SAD SURESİ
Bu dua ile Kur’an’ın yeni bir suresine, yepyeni hakikatleri öğrenmek için belki de eski değil ama eskimez hakikatleri, zamanın ve zeminin eskitemediği hakikatleri öğrenmek için giriyoruz.
Davut suresi diye de adlandırılır. Mekkidir. Mekke döneminin ilk periyoduna denk gelir. Nüzul sırasında 38, resmi sıralamada da 38. Suredir.
1 ve 7. Ayetlerin Nüzul-ü sebebi; Ebu Talib’in huzurunda Mekke’nin ileri gelenleri ile yapılan konuşma. (Bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz dahi ben bu davadan vazgeçmem) sonunda La ilahe illellah deyin kurtulun der.
Biz o kadar kolay söylediğimiz bu sözcüğü onlar niçin söyleyemiyorlardı? Onlar biliyordu ki “Lailahe İllellah” dediler mi, ardından gelen hakikatleri de kabul edeceklerdi.
Konusu: Vahye atıfla başlar, vahye atıfla biter.
Müşriklere haddini bilmezlik, atalara sadakat, dünyevileşmiş toplumlar, serveti ve gücü putlaştıranlar.
İslam, servete sahip olmayı kınamaz. Servetin sana sahip olmasını kınar.
Fakr; yani dinde İslami irfanda bir kavram olarak kullanılan fakr, senin hiçbir şeye sahip olmaman değildir. Fakr; her şeye sahip olsan bile hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir.
Davut ve Süleyman (AS) varlık ile imtihanı anlatılır. 65-68. Ayetlerde Allah’a kullukta şeref ve haysiyet olduğunu ve inkarcıları red vardır.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
1. SAD: Mukatta harfi. Vahye atıf yapar. Allah’ın çağrısından, sayhasından ve sedasında bir kısaltma veya Sıddıkte: doğru söylemiş manasına yapılan kısaltma olduğu söylenmiş.
Bunları Allah sözü olarak dinleyin ve hayatınızı bu sözlerle düzenleyin diye Rabbimizin bir uyarısıyla karşı karşıya olduğumuzu anlayacağımız müteşabih bir âyetle muhatap oluyoruz.
Hasan-i Basrî bu kelimenin manasının: "Amelini Kur'anla karşılaştır." Demektir.
Hz. Ebubekir “Her kitabın bir sırrı var. Kur’an’ın sırrı da Huruf-u Mukattaadır. “der. Düşün, üzerinde dur, anla olarak da mana verilebilir.
Kur’an’a yeminle başlıyor. VEL KUR’ANİ ZİKR: Düşün, öğüt veren, uyaran, öğüt ve uyarı ile seni yücelten, özü itibarıyla zaten yüce olan çünkü yüce bir makamdan inmiş olan ve inme amacı da muhatabını yüceltmek olan bu ayetler üzerine dur, düşün. İbret al.
2. Müşrikler akledecekleri yerde, durup düşünecekleri yerde inkâr içine girdiler. Gurur ve haddini bilmez bir alçaklığa düştüler. İnsan kendinden uzaklaştıkça küstahlaşır, küstahlaştıkça saldırır.
Allah’ın kitabının ve Resûl’ünün ortaya koyduğu dine, hayat programına karşı alternatif bir din, bir cephe oluşturmuşlardır. Allah ve Resûlü’ne karşı savaş açmışlardır. Yapmayın, etmeyin ey kullarım. Bu gidişiniz yanlıştır. Siz bilirsiniz
3. İskender’in güneş batmayan imparatorluğu, Sezar, İran ve Bizans imparatorluklarında ne kaldı geriye. Hiçbir şey kalmadı. Baki kalan Allah’tır.
4. Buna şaşana şaşmak gerekir. Tüm inkârcı toplumlar melek bir peygamber beklediler. Biz insanız, o melek. Onu nasıl örnek alalım. Onu sihirbaz olarak nitelemelerine rağmen hiçbir örnek veremiyorlardı.
Allah Resulüne böyle iftira ettiler. Fakat ilginçtir onu göz boyayıcı bir sihirbaz olarak nitelemelerine rağmen hiç biri de onun elinden sadır olmuş sihre benzer bir örnek veremedi. Ya şöyle bir olay oldu diyemedi.
