sen ey bir şehri ikiye bölen denizin meltemi
saçlarımı tara, suskun bir çocuk olurum taraçanda
beni bin yıllık bir öpüşle dirilt
surların kıyısında akan kalabalıktan
sıyrılsın resmim ve sen ey avuçlarımda
bir hırçın kedi kadar
bana aşina ve tatlı rüzgar artık es
hatırlat korsanlık tarihimi
sür beni o damda esneyen kaypak güneşten
dolaplar ve rutubet arasında gerinen
kuytu bir hayvanın nefesinden beni sür
yağmurun çitlerinden örülmüş ve batan
bir günün telaşlı sarayında bir müddet
durmuş ve oyalanmışım
yıllardır uzanmışım mevsimin hamağında
orada, başka bir yağmurun beni çağıran sesi ardında
yolu kesen tırpan hattından geçip evime varamamışım
sür ellerimi kirli mecalsiz
ve buyurgan bir sahradan açılsın kanatlarım
bukağılıklarımda yeniden ürpersin kış
ve yeniden sağrımda bakırdan bir tan
beni sür kızgın bayırlara
savaş arabalarıyla çekilen bir ırmaktan
lodosu bir kadını tanır gibi tanıyan, dindirip kanırtan
denizin koşumlarında dik duran forsalardan
ordumu toplayıp getir
çoktandır kanın çekildiği akrepte
dalmış ve oyalanmışım
kromdan ve acıdan damıtılan serapmış meğer
bir kızın uzattığı galondan tattığım şarap
yani o alaşım kesmedi bende çoğalan öfkeyi
yani ateşten köpekler sıçramıştı üstüme
birden dalgınlıkla saptığım o çıkmaz sokakta
kürenmiş közdeki esrarı farkeden ve
zifiri çöpleri eşeleyen fareler
tanımadı bendeki o ıtırlı bitkiyi
sanki sırlı bir aynadan izliyorduk iklimi
ilk cinnetten kalıtılmış olan kan
süzülüyor ve akıyordu, elimden
hırsla fırlatarak baltayı
“hayır! ” dedim “bu mutsuz
ben olamam”
koşmalıydım öyleyse mirasın reddi için
bulmalıydım beni beraat ettirecek kanıtı
ve neden sonra vardığım kütükte
uyuklayan ihtiyar puhu
bakışlarını indirerek üstüme
ve hınkırarak
dedi ki: “asla! duymadım bugüne dek
bunca yıllık adli ömrümde
yargının kudretini böyle arzular biri
ama yine de bilemem karışık bir mesele”
katil de maktul de benmişim meğer
yani sürüyormuş bu dava doğduğum günden beri
yani ben ölene dek askıdaymış karar
oysa sandım ki tek celsede bitecek işim
ve koynumdaki metresi kandırmak için
boşamalıymışım artık içi geçmiş olanı
yani ölümün mekanik gürzünün indiği bu yerde
çoktandır dalmış ve oyalanmışım
ve çoktandır kasalarda biriken ter
o kaltak hesap pusulası, o küflü defter
sıcak nefesiyle raptolmuştu alınlarına
yani soluk benizlerine çatılmıştı intihar
ve ben durmadan boğmak istiyordum
bir berberi, bir kahyayı, bir terziyi, bir
sicil yazıcıyı, bir vaizi, bir tellalı, bir makasçıyı,
bir tefeciyi ve yine bir terziyi ve bir değnekçiyi
ve satranç oynayan bir kabileyi ve kurşun askerleri,
biletçileri, bıçak bileycileri, mezar kazıcıları
ve o derin gayyaları ve herşeyi önceden
bilip yatışan kadınları, derinden öpmeyi bilen
adamları ve piyangocuları ve çaşıtları
boğmak istiyordum ayaklarımı sabit kılınacak
yerden kesmek için uğraşan kalabalığı
yani kuşkunun çayırından üremiş
bakışlar süreğinde bir müddet
bir humma nöbetiyle birlikte
dalmış ve oyalanmışım
sen ey bir şehri ikiye dilen denizin meltemi
çoktandır dalmış ve oyalanmışım
çoktandır dalmış ve
ıpıssız
bir at gibi beklemiş bir kavşakta
o ilk atılgan çocuk ben, varırım taraçana
artık istemiyorum tükenen bir şey için
soğuk bıçaklar kapmak için acının yamacından
artık yok olan sakallarını bitkin tanrılarla
tarayan kalabalığın şehre devrildiği kızakla
batan bir gün gibi inmeyi istemiyorum
batan bir gün gibi sirenlerden,
iskele önlerinden, vitrinlerin çok katlı, loş
ve kızıl resminden, batan bir gün gibi
devrilmek, devrilmek ve devrilmek
istemiyorum, budala ve temkinli
olmanın takımından ve suçsuz ve alışkın ve horlanmış
ve tuhaf ve kancalarla çekilip
yürütülen batan bir güne açılan yorgun bir çanta gibi
ölmeyi istemiyorum
bana şimdi unutamadığım o şarkıyı mırıldan
beni karıştırıp hırçın saçlarından ürperen bir ormana
o karanlık bağrına alnımı geçir
oraya, boşanan sağnaklara
(Batık Değirmenler, 1997)
Hakan ŞarkdemirKayıt Tarihi : 26.6.2004 09:28:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)