlularının hayata sahip olması ayrı bir nefes kazandırmıştır. Eski hükümet konağının yanına yaklaşık 210 yıl önce Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından her vatandaşın cebine bir saat konulması inceliği de zamanı kıymetleştiren, zarifleştiren bir anlayışın yansımasıdır. İnsanca ve hakça paylaşım, Arnavut kaldırımlarında, nesillere abı hayat sunan çeşme ve sebillerinde, engindeki suların gökkuşağı güzelliğinde kasabada ki kamusal yapılara ve sokak çeşmelerine indirilmesi su kültürünün insanla bütenleşmesinin farklılığıdır. Su ve temizlik anlayışı neticesindedir ki bir Avrupa da olduğu gibi bu kasaba ve tüm Anadoluda da tifo, tifus, kolera ve veba gibi salgın hastalıkların görülmemesi takdire şayan koruma önlemlerinin yanı sıra su hakkının verilmesidir. Su, kültürümüzde o kadar önemlidir ki, suya olan yatırımlar harika sanat yapılarını ortaya çıkarmıştır. Gayza su kemeri ya da İnce köprü bugün turizm’in en önemli öğelerinin arasındadır. Suyun kurnalardan akıtılmasından önce, kurulan su yolunun akıcılığının sağlanması için Bursa yöresinden getirilen deve katarlarının üstünde büyük küplerle getirilen ekonomik değeri oldukça yüksek zeytinyağı’nın su yollarında su gibi akıtılması hayretlerimizi ve takdirlerimizi o mükemmel mantalite üzerinde toplamaktadır. Bu şehir, görünen ve görünmeyen duyguların huzur bulduğu bir şehirdir. Madde ve mananın bütünleştiği, kişi ve kişilerin adlarının sonsuza kadar yaşadığı, kubbede hoş bir seda’nın bırakıldığı izlerle doludur. İzzet Mehmet Paşa Camiinin avlusuna girip sırtınızı kuzeye yasladığınızda kıble istikametinde kubbelerin üzerindeki âlemlerin sıralanışı ve dizilişi yine karşımıza mükemmel bir tablo çıkarmaktadır. Uygun bir açıdan bakıldığında alemlerin iç içeliği ve çok’ lu alemlerden kurtulup tek bir aleme dönüşmesi gecenin gündüze, ırmağın denize, ayın yıllara, gerçeğin hayale, hayal ve uzak gibi görünen ötelerinde şahdamarı yakınlığında bariz bir şekilde yakınlaşması alemler arasındaki geçişin, tek ve ince bir çizginin sıratıdır. Sırat bir yol olur, içine girildiğinde alemde öbür alemlerin varlığının seyahatı beynimizin ince yollarında kıvrım kıvrım uzar gider. Ne uzak, ne yakın diyebileceğimiz kişisel an’ın takdiri mukadderdir. Suyla yıkanan,suyla tazelenen ve yeniden dirilen azaların rahatlığı içinde bu muhteşem yapının içine girildiğinde usta ve manevi kimyalarından kalan kişilerin kokusu ve nefis’in diz çöktüğü, dizginlendiği ancak bir ve tek olan’ın huzurunda coşan ruhların kanat sesleri duyulur kubbelerinde. Kubbelerine bırakılan bir dilek ve temenni, ya da bir ah’ın kısa sürede adresine ulaştığı bir yerdir bu münzevi mekanlar. Dilek ve temenninin adıdır dua, burada su artık bir dua, bir tesbih, bir zikir olmuş ve ruh arındıkça arınmıştır. Çok kısa vakitler arasında geçen ve ulaşılan başka bir vaktın ya da alemin halinin arz edildiği bu mekanlar içsel bir yükselişin ve hesabını hakkıyla verebilen bir alış veriş erbabının iç huzuruyla ayrılıp bir sonraki vaktin heyacanını duyan zamandan zamana, vakitten vakite, alemden aleme yol alan bir muhacirin vuslatı, yol’un yolcusunun bir özlemidir. Alemlerin döngüsü içinde hazdan ve lahuti intizamdan doygunluğa oluşan adımlar Arnavut kaldırımlarının tik takları arasında rotasını Hıdırlık tepeye çevirdiğinde sokağın tarihi dokusu, tadı ve rengi arasında adımları asla zorlamayarak keyif içinde küçücük bir tepeye kurulu Hıdırlığa ulaşmış oluyoruz. Burası hem seyrengah hem de ziyaretgah olarak tasarlanmış ve kıble tarafında bulunan namazgahıyla halkın susuzluktan bunaldığı, kurdun kuşun rahmeti ve bereketi özleyip gözlediği anlarda insanların bir araya geldiği elbiselerin ters giyildiği açılan avuçların toprağa döndüğü ve gönülden niyazların Hakka teveccüh ettiği bu mekanın unutulmaz kareleri hafızadan hafızaya nakledilerek günümüze iletilmiştir. Su ve ışığın yansıması güneşin gurupta oluşturduğu kızıllık ve az sonra çökecek olan karanlığa muhalif bulutların ardından batmaya başlayan güneşin batmamaya inat, bıraktığı kızıllığın tortusu gecenin gözyaşının kaynağı gibidir. Akşamın çökmesiyle birlikte sokak cadde ve evlerden yansıyan ışık huzmeleri içinde karşımıza çıkan başka bir Safranbolu başka bir mekan ortaya çıkmaktadır, Yapı mimarisinde birbirlerinin ışığını gündüzleri olduğu gibi geceleri de engellemeyen pencerelerden yansıyan ışık cümbüşü insana, insandan suya, sudan yeniden ışığa ve aydınlığa dönmektedir. Şehri saran huzur gecenin kollarında sabaha, ışığa güne dönecek ve bu döngü asırlar boyu geldiği gibi yarınlara uzanacak olmasının düşüncesi bile insanda ayrı iç dinamizmi oluşturacaktır. İnsan bu asude zamanı, mekanı ve ortamı sağlayan, oluşturan insanları hayırla yad etmeden geçemiyor. Sanırım bu vefa onlar tarafından da beklenmektedir. Ufacık bir hatırlamanın küçük ya da büyük konaklarının önünden geçerken dahi mekan sahiplerince bir merhaba demenin beklentisi dahi rüyalarında yer tutmaktadır. Hemen solumuzda bir sakız ağacı yapraklarının dantel dantel ördüğü Dr Ali Yaver Ataman’ın ebediyete uzandığı minik konağının yanında daldığımız rüya, ayrı bir rüya şehir olan Safranbolu’nun köşe bucak mahallelerinde devam etmektedir. Yaşadığımız ve soluk aldığımız bu mekanın güzelliğini yarınlara taşıyacak güzel insanların varlığı da, suyun ve ışığın içinde belirginleşmesi de ayrı bir mutluluk kaynağı. Su gibi aziz olma kültürünün yegane taşıyıcısı İnsanoğlu’nun bu mükemmel macerası içinde asil ve insana yakışan şeyleri avuçlarında, zihninde ve adelelerinde taşıması ne kadar imrenilecek ve takdir edilecek bir miras ve duygudur. Suyun ve insanın hizmet ettiği canlılar arasında, su ve ışığa hasret bir o kadar muhtaç insanında su gibi, yıldız gibi ışık hızında akması, uzaması, uzadıkça büyüyüp çoğalması zamanın ve alemlerin içinde kaybolmamanın diğer bir adıdır. Alınan her nefeste ve geçen her lahza da su’yun ve ışığın yansıması, verilen bu iki büyük lütfun sergüzeştini, oluşturduğu değerleri ve kurdukları alemi an be an yeniden yaşar insanoğlu. Burası su’yun ve ışığın doğduğu yerdir. Burası geçmiş ile gelecek arasında bir köprü, zamanın durduğu ve duyguların doygunluğunun zirvesidir. Bu şehre hizmet tarihi geçmişe saygı ve vefanın tezahürü bir gereğidir. Suyun ve ışığın gönülden gönüle geçtiği, yıkadığı, ışıttığı bu şehir cezbesini ve cazibesini asla yitirmeyeceğini görmüş olmak bizleri rahatlatan bir diğer nokta. Yaşadığımız alem ve coğrafya bu şehirde o kadar biz ve bizim olmuş ki. 28/08/2007 Gündoğumu, sahi bir insanının doğumu gibi heyacanlandırır mı sizleri. Gözlerini dünyaya yeni açan bir bebeğin kapalı avuçlarında sımsıkı tuttuğu şey nedir? Neden o minicik parmaklar yumuk yumuktur. Pamuk gibi hafifce kabarmıştır? Göklere uzuyan bir ilahi nida’nın peşine düşüp kuşluk vakti ve sabahın alacasını adımlayarak güneşin doğuşu en güzel şeklinde nereden izlenebilir ki? Adımlarımız bizi Safranbolu’da gündoğumunu izlemek için Kıranköy’den Gümüş’e inen yolun başlanğıç noktasına ulaştırdığında güneşin yükselmesiyle birlikte gözlerimizde başlayan kamaşma yorgunluğumuzu yoğunlaştırırcasına kapanmak istemesine aldırmadan sabahın dingin saatlerinin içinde bu şehirde yürüyerek gözleme devam etme kararını çoktan verdirmişti. Derin uykunun kollarında olan bu şehir, sabah mahmurluğunda, uyanıp kendine gelememiş henüz. İnsanlar kendini kuşatan, kapatan sıcacık örtünün altında kimbilir hangi yolculuğun ya da seyahatin provasını yapmaktalar? Gözlerini açtıklarında aynı dünyanın sımsıkı eteklerinden tutup, işin gücün dağdağası arasında bugünde kim bilir nerelere sürüklenecek, hangi anlamlı ya da hangi anlamsız mecralarda akıp gidecekler. O küçücük minnacık kendilerine verilen takdirlerini nerelerde