5. Tek bir Allah’a iman etme konusunda oldukça yobaz ve yabaniler. Allah’tan uzak durmak isterler. Çünkü hesabını verecek bir hayat yaşamıyorlar.
6. Çıkarcı bir mantıkla düşünüyorlar. Rakamlarla iş yapıyorlar. Tezgahlarını çok güzel kurmuşlar. Akleden kalp ile değil, sadece ve sadece çıkarlarını düşünüyorlar. Mevcut statüko onların lehine çalışıyor. (Müşrikler, Ebu Talibe müracaat edip Peygamberimizden aldıkları cevap karşısında aldıkları karar. Sağ elime güneşi, sol elime ayı da verseniz bu davadan vazgeçmem.)
7. Bu doğru bir şey olsaydı, Bizans’ta olurdu, İran’da olurdu. Bunlar modern ve çağdaş. Biz çağdaş inanç sisteminin hiç birinde bunu duymadık. Yani görüyorsunuz çağdaşlık takıntısı yeni bir şey değil, cahili bir takıntı bu. Biri ateşe tapan iran diğeri bozulmuş Hristiyanlık.
8. Bu bir küçümseme, tahkir. Güç ve iktidar sahibi birine indirilmeli diyorlardı. Asıl itirazları vahyin kaynağına.
Peki aynı vahyi ona indirseydik inanacaklar mıydı? Hayır samimiyetsizler. Asıl itirazları vahyin kaynağına.
Eğer azabımı tatmış olsalardı böyle küstahlık yapamazlardı. Yani söylenen şu: Allah’ın Resulüne olan itiraz aslında vahye yapılan itirazdır. Vahye itiraz vahyin sahibine itirazdır.
9. 10. Bu bir meydan okuma. Celaleddin Rumî nin o ilginç örneği geldi aklıma. Ayrıntısına girmeyim ama: At bevlinde yüzen saman çöpüne konmuş sineğin hikayesiydi o. Kendisini yer yüzünün en büyük okyanusunda yüzen en büyük transatlantiğinin en büyük gemisinin kahraman kaptanı zanneden sinek. Dışarıdan bakan için ne kadar gülünç değil mi. İnsanın Allah’a karşı küstahlaşması, insanın Allah’a karşı baş kaldırması aslında bu sineğin durumundan farklı bir komiklik değil, hepsi bu.
11. Küfürde ittifak etmiş, savaşı kaybetmiş ve kalanların bir araya geldiği cüruf. Savaş döküntüleri.
Bırakın öyle sonradan helâk olacaklarını, onlar şimdi, burada helâk olacaklar. İşte şuracıkta, Mekke’de yenilip helâk olacaklar onlar. Bu âyetlerin okunduğu yerde, bu peygamberin kendilerini uyardığı ortamda helâk olacaklar.
12. O saltanat sahipleri 1000 yıl sürecek sanırlardı, ama şimdi cesetlerine sahip değiller.
“Zül evtad”; sütun sahibi. Ama sütun burada mecaz’da olabilir. İktidara, saltanata, saraya, köşke, güç hatta işkence simgesi olan kazığa bile isim olabilir.
**************************************************************************
13. Yani Her çağın mü’minleri gibi, her çağın kafirleri de birbirlerinin devamıdır. Onun için efendimiz bu hakikati şöyle ifade etmiş; “El küfru milletün vahideh”. Küfür tek millettir. Ne zaman, nerede olursa olsun.
Gerçekten de Allah’a savaş açmış olan her kişi, toplum, uygarlık ve iktidar birbirinin benzeri tavır ve davranışlar gösterir.
14. Burada Kureyş'in "Bedir"den başlayan yenilgisine işaret edildiği gibi, başarıya ulaşacak düzenli bir ordunun, muntazam bir milletten çıkabileceğini anlatıyor.
15. 16. Bundan amaç onların yalanlamaları dolayısı ile içinde sıkıntı duymaması ve kâfir oldular diye hüzünlenmemesidir. Çünkü Rasûlüllah'ın kavmi nasıl kendisini yalanlamışlarsa yukarıda zikri geçen topluluklar da peygamberleri o şekilde yalanlamışlardı ve onlar sayıca ve askerce daha güçlü idiler.
