SADECE KRAL DEĞİL BÜTÜN HALK ÇIPLAK (1)
Çocukken kesilmiş biletim bir tren yolculuğuna, o trene bindiğimde, nereye diye soramayacak kadar sorusunu bilememişim hayatın. Cevaplar ise, hayat yolculuğunun ömür treninde giderken, başımı trenin penceresine yaslatıp seyretmelere kalmış. Zaten öyle değil midir yaşanılan ve seyredilen hayat ve dediğim gibi, hayat kendini insanlara yaşatarak tanıtmaya mecbur, İnsanlarsa, hayatta her şeyi kaybederek öğrenmeye mahkûm. Ve diyorum ki, böyle olmamalıydı öğrenmeler. Kaybederek değil, görerek ve seyrederek artı olmalıydı öğrenmeler. Ve yolculuğunda olduğum trenin camından dışarı baktığımda neler mi gördüm? Neler görmedim ki! Hayatın gerçek bir film sahnesi olduğunu, bu sahnede herkesin bir rolü ve rollerini nasıl oynadıklarını gördüm. Ve bu oyuncuların sadece kendi rollerini ezberleyip oynadıklarını, film içindeki diğer oyuncuların rollerini bilmediklerini ve seyirci olarak hepsinin tek tek rollerini nasıl oynadıklarını gördüm. Çünkü benim hayat içindeki rolümse tamamen seyirci olmaktı. Televizyon ekranlarında oyuncu az, seyirci çok., hayat içindeki oyuncular çok, seyirciler yok denecek kadar az. Ve bu azınlık içindeki ben, Dilek Fırat, Kral Çıplak diye bağıran o çocuk oldum hep. Masalın kahramanı çocuk Kral’a duyurdu da sesini. Günümüzde sadece Kral değil, çıplak olan halka sesimi duyuramamanın yorgunluğuyla içimdeki öfkelerimin atını her ne kadar şahlandırıyorsam da o kutsal Sarıkamış’ımın dağlarına ve doğrulara, doğrular o kadar az takılıyor ki gözlerime. Hani vardır ya Kral’ı giydirdiğini söyleyip, Kral’ı çıplak bırakan medya ve bazı köşe yazarları ve terzisine güvenen, giyindiğini zannettiği kıyafeti çok beğenen, çıplak olduğunun farkında bile olmayan bir halk…
Manevi ve ahlaki değerlerimizi yanlışlara yönlendirerek, gençliği ahlaki değerlerden koparıp ve bu kez kendi yarattığı yanlışları topa tutarak çevrimli haber yapan haberci ve köşe yazarlarına, Kral çıplak diyen çocuklar sesini yanlışların kalelerinden işitemez oldular. Ve bu kadar batan yanlışlarının içinde kalan değerlerinin ellerinden tutamayacak kadar eksileriyle kendilerini çağdaş ve medeni zanneden zihniyetler bilmezler ki, duvar yarıdan sonra örülmez, duvar temelinden örülür, temelinde örülmeyen ve temelini tutmayan duvar yıkılmaya mahkûmdur. İnsanlar tabii ki çağdaş ve ilerici olmalı ama manevi değerlerine sahip çıkmadan çağdaşlığa adım atıyorlarsa, bilsinler ki cehaletin enkazında kalacaklardır.
Kendinden eksi veriyorsan çağdaşlığa, o halde artı sende değildir.
Eğer kişilik duvarında taşları yerine uygun oturtmamışsan, o halde kişilikte, kişi de sende değildir. Olmamalıydı bu halka istediği kıyafeti giydiren terziler. Avrupa’nın Türklere, büyük şehirlerin küçük şehirlere, illerin ilçelere, ilçelerin köylere, köylerin mahallelere mükemmeliyetçiliği oynayıp, küçümsenen toplumlar, büyük toplumlara alkış tutmaya mahkûm bırakılmamalıydılar. Doğru bildikleri yanlışları empoze etmeye çalışan düşünceler bilmeliydiler ki, oynayarak değil, eğer kişiliklerinde mükemmellerse, mükemmeldirler.
Hani vardır ya Avrupa merakı; Avrupa’nın bizlere mükemmeliyetçiliği gösterip, bizim de alkış tutmamız gibi. Onlar gerçekten de mükemmel olabilirler. Çünkü onlar kendileri gibi, onlar başka ülkelerin benliklerine bürünüp, başka kimliklerde kişilik aramayan bir toplum, hem insan haklarının savunucuları. İyi de bizler mükemmel değimliydik? Onlarda hiç olmayan değerlerimiz vardı, insanın başını göklere şahlandıran değerlerimiz. Bütün bir dünya toplumuna örnek olacak insanlığımız vardı.
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
offf siz bayagı ağırsınız..
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta