Ben de sac üzerinde midye pişirdim!
'O ' dönemde İstanbul'a yeni gelmiş, abimle tanımaya çalışıyordum. Yanılmıyorsam yıl, 1969 du.
Yeni Kapı’dan Bakırköy istikametine devam ettiğinizde, solda bir
yer vardır. SSK Samatya Hastanesi’nin tam karşısına denk düşer. Hâlâ yıkıntı olan bir yer.
Denizle ilk o yıllarda tanıştım. Şimdiki Marmara’ya bakınca, asla hayal edemeyeceğiniz kadar temizdi. Abım ve ben sulanıyorduk. Yakınımızda uzun boylu bir adam vardı. Şaşkınlıkla
denize dalıp, çıkmasını izliyorduk.
Adam, her dalışında elinde kara kabuk gibi bir şeyle çıkıyor, onları kıyıya bıraktıktan sonra, tekrar dalıyordu. Bu da bizim ilgimizi çekmişti. Ne yaptığını gerçekten merak ediyorduk.
Sonrasında, adamın o kara kabuklardan kıyıda epey biriktirdikten sonra, bir ateş yaktığını ve isminin sonradan midye
olduğunu öğrendiğim şeyleri; içinde ateş yaktığı bir teneke üzerinde pişirdiğini
gördük.
Gidip bakmak var işin içinde ama ne gezer.
Utangaç çocuğum. Ama o koku yok mu ya!
İşte o kokuya dayanamadık, karnımız da aç açıkçası. Ağabeyimle ben de başladık denize dalmaya. Habire taşıyoruz kıyıya. Parmaklarımızın, tabanlarımızın kan içinde kalmasına aldırmadan, sahile bolca midye taşıdık.
Şimdi bir teneke bulmak gerekiyor. Ama o teneke de ha diyince bulunmuyor ki. Neyse, uzun ve meşakkatli aramalar sonunda, bir Vita tenekesi bulduk.
O zamanlar meşhurdu o marka! Kırar mıyız şimdi tenekeyi? Tabi ki kırarız! Bir güzel yakmış mıyız ateşi.
Koyduk üzerine yeni tanıdığımız kara kabuklu ganimeti! Yedik mi biz midye nasıl yenir bilmeden? Höpürdeterek!
O gün bu gün, nerede midye yesem; o Vita tenekesinin üzerinde pişen kara
kabukları anımsarım.
Ben de ne anne var, ne baba, ne de başka bir şey. Sadece abi.
Saf ve sakin bir takipçiyim.
Bir abi, sadece bir abı hayranlığı.
Ne çok hayrandım anlatamam! Dünyaya ve her yere benden önce gelen bir abi.
Geceleri yıllarca koyun koyuna yattık. Köye her gelişinde, bana saat alacağını söyleyen bir abı. Ben hep o saatin geleceğini düşünerek altı ay beklerdim ve o her gelişinde bana “ bir sonraki gelişimde getiririm “ derdi.
Bu konuda beni çok kandırdı o abim. O oyun çok hoşuma gidiyordu. Olmayan bir saati beklemek hoşuma giderdi. Annem ve babam alamazdı ki zaten. Ama olsun ya. Ben hep isterdim, her on beş tatili için dönüşünde.
Midyelerin kokusudur bizi bu zaman tüneline götüren. Ağlatan, zırlatan…
Adil AydınKayıt Tarihi : 18.12.2009 23:28:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!