17. Hz. Davut’un kıssası iki yönden incelenebilir.
1. Hz. Peygamberi teselli için. İktidarı Allah verecek. Şimdiden sınava hazırlan.
2. Müşrikleri tehdit. Güce ve iktidara tapıyorsunuz, Allah’ı inkâr ediyorsunuz… Hz. Peygambere daha büyüğü verilecektir. Ama O elinin tersiyle iktidarı itip, kul peygamber olma yolunu seçecektir.
O, Allah’a dönen, O’na yönelendi. Dönüşü, tevbesi O’na ait olandı. Programı, hedefi Allah’tı. Hep Allah’ı memnun etmek için bir hayat yaşıyordu. Tüm derdi, tüm endişesi, tüm sıkıntısı oydu. Bundan başka bir derdi yoktu.
18. Eşyanın Tesbihi: Allah’ın koyduğu yerde görevini yapması.
Tesbih, Rabbi gündeme almak, Rabbi yüceltmektir. Tesbih, Rabbi en yüce sıfatların sahibi, noksan sıfatlardan münezzeh bilmektir. Tesbih, bir varlığın yaratılış gâyesi istikâmetinde hareket etmesidir. Bu mânâda gülün kokusu, ateşin yakışı, bülbülün ötüşü, suyun akışı, bulutun yağmur yağdırması, güneşin aydınlatması, kuşun ötüşü tesbihtir. Kitabımızın bir âyetinden öğreniyoruz ki tüm varlıklar Rab-blerini tesbih ederler, ama biz onların tesbihlerinin mâhiyetini bilemeyiz.
Hz. Davut iradeli bir kul. Dağlar ise iradesiz. İnsan Rabbinin emrine yönelirse, iradesiz varlıklar da insana yönelir.
Bütün mahlukat aslında ilahi koro halinde teşbih ederler. İnsan da bu koroya davet edilmekte.
19. Aslında kainata mensup olmak, kainatla birlikte Allah’ın size verdiği rolü oynamak. Kuşlar ve diğer yaratıklar bu görevi yapıyorlar.
Ey insan, şen şu varlıklar aleminde bu zincirin altın halkasısın. Zincirden kopma. Koparsan Allah’a yabancılaşırsın.
20. Bir iktidarı meşru kılan vahyin gözünde iki, şeydir. Adalet ve hukukun üstünlüğü. Meşru iktidar hikmet ve ikna ile gayri meşru iktidar ise zulüm ve zorbalıkla olur.
“Faslel hitap” Anlaşmazlıkları sona erdirecek bir ikna kabiliyeti. Yani sözü kesip ayıracak, sözü kesip tartışmayı bitirecek. “Faslel hitab” problemleri Hukuk ilkeleriyle çözmek, halletmek manasını içeriyor.
21. Mihrap, bir inziva hücresi. duvarın içine gömülmüş çok küçük karanlık bir oda. 26, ayete kadar Hz. Davut kıssası anlatılıyor.
22. 23. 24. Mesele hata etmek değil, hataya aldırmamak. Yani burada toplumsal bir zaaf dile getiriliyor. Genellikle toplumsal olarak yaşayan insanlar birbirlerinin hakkına tecavüz ederler. Kapitalist düzende malı hamuduyla götürmek isteyenlere bir cevap.
Bu ayetin tarihsel bir karşılığı var. Hz. Ömer’in Müslüman olduğu döneme denk gelir. Hz. Peygamberin duası Hz. Ömer’de karşılık bulmuş, doksandokuz müşrik sizin safınızda bir tanesi bizde. Bu korkunuz niye.
25. 26. İktidarı meşru kılan tek şey aslında adalettir. Hevaya uymama adaletin gereği. Adalete uymak isteyen arzusuna uymaz. Arzusuna uyan ise adalete uymaz.
************************************************************************
27. Allahsızlık anlamsızlıktır. Anlamlı olanın bir amacı olur. İnsanın amacı yaratılış gayesine uygun bir hayatı yeryüzünde inşa etmektir. Vahiy, ilahi bir inşa projesidir.
