Aynen Böyle Olmak Gerek
aralamak gerek kilitli kapıları.
uçurmak gerek semaya aşk kuşunu.
hayat kısa,
kavuşturmak gerek, Aşık’ına Maşuk’unu...
içmek gerek meşk şarabını gözünden.
kırmak gerek o renksiz, doyumsuz kadehleri...
vurmak gerek yere gelmişini geçmişini,
yaşamak gerek an'ında olanı biteni...
alıp fırçayı ele avuca,
güzel resimler bırakmak gerek geleceğe...
şiir okuyup şiir, şarkı dinleyip şarkı olmak gerek,
hoş bir seda bırakmak gerek gök kubbeye.
okuyup ehlinden kitabını,
ışık tutmak, yol göstermek gerek tüyü bitmemişe...
cellat olup.
vurmak gerek cehaletin boynunu, azmasın diye.
adil olmak gerek,
tutmak gerek mazlumu 'hak' diye.
cesur olmak gerek kurttan
yedirmemek gerek sırtlana kuzuyu.
korkusuz olmak gerek muhannetten,
ayırmak gerek sığ'dan alim'i ..
ancak ilmeden olur,
havalandırmak, salmak gerek boş aklı...
düşünmek gerek,
kollamak gerek zürriyeti,
yoksa ben de insanım deyip,
yaşadım denemek gerek, hunhar bir hayvan gibi...
adam oldum demek, bu demektir yahu!
Kelebeğin Sevdası.
yalandı!
uzundu dinozorların gövdeleri.
kısaydı aşkları,
katıydı...
kısaydı ömürleri,
küçüktü bedenleri.
ama büyüktü,
yumuşaktı,
kelebeklerin sevdaları,
-fakat bu çağda hiç kalmadılar-
Eksik Olanlar
Hep eksik olanları tercih ediyordu eksik olanlar.
Çünkü tam'ı kaldıramıyordu cılız ruhları...
Hasretim
Yağmur yağmış.
Hava yine siyaha çalan gri.
Kim bilir kaç âşık ağlattı bu şehir,
Kaç aşk eskitti.
Yıllarca arayıp durduğum,
Didik didik ettiğim aşk'ı,
En bildik yerde bulacağım aklıma gelmezdi..
Ama aşıklar da lazım viranelere.
Yaşamla ölüm arasında ince bir çizgi üzerinde yürür gibi yaşıyorken hayatı.
Ey sevgili!
Beni son nefesimde kurtarmaya mı geldin
Yoksa bu aşk'ın son seferi mi?
Neden şimdi diye sormadan edemiyorum kendime.
Kim bilir belki de yıllardır ödediğim bedellerin cevabıydın sen...
İçimdeki fırtınanın sesi çok şiddetli.
Bir çoğalıyor, bir yok oluyor.
Ey ulu Allah'ım koru beni!
Önce gönlüme düşürdüğün sevginin,
Sonrada bu sevginin sınavını geçememekten
koru beni!
Kafam karışıyor, aklım almıyor.
Hayatımın en yorgun yerinde üzerime gelen bu delirmiş dalga da ne?
Ben mi deliriyorum
Yoksa hayat mı aklımı başımdan alıyor?
Yağmur yağıyor ve ben gözyaşlarımı saklamaya çalışmıyorum.
Gözyaşlarım yağmur damlalarına karışıp kaybolurken,
Kalbim isyan ediyor.
Oldu mu hayat, oldu mu bu sence.
Haykırsam sesim duyulacak.
Haykırmasam bu çelişki beni boğacak.
Ona bir nefes kadar yakınken
Bir o kadar uzak olmak...
Hayat, oldu mu bu şimdi?
Olmadı işte!
Gözlerin
eyy benim gözlerini sevda bürümüş sevgilim.
büyürken gözbebeklerin,
büyüyor sevgimiz de.
eyy benim sesine ses,
sevdasına sevda değmiş sevgilim,
büyürken çığlıklarımız,
çığ oluyor sevgimiz de.
eyy benim tenine ten,
canına can değmiş sevgilim.
yüreği yangın sevgilim.
aynı ateşte kor olup
söndüğümüz sevgilim
işte bundandır.
tatminsiz, fahişe gecelerde
uyur uyanırım gecenin bir yarısı.
soyunup çırılçıplak rüyalara
huzur kokan nefesini ve
için için yanan tenine özlemle...
Kelebekler
'...boşuna ölüyordu kelebekler.
kimsenin o sağır uykulardan uyanacağı yoktu...
Bir Şehir Kuruyorum Bize.
Bir şehir hayali kuruyorum bize.
Göz bebeklerin oluyor mesafeler.
Kendi içine evrilen..
Zamansız seller gibi pencerene akarken içim.
Asma köprüler ve tahta gıcırtılarıyla,
Çocukluğumu anımsatıyor sesin.
Çiçekleri işveli dağlar, isminle müsemma şimdi.
