Aradığım kaybettiklerim miydi? Özlediklerim mi? Neydi beni buraya çeken? Yaşadıklarım mı? Yaşayamadıklarım mı?
Ruhumun derinliklerinde kanamaya başlayan yaranın ince sızını dinlerken yüreğim yıllar öncesinden açık kalan bu yaranın izlerini taşıyordu. Asma yapraklarının altında oturduğum sedirde ruhum kaybolmuş gibiydi. Her safran kokusunda, her safran renginde kangrenli yara acıtarak kanıyordu. İçine saplı kalan bıçak gibi her sapına dokunduğumda içim tekrardan oyuluyordu. Kapatmak için gözümde biriktirdiğim tuzla dağlıyordum.
Hiçbir şey değişmemişti. Közde pişen kahvenin kokusu. Çarşının içine işleyen efsunu. Beni eskilere götürürken anı yaşatıyordu.Koşarak geçtiğimiz Arnavut kaldırımlarında, her ayağımın tökezlediğinde belime sarılıp tutardın.Bu seremoniyi tekrarlamak hoşuma giderdi. Beni her tutuşunda teninin kokusunu içime çekmek ve kokunu içime hapsetmek en büyük zevkimdi.Bir daha ki buluşmaya kadar o kokunla yaşamak, cehennemde cennet kokusunu duymak gibiydi.
Hükümet konağının bahçesinde dolanırken, işte dedim ben burada yeniden doğdum: çünkü gün veda busesini gökyüzüne kondururken, ilk kez dudağımda bırakmıştın dudak izini. Gökyüzü gibi yanaklarım kızarmıştı. Her gün batımında safran sarısı konak bahçesi gelir aklıma. Nefesimde içime dolan kokun.
Evlerin saçakları altından ağır adımlarla geçerken ceylan gibi uçarak inişimiz hatırladım. Nasılda saklanırdık hanın odalarında. Yüreğimizin odaları gibiydi. Duygularım arasında mekik dokurken bu dünyaya ait değilim diyordum. İçimdeki volkanı bastırırken cevabını veremediğim sorular soruyordun.
Hıdırlık tepesine doğru tırmanırken için için yanan bu yürek yangınına, esen rüzgârların yardımı olmuyordu. Ağaçlar arasında kalabalıkla yürürken yalnızlık batağına gömülüyorum. Bedenim kaybolmuşluklar içinde gark oluyor. Tutunacak bir bakış, bir söz arıyorum…
Güneş saati gibi zaman sayacı keşke yerinde kalsaydı. Yol ayrımında bekliyorum. Kendimle cebelleşip, sendeliyorum. Sorular sel sağanağı gibi beynimin kıvrımlarında bana talim ettiren yüreğim yetimdi.
Seyir tepesinde, kentin en güzel halini izlemeye koyuldum. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Saklamak istesem de aşikârdı. Elimden gelse tüm hafızamı silebilseydim. Kırılmış kristaller tozları gibi dağılıp zerrelerimi kentin üzerine savurabilseydim.
Ceplerime koyduğum yalnızlığımla ne gidebildim ne kalabildim. Sanki cehennemdeydim, cennet ise burçların üzerindeydi. Seni unutmayı dendim, başaramadım. Ruhumu satışa çıkardım alan olmadı. Lacivert geceleri üstüme giydim, örtmedi. Buraya gelip seni bulamamanın hüznü içimi oydu. Seni kayıpların içine koyunca benden eser kalmadı.
Yasaklarla aşkın umanında boğulurken beyaz güvercin uykusunda ruhumu secdeye koydum…
14.06.2011
Saat: 02:30
Kayıt Tarihi : 14.6.2011 17:16:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fatma Avcı 2](https://www.antoloji.com/i/siir/2011/06/14/safran-sarisi-sevda.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!