28. Testiyi kıranla suyu getiren bir olur mu?
29. Vahyin amacı iki türlü gerçekleşir. 1. Üzerinde durup, düşünerek. 2. Sonuçlarını hayata aktararak.
Bu kitap mübârektir, bereket kaynağıdır, insanları berekete, hayra, güzelliğe, sevaba, cennete ulaştırandır. Kur’an’la beraber olan kişi tüm bereketlere, tüm hayırlara ulaşacaktır. Kur’an’la beraber olanlar hayatta daha mutlu, daha dengeli, daha huzurlu olacaktır.
30. Hata yapmak bir cürüm, hatada ısrar etmek bin cürüm. Hz. Davut bir hatayla sınandı. Hz. Süleyman ise varlıkla imtihan ediliyor.
İNNEHU EVVAB: Baba Hz. Davut için de kullanılan bir ibare. Yani istikameti doğrultma. Koordinatlardan şaşmama. Eğer insan Allah’ın kendisi için çizdiği koordinatlarda yürürse bu hayat okyanusunda menzili maksuda erer. Yok şaşarsa yolunu kaybeder.
EVVAB OLMAK: Yolunu yitirmemek, yolsuzlaşmamak, koordinatlardan sapmamak, aklını-fikrini korumak…
İktidar ve servet Hz. Süleyman’ı isyan ettirmedi. Onun kıblesi bizden yanaydı. Yani servet kıblesini bozmadı, şöhret kıblesini bozmadı, iktidar kıblesini bozmadı. O bütün bunların ayartıcı etkisine kapılmadan rabbine olan yönelişini sonuna kadar sürdürmüştü.
31. SAFİNAT: Tek ön ayağın ucuna basıp diğer üçayağı üzerinde duruşu. Altın poz verişi. Atın bile bir duruşu var, insanın olmasın mı? At bile esas duruşunu sergilediğinde insanın içini götürüyor canını alıyor. Peki kul esas duruş sergilediğinde Allah ona muhabbet etmez mi?
CİYAD: Türünün içinde en iyileri. Atlar içinde yarış atları mesela.
32. Müthiş bir bakış açısı, güzele nasıl bakıyorsunuz. Güzel olan her şey Allah’ı hatırlatmalı. Bakış açısı bu olmalı.
Güzele yamuk bir bakış açısıyla bakıyorsanız şeytanın esiri olmuşsunuzdur.
İşte bu zikr olarak geçiyor ayette. Yani Allah’ı hatırlamak, Allah’ı sürekli hatırda tutmak, baktığınız her şeyde, her güzellikte rabbinizin Cemal sıfatını görmek, rabbinizin mutlak güzelliğinden bir yansıma görmek, onu rabbinizin mutlak güzelliğine götürücü bir ayna bilmek, yol aynası, ya da yol taşı, yol işareti bilmek ve o işareti takip ederek Allah’a ulaşmak, Mutlak güzele ulaşmak, güzelliğin yaratıcısına ulaşmak. İşte bu.
Bunu yapabildiğimiz sürece güzele hakkını veriyoruz demektir. Bunu yapabildiğimiz sürece güzeli yaratana şükrediyoruz demektir. Bunu yapabildiğimiz sürece yeryüzünde ki güzelliğe katma değer oluyoruz, dahası güzelliğin artırılmasına vesile oluyoruz demektir.
Güzelliğin kaynağını keşfederek, fark ederek güzeli fark etmek şükürdür. Şükürse güzelliği, nimeti arttırır.
33. Allah’ın hayatımızı güzelleştirmek için yarattıkları, bizi Allah’tan koparmamalı. Eşya amacının tersine kullanılmamalı idi.
Hz. Süleyman atların boyunlarını, bacaklarını okşarken bunların dünyaya ait olduğunu biliyordu. Bu insani bir olgudur.
34. Kendisinden sonra oğlunun yerine geçip çok kısa zamanda saltanatını yok ettiği söylenir.
Yüzüğünü bulan bir cin, onun koltuğuna oturup adaletsiz hüküm sürdüğü söylenir.