Her toprağa basmaz ayakların bilirim
Bundandır, bir şehir hayali kuruyorum bize.
Hele sen bir gel de.
Bastığın o topraklar nasıl da titreyecek...
Bir şehir hayali kuruyorum bize.
Henüz kimsenin kirletmediği
Aşkın cinayetlere kurban gitmediği.
Bir şehir kuruyorum bize.
İçinde doğmamış çocuklarımızın oynaştığı...
Bir Kahve Hikâyesi
ben bir kahve olsam
kavrulsam,
önce;
ekvatorun güneşinde.
sonra kızgın tavalarda,
kor ateşler üzerinde pişsem..
daha soğumadan
ezilip, öğütülsem,
bakır değirmenlerde..
ya da, dövülsem
taştan dibeklerde..
un-ufak edilip
dökülsem bir cezveye.
kaynasam,
kaynasam,
kaynasam...
anılarla taşsam...
değmez miydi tüm bunlara..
bir içimlik bile olsa
dokunmak için yârin dudağına.
bir kez bile olsa,
değmez mi aşk bunlara?
Bin Bir Gece Masalları.
Senin gözlerinde bilmem ben neydim.
Oysa bende herkes gibiydim...
Bütün şiirlerim acı üstüne.
Mutluluğa dair hiç bir fikrim yok.
Çıkıp da tapınak karanlıklarından,
Yüreğinde aydınlanmaya gelmiştim…
Bir giz 'im vardı yüreğimde sakladığım.
Biraz da zan'larım.
Kapına gelmiştim sürüne sürüne.
Çok kan kaybetmişti umutlarım.
Biliyorum kapıların açıktı sonuna kadar
Fakat bilmiyorsun;
Bu şehirdeki tek köle bendim.
En son aşk!
Yaşanmayan ilk aşk!
Bir büyücü tutsak aldı tüm rüyalarımı.
Sattı Tanrı'ya üç otuz paraya.
Aşkı mitolojiden çalan o cesur bendim.
Bu yüzden korkar insanlık her bakışımdan.
Zamanın en uslanmaz Aşk düşkünü.
Bir meczup,
Ve sen çıka geldin en yorgun anımda.
Azar azar çoğaldı, varlığın gönül boşluğumda.
Talip oldum senden ve benden geriye ne kaldıysa.
Bu dünya artık yaşanası değil,
Hükmü çoktan bitti, yenildi…
Ve zaman; akıp giden zaman,
En zalim hilafını söyledi.
Artık gövdeme ağır geliyor yürek.
Kaç vuruşluk ömrü kaldı bilinmez.
Ne olur reddetme bizi Tanrım.
İnanmadım hiçbir zaman Erosa.
Erittim avuçlarımda, düştü Tanrısı
Sen dirildin.
Biz dirildik.
Dedim ya bu şehirdeki tek köle benim.
Ağzımı açsam dolanır sarmaşıklar.
Kuşlar uçar kalbi kırık dallarımdan.
Karanlıklar yükselir feryat yükü.
Sel basar mesut karınca yuvalarını.
Ben ağzımı açsam taşa keser Medusa.
Ve ben konuşsam…
Solar begonviller.
Sussam!
Ben sussam can konuşsa.
Selamlasa birbirini boynu bükük göçmen kuşlar.
Sıcak ülkeler boyu coşkun nehirlere ulaşsa.
Sen çözsen kalbimin kilitlerini.
Bitse bu esaretlik.
Ben kafesinden kurtulmuş can misali selamlasam Sema'yı.
Saklansak gökyüzünün bir yerlerinde
Mutlu biten bin bir gece masallarının sonuna varsak.
Anka gibi...
Bilme
sen hiç uyandın mı,
günahı örten gecenin sabahına?
o karanlıkta ki yiğitlenmelerin,
nasıl da kıvrandıran bir sızıya dönüştüğünü
hiç hissettin mi?
gün doğarken,
asılmak onsuz bir günün mihrabına.
yanmak yabancı coğrafyalarda.
gurbete yüreğinle dokunmak.
el uzatsan, dokunacağın mesafelerde olmanın acısını, çektin mi hiç?
bildin mi aşkın en imkansızını?
bilme!
bilince ölürsün
sen sakın bilme...
Beraatımı İstiyorum Tanrım!
Beraatimi istiyorum tanrım.
Canım çok yanıyor.
Kimseye taşıyamayacağından fazlasını vermem diyorsun ya;
Kimdir bu Özlem?
Tanıyamaz oldum,
Kimedir bu özlem?
Bitmek bilmez uykusuz gecelere
Nasıl katlansın bu gözler.
Nasıl taşısın bu yorgun yürek,
Aşkın en ağır halini.
Yak istersen Kerem gibi
Ya da sal çöllere Mecnun gibi.
Delirt Züleyha gibi.
Ama Ferhat'ın gücünü ver bana,
Yıkayım önümdeki tüm engelleri.
Ya kavuştur beni sevgiliye.