kullanacaklar? Bir bakıma küçücük tercihler ya da idarenin verdiği kararlar insanların kişisel tarihlerini oluşturmuyorlar mı? Tabiatın yankısı var kubbede şu an, sabahın tez vaktidir, çabucak geçer düşüncesiyle doğanın o eşsiz melodisi arasında gümüş kanyonu üzerinde kanat çırpan kuşların sesleri, sabahın o ılık meltemsi rüzgarının sesine karışıyor hala. Daha insanların, caddenin ve arabalardan yayılan sesler ve şehri esir alan yapay kokuları uyanmadan Arnavut kaldırımlarından yürümeli, cumbalı ve muşabaklı evlerin kenarlarından ayak uçlarına basarak ilerlemeli ve tarihi çarşı kesiminde erkencecik açılacak bir dükkanın kepenk sesini duyma arzusu hızla belleğimizi sarmakta ve tarihi şehrin armonisiyle bütünleşmektedir. Bu şehir evlatlarına her zaman muhabbetle davranmış, civar şehir ve köylerin ticari, kültür ve geleneklerini etkileyen ögelerine sahip olmuştur. Tarım ve hayvancılığın daha sürekli ve geniş olduğu zamanlar aklımıza geliyor. Cumartesi buranın pazarıdır. Dışardan ve civarda yetişen bütün ürünlerin geldiği, alınıp satıldığı çarşı kesiminde kulaklarımız köyden binek hayvanlarıyla gelen insanların ve beraberlerinde getirdiği kırsal seslerini boş yere aramakta. Umum halkın geldiği aş evlerinde hareket henüz başlamamış henüz, güne erken başlayan insanlarımız o kadar azalmış ki, uyku beşiği bizi kollarında sallamaya hala devam etmekte olduğunu hayıflanarak görmekteyiz. Artık kurulan Cumartesi pazarıda eskisi kadar kalabalık değil, sepetlerinde sonbahar meyvelerini özellikle bu yörenin meşhur Çavuş üzümünü arıyor gözlerimiz. Civarda bol miktarda yetişen ince kabuklu ve lezzetli bu endemik üzüm çubukları başka illerde yetiştirilmeye çalışılsada bunda muvaffak olunamamıştır. Buraya mahsus çavuş üzümünün vefası mı yoksa koparılıp başka ellere ve illere gitmemeye ayak direme mi? Yaklaşık 25-30 yıl önce ekonomik değere sahip ve bol miktarda yetiştirilen Çavuş Üzümünün yeniden Safranbolu ve civarı köylerde yetiştirilmeye başlanması, üzüm bağlarının çoğalması sevindirici bir gelişme. Ürettiğinin toplamı ve çıktısı olan İnsanın üretimde gördüğü yükselişin bütün alanlarda yayılması dilekleri yüreklerimizdeki sevinci de arttırmaktadır. Son demlerini hayatın coşkusu içinde yaşayan yörenin çalışkan yüzleri güneş yanığı elleri nasırlı, önlerinde zerzavat sepeti olan melek ve nur yüzlü nine ve dedeleri arıyor gözlerimiz hala. Eskisi kadar çok değiller artık. Onlarda güzel atlara binip sahilimizden yeni bir gündoğumuna geçmişler artık. Ne kadar da tek tük kalmışlar. Hayatın her türlü ezası ve cefasına rağmen bu şehrin ve hayatın eteklerinden sımsıkı tutunmayı sürdürmekteler. Cincihanın güney batısı tarafında sırtını ahşap badevralara yaslamış, elinde asası oturduğu yerde torunlarına kumanda eden yaşlı bir amca bir taraftan yanındaki ahbabı manav esnafıyla eksik sohbetini tamamlama arzusuyla tutuştuğunu görmekteyiz. Allah bilir ya tepedeki saat kulesinden yayılan çan sesi uygun saati vurduğunda “Helallik dileyerek” birbirlerinden ayrılacaklar. Sahi nedir bu helallik, birlikte geçirilen 3-5 saatin arasında ne olabilirdi de helallik ihtiyacı duymakta bu insanlar? 05/09/2007 (Not bu yazı ülkemin güzelliğini ön plana farklı ve çarpıcı ayağa kaldırıcı yönüyle ilham alacak genç belgeselcilere adanmıştır.) Onlar ki ülkemin yalnızlığını tereyağından kıl çeker gibi alacaklar ve ülkemin bahtını değiştirip yeniden topyekun üretmeyi yeniden koşulsuz ve karşılıksız sevebilmeyi ve verebilmeyi beceren, bunu sıradanlaştıran, yalnız ülkem ve ben arzusuyla arzı karış karış devaran ettirecek misyon sahipleridir. Görmediğim bu kadın erkek gerçek vatanperverlerin önünde saygı ile eğiliyorum. Su gibi sessiz su gibi derinden. Sizleri seviyorum arkadaşlar hadi bakalım kaldıralım şu engelleri. Ömer Bayram EROĞLU

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ömer Bayram Eroğlu