Razi o cesetten kasıt kendisiydi der. Böyle bire yorum yapar, ki bu Razi’ye özgü farklı bir yorum. Yani mecazen iktidar cansız bir cesettir ey Süleyman. Sen bu cesede ruh vereceksin. Eğer buna ahlak katarsan, adalet katarsan, anlam katarsan iktidar ruh üflenmiş bir cesede dönüşür yani canlanır. Yok eğer ahlâksız, adaletsiz ve anlamsız bir iktidar bir servet olursa o zaman bu cesetten başka bir şey değil. Sadece bu dünyada kalır, geçici olur imasını içerdiğini söyler.
35. Bir nevi ellerimle büyüttüğüm bu muhteşem devleti, bir başkasına günah aleti olarak vermek istemiyorum. Yani benim elimde sevap aracına dönüşen bu iktidar yanlış ellere geçip günah aracına dönüşmesin. Benimle son bulsun.
Râzî, tefsirinin bir yerinde buna şöyle de mânâ vermiştir: Yani bana öyle şanlı bir mülk ver ki, ben ona kavuşup öldükten sonra "dünya mülkünün vefası olsaydı Süleyman'a olurdu" denilsin de kimsenin dünya saltanatına hırs ve rağbeti kalmasın.
36. Hz. Süleyman’ın rüzgârla hareket eden deniz filoları vardı.
Allah’ın yaratış sırrını anlamak önemli. Hz. Süleyman, Allah’ın insanoğlunun hizmetine sunduğu birçok mahlûku kullanmasını bildi. Bu mahlûkatın yaratılış sırrını anlamakla alakalı.
37. Sanata ve sanatçıya verilen değer dile gelir. Sadece görünmeyen değildir şeytan. Bazen kullanırız “ne şeytan adam”… Ele avuca sığmaz ustalar da denilebilir.
38. Asla itaat etmesi mümkün olmayan toplulukları otoritesi altına alması.
39. 35, ayete atıf var. Efendimiz Hz. Süleyman’ın tercih ettiğini etmedi. Dünyevi boyutunu istemedi. Hakkını verdiği için, sadakasını verdiği için Hz. Süleyman’ı bu varlığından dolayı kınamıyoruz.
Rabbenâ âtinâ fiyddünyâ haseneten ve fiyl âhırati haseneten vekınâ azâben nâr. (Bakara/201) Rabbimiz bize dünyanın güzelliklerini de ver, ahiretin güzelliklerini de ver, bizi ateş azabından koru diye bize dua öğreten de yine vahyin kendisiydi.
40. Serveti putlaştıranlarla, serveti şeytanlaştıranlar aynıdır. Yani dünyada güzellikleri şeytanlaştırmayın. Vahyin bu konudaki tavrı dengedir. Serveti putlaştıranlar vahye karşı çıkan ilk müşrik muhataplar gibi; altından bir bahçen, evin olmalı değil miydi derler. Veyahut ta evinin merdivenleri, kapının tokmakları altından olmalı değil miydi derler. Veyahut ta şu iki şehrin birinden en zengin ve itibarlı olana gelmeli değil miydi peygamberlik derler. Hz. Süleyman varlıkla imtihan edilip, bu imtihanı başarıyla verenler arasında.
***************************************************************************
41 ile 44. Ayetlerde Hz. Eyüp (AS) ın kıssası anlatılmakta.
41. Mümine bela üç şekilde gelir. 1. Ya günahına kefaret olarak, Yani hak eder, dolayısıyla günahına kefaret olur, belayı çeker günahına karşılık olur. 2. Daha büyük bir belaya kalkan olur. 3. Ahiretteki derecesini yükseltir.
Parçada kötü gibi görünen bir şey, bütünde rahmet olabilir… Hastalık bir tür ömrü uzatmaktır. Mesela 70 yıl ibadetle kazanacağınız bir ecri 7 aylık çok ağır bir hastalık sırasında kazanabilirsiniz. Bu durumda hastalık ömrü uzatmış olmuyor mu?
42. Hastalıktan kurtulmak için çarelere başvur. Elinden geleni yap.
Bunu Resulullah’ta da görüyoruz. Sevr’e çıkması gibi. Bittim ya Rabbi demeden yettim ya kulum denmez.