Ya da benden izinsiz yüreğime koyduğun
bu büyük aşkın hürmetine,
Ver emrini.
Al yanına!
Bütün suç sendeyken üstelik!
Ben Yine Sessiz Kalacağım.
Bir adam sevmiştim önceden.
Yorgundu elleri.
Soğuktu.
Uzak...
Ama ılık iklimlere benzerdi bakışları.
Yağmurluydu.
Yumuşak...
Bir adam sevmiştim önceden.
Güvercin kanatlarına benzerdi saçları.
Dalından düşmüşlere yuva.
Bir adam sevmiştim önceden.
'Tek' bir adam.
Kaybettiğim apansız, amansız yangınlarda.
Bir adam seviyorum şimdi, öncelerden...
İçinde bilmem kaç adam.
Biri hariç, hepsi de korkak.
Kaçak...
Bir adam seviyorum şimdi, öncelerden...
O sevmeye cesaret ettiğinde bir gün.
Ben çoktan gitmiş olacağım...
Ve tanrı diğer tekimi sorduğunda
Ben yine sessiz kalacağım...
Utangaç...
Bazı Adamlar
Gider bazen bazıları..
Uğurlayamazsın..
Acıta acıta gider
Kopara kopara...
Hiç bakmadan gider ardına,
Ne halde olduğuna...
Gider bazen bazıları.
Yanına senden neler aldığını bilmeden...
Sadece gider bazıları.
Geride kalanlarla nasıl baş edeceğini umursamadan..
Aslında hiç sevmemiştim diyerek gider...
Al buradan devam et derde gider...
Arkasında yıkık bir şato,
Yangın yerine dönmüş bir yürek bırakarak.
Kurtarılacak hiç bir şey kalmamıştır o yangından.
Bunu bile bile gider...
Hissedersin sen de hiç sevilmediğini.
Yine de inanmak istemezsin buna.
Bazı adamlar tek damla gözyaşı dökmeden gider Öylece...
İşte o adamlar var ya o adamlar,
Atları eğersiz,
Bir tek onlar gider böyle.
Ama bir türlü uğurlanamaz içimizde.
Çünkü hep bir şeyleri eksik bırakmıştır giderken
Tamamlanamazsın...
Öylece yüzüne çarpıp gider kapıyı,
Boğulursun da, konuşamazsın...
Aşk
Aşk!
Üç karakter olarak yazılır.
Fakat nedense hep karaktersizce okunur...
Yoldaki İşaretler
Henüz kozasından çıkamamış bir ipek böceği misali
İçimde kendimi işliyorum.
Muhteşem sanatçının sanatını işlemesinden sual olunmazmış gibi..
Bilinçaltı, bilinçüstü hizmet ediyorum şu devri aleme...
Varlığının manasını bilmeyen bir şuursuzun şuurunda,
Varla yok arasında,
Varlığını, varlığının sebebinden alan
Bir dişlinin parçalarından biriydim sadece...
Bunu bir tek ben fark ediyordum...
Çaresiz serüvenler düşünce bir kez akla,
Yoldaki işaretleri izlemekten başka şansı olmayan ipek böceğinin,
Bulamazsa, vuslatı yine kendi kozasına olacaktı..
Ve her daim yanacaktı...
Sen Yeter ki Gel Sevgili.
Aşk ateşi yakmadan tüm ruhumuzu,
Gözlerindeki fer hala sönmeden,
Yakamozlanmadan kıyısında oynaştığımız denizler.
Ben hala bendeyken, yitirmeden aklımı,
Gel sevgili...
Fırtınalar çökmeden akşamlarımıza,
Tan yeline esir olmadan sabahlarımız,
Tenim candan soyulmadan hala,
Nefes alırken dudaklarım,
Lal olmadan dilim,
Bir sıcak busenle canlanacak cesedim.
Toprak olmadan,
Gel sevgili…
Hala delip geçerken birlikte dinlediğimiz nameler kalbimi,
Üç kuruşluk vuruşunda bile adını sayıklarken,
Yalan olmadan yaşadığımız o mesut günler,
Varlığına inandır da beni,
Gel sevgili...
Gerçeğine dokunamam biliyorum,
Elimi uzatsam kaybolacak gibisin.
Gelincik tarlaları misali uçuşurken eteklerim düş bahçelerinde,
Rüyalarımda bile olsa,
Tenezzül et de,
Gel sevgili...
Eğer korkuyorsan Tanrı'dan.
Günahların en büyüğü saydıysan sevdamızı,
Bir ömür yanmaksa seni bir an görmenin bedeli,
Vebalin boynumadır,
Ben yanarım ikimizin yerine,
Sen yeter ki gel sevgili...
Yalan
hani diyorum ki ben;
bana yalan söylesen,
'tek bir şey' söylesen.
yalan olduğunu bile bile,
yine de inansam.
beklesem...
Ümitsiz
O kadar ümitsizdi ki.
Sevebilme ihtimali bile imkansızdı.
Bizli rüyalardan bile mahrum kaldım.
Gