Aradığım kaybettiklerim miydi? Özlediklerim mi? Neydi beni buraya çeken? Yaşadıklarım mı? Yaşayamadıklarım mı?
Ruhumun derinliklerinde kanamaya başlayan yaranın ince sızını dinlerken yüreğim yıllar öncesinden açık kalan bu yaranın izlerini taşıyordu. Asma yapraklarının altında oturduğum sedirde ruhum kaybolmuş gibiydi. Her safran kokusunda, her safran renginde kangrenli yara acıtarak kanıyordu. İçine saplı kalan bıçak gibi her sapına dokunduğumda içim tekrardan oyuluyordu. Kapatmak için gözümde biriktirdiğim tuzla dağlıyordum.
Hiçbir şey değişmemişti. Közde pişen kahvenin kokusu. Çarşının içine işleyen efsunu. Beni eskilere götürürken anı yaşatıyordu.Koşarak geçtiğimiz Arnavut kaldırımlarında, her ayağımın tökezlediğinde belime sarılıp tutardın.Bu seremoniyi tekrarlamak hoşuma giderdi. Beni her tutuşunda teninin kokusunu içime çekmek ve kokunu içime hapsetmek en büyük zevkimdi.Bir daha ki buluşmaya kadar o kokunla yaşamak, cehennemde cennet kokusunu duymak gibiydi.
Hükümet konağının bahçesinde dolanırken, işte dedim ben burada yeniden doğdum: çünkü gün veda busesini gökyüzüne kondururken, ilk kez dudağımda bırakmıştın dudak izini. Gökyüzü gibi yanaklarım kızarmıştı. Her gün batımında safran sarısı konak bahçesi gelir aklıma. Nefesimde içime dolan kokun.
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.