43. Verince şükredilir, alınca hamd edilir. Belki de daha iyisini vermek için almıştır. Hz. Eyyub’a daha iyisi verildi.
İmtihanın konusunu takdir eden Allah’tır. Bizi bu dünyada güç, kuvvet, zenginlik, servet ve saltanatla, imkân ve fırsatla da imtihan edebilir, bunun tamamen zıddına fakirlikle, yoklukla, hastalıkla, mahrumiyetle de imtihan edebilir. Her iki durumda da kul olduğumuzu, Allah’ın takdirine, Allah’ın imtihan konularına rıza göstermek ve asla Rabbimizi unutup, Rabbimize isyan içinde bir hayatın adamı olmamamız gerektiğini bilmek zorundayız.
44. Hanımı onun çektiği o acıları ve sıkıntıları görünce o dayanamamış, “Ona olan muhabbetinden ve şefkatinden dolayı bu kadar sabrettin ve şükrettin, her sabır ve şükründe acın daha da arttı, gördün hastalığın. Bir de isyan et bakalım belki hafifler. Dediği rivayet edilir. Yani hep sabrediyorsun, şükrediyorsun ama derdin artıyor. Bir de tersini dene bakalım demiş belki kızgınlıkla, belki o ağır yorgunlukla, belki şefkatle. Ama böyle yanlış bir akıl yürütmüş. O da;
“Beni Allah’a karşı isyana mı teşvik ediyorsun. Eğer iyi olur kalkarsam sana 100 sopa çekeceğim.Sabır, direniş yani. Allah’a kullukta direniş. Başınıza isterse ateş yağsın, rabbinize kullukta direneceksiniz. Sonuna kadar. Eğer direnirseniz unutmayın ki Allah yar ve yardımcınızdır. Unutmayın ki Allah kuluna yeter.
45. İbrahim peygamber ateşle sınandı. İshak peygamber bir rivayete göre de İsmail peygamber canla sınandı. Yakub peygamber Yusuf la sınandı. Yusuf peygamber Züleyha ile sınandı. Yani hepsi sınandılar ve sınavlarını başarıyla verdiler.
Güçlü bir şahsiyet ve güçlü bir iradeye sahip olmak. ULUL EYDİ: Güçlü bir kişilik. VEL EBSAR: keskin bir irade. Bütün peygamberlerin niteliği bunlar.
46. Büyük adamlar, büyük acılar demektir. Yani biz onları saflaştırdık. Tıpkı altının potada saflaştırılması gibi. Madenin cevherinin cürufundan ayrılması gibi. Yani acı yetiştirir insanı. Adamı dert adam eder. İnsanı hüzünler insan eder, sevinçler değil.
47. İlahi yasa bu. ANKEBUT 2 BAKARA 155
48. ELYASA: Çocukluğunda hastalanır. İlyas Peygamberin duası ile iyi olur ve onun yanından ayrılmaz. Sonra nübüvvetle görevlendirilir.
ZÜLKİFL: Elyasa Peygamberin amcaoğludur. Bu ikisi Hz. Musa’nın şeriatını toplumuna anlatmışlardır.
Bu âyetler Rasûlüllah'ı teselli etmekte, içindeki sıkıntıları gidermektedir. Çünkü peygamberler itaatte kendilerini yordukları, âfet ve belâlar karşısında taş gibi güçlü duran üstün kişilerdir.
49. Bu hikâye değil, anı değil. Uyarı ve hatırlatma. İbret al, satır aralarını, arkasını, önünü ve maksadını anla.
50. CENNETÜL ADN: Kalıcı güzelliğin üretildiği merkez.
Cennet, güzelliğin üretildiği merkez. Onun içindir ki Sahip olduğumuz tüm güzelliklerin aslı oradadır. Bizim elimizdekilerse geçici olan kopyalarıdır.
51. İşte bütün bunlar hesaba kitaba inanan, âhiret endişesi taşıyan, kimselere vaad edilenlerdir.
52. Hep birbirine bakan. Gözü asla bir başkasını görmeyen. Birbirine muhabbetini hasreden, birbirinde sevgisini bulan, birbirini tatmin eden, birbiri ile mutmain olan eşler. Güzelliğin merkezi idi ya, sevginin üretimi olacak orada eşler, birbirlerinin sevgisini üretecekler.
53. 54. Tükenme niteliği yok. Ne kadar harcarsanız harcayın, ne kadar kullanırsanız kullanın, eskime, yıpranma tükenme özelliği yok, böyledir.
Peki bunu aklımız alabilir mi, bunu kavrayabilir miyiz? Kavrayamayız. Çünkü bizim kullandığımız bu dünyada ki her güzellik tükenen güzellik. Tükenmeyen bir güzellik gösterin siz bana bu dünyada.
55. Yani haddini bilenlere en güzel menzil, haddini bilmeyenleri de en kötü menzil.
56. 57. 58. Cehennem cennetin mutlak karşıtı. Ceza yoksa ödülün ne kıymeti var. Onun için cehennemden söz edilen yerde mutlaka cennetin olması gerekir.
59. 60. Kılavuzu karga olanın konacağı yer mezbeleliktir.
61. Dünya hayatının inkârcı ve saptırıcı önderleriyle onların peşinden giden kitleler arasında âhiretteki yargılama sırasında böyle çekişmeler ve suçlamaların olacağı Kur’an’da başka vesilelerle de anlatılmaktadır. Maksat her iki tarafı da şimdiden uyararak sonuç vermeyecek olan âhiretteki bu çekişmelerden onları korumaktır.
62. Ters bakış bu değil mi. İyi kötü, kötü iyi görünüyor. Eğer yamuk bakarsa Allah’a makbul olanı merdut olarak görüyor. Allah’a merdut olanı, Allah’ın reddettiğini de makbul olarak görüyor.
63. 64. Kur’an ın bir çok yerinde cehennemliklerin birbiriyle takışması, atışması ele alınır ve buna yakın bir biçimde nakledilir.
65. 66. Hz. Muhammed ne bir sihirbaz ne de yalancıdır; o yalnızca bir uyarıcıdır. Bütünüyle evrenin mutlak yönetici gücü, yalnız Allah’tır.
O cebbârdır (Allah’ın birliğini tanımayıp kendisine baş kaldırmaya kalkışanları kahru perişan etmeye kesinlikle muktedirdir), güçlüdür; buna karşılık inançlarını ve yollarını düzeltenlere karşı da çok bağışlayıcıdır.
67. “Önemli bilgi”nin ne olduğu konusunda başlıca üç farklı yorum ileri sürülmüştür:
a) Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in Allah tarafından görevlendirilmiş bir uyarıcı, bir elçisi olduğuna dair bilgiler;
b) (49-64. âyetler) özetlenen âhiretle ilgili haberler, bilgiler;
c) İnsanlara uyarıcı ve aydınlatıcı haberler, bilgiler aktaran Kur’an. Bunların hepsinin kastedilmiş olması da mümkündür.
68. Yani Allah haber veriyor, hem de sizi ilgilendiren bir haberi manşete çekiyor, siz ise gerçeği görmezden geliyorsunuz.
69. 70. Yeni kıssaya, Adem ve İblis kıssasına sözü getirirken yukarıdakine nasıl vakıf değilsen, cehennemliklerin kendi aralarında ki konuşmasına, meleklerle Allah arasında Adem yaratılırken ki tartışmasına da vakıf değilim. Dolayısıyla onu da Allah’tan alıp size aktardım, bunu da vahiy olarak size aktarıyorum.
Surenin ana fikri hakta direnip Adem olmak, ya da hatada direnip iblis olmak. Davud örneği hatayı itiraf idi, iblis örneği de hata da ısrar. Şimdi ona getirdi sözü Kur’an.
71. İnsan elementer olarak topraktan yaratılmıştır. Toprakta kaç element varsa insanda da ayısı var. Hem topraktan beslenir hem toprağa gider.
İnsan yiyip içtikleri ne olursa olsun, ister hayvansal gıdalar, protein olsun, ister bitkisel gıdalar karbon hidratlar olsun yine topraktandır.
72. İnsan topraktan yaratıldı da sonra niye topraktan olmuyor da insan insandan oluyor. İşte ilk yaratılanı sadece Allah yapar. İnsan maddi ve manevi alemin oluşturduğu varlık.
Bu nefes iradeyi, aklı, nutku, konuşmayı, basireti, kalbi, sevgiyi temsil ediyor.
Bu söz konusu secde selâmlama ve saygıda bulunma kabilindendir. Çünkü ibadet kabilinden Allah'tan başka hiçbir kimseye secde etmek caiz değildir.
73. 74. İblis; umutsuz vaka demektir. Ümitsizlik insanı küfre sokar.
Küfür; Burada ki küfür nankörlük anlamına gelir. İblis Allah’ın varlığını inkar etmedi. Hemen aşağıda 80. ayette Allah’ın izzeti üzerine yemin edecek. Ama nankörlük etti. Demek ki Allah’ın varlığını inkar edenler iblisten daha da fazla iblisleşen insan türüne giriyor.
75. İnsan, Allah’ın şaheseridir. Ruhla Allah ilahi bir müdahale gerçekleştirmiştir.
76. Burada ilkel materyalizm görüyoruz. Yine ilkel bir ırkçılık görüyoruz. İlk ırkçı şeytan. Çünkü dahli olmadığı bir şeyle övünüyor. Şöyle bir akıl yürütüyor ben ateşten yaratıldım o topraktan. Ateş topraktan üstündür o zaman ben ondan üstünüm.
Oysa yaratılışında kendisinin müdahalesi yoktu ki. Kişi kendisinin müdahalesi olmayan bir şeyle övünüyorsa ahmakça bir şey bu. Bir şeyle övünecekseniz kendi ellerinizle müdahil olduğunuz, yani hak ettiğiniz, çaba göstererek kazandığınız bir şeyle övünün. Onun içinde Kur’an; “inne ekremeküm ındAllahi etkaküm.” (Hucurat/13) sizin en üstününüz Allah’a karşı sorumluluğunuzun en çok bilincinde olandır buyrulur.
77. 78. 79. 80. 81. 82. 83. 84. 85. Hz. Muhammed’in bu bilgileri ancak vahiy yoluyla almış olabileceği ortaya konmuş; böylece ona vahiy geldiğine, dolayısıyla peygamberlik görevi verildiğine inanmayan müşrikler ikna edilmek istenmiştir.
Ayrıca bu âyetler insanın, yaratıcısının kim olduğunu, kendi aslının ne olduğunu, nereden geldiğini anlayıp kavraması; şeytanî kışkırtmalara karşı dikkatli olması gerektiğini; Allah’a inanıp dayanan, ihlâsla Allah yoluna koyulanlar üzerinde şeytanî kışkırtmaların asla etkili olamayacağını, zira Allah’ın, yardımıyla onların yanında olduğunu bildirmektedir
86. Buna göre Hz. Peygamber, görevini sürdürmek için muhataplarından kişisel bir çıkar, maddî veya mânevî bir karşılık beklememektedir. Böyle olmadığına göre o davetinde samimidir, söyledikleri gerçektir; sahte bir misyon üstlenen, peygamberlik taslayan biri değildir; tebliğ ettiği Kur’an da onun yakıştırması değil, bütün âlemlere, yani bütün akıllı ve yükümlü varlıklara gönderilen ilâhî bir öğüt ve uyarıdır.
87. Burada “bütün âlemlere” kaydı, Kur’an mesajının ve Hz. Muhammed’in peygamberliğinin evrenselliğini gösteren en kesin delillerdendir.
88. Haber, “realiteye uygun bildirim” demektir. Şu halde haberde asıl olan, duyurulan bilginin gerçekliğidir.
“Onun bildirdiklerinin gerçekliğini bir zaman sonra öğreneceksiniz” ifadesi, Müslümanlar için gelecekte İslâm’ın başarıya ulaşacağını bildiren bir müjde, inkârcılar için de bir uyarı anlamı taşımaktadır.
Nitekim müşriklerin bütün karşı çabalarına, mücadelelerine, zulüm ve baskılarına rağmen bu müjde adım adım gerçekleşmiş; daha Resûlullah aleyhisselâm hayattayken Arap yarımadasında şirkin kökü kazınmış; nihayet bir asır gibi kısa bir zamanda İslâm üç kıtaya yayılan, çeşitli milletlerce benimsenen evrensel bir din haline gelmiştir.
Osman Erdoğmuş
Kayıt Tarihi : 23.8.2017 00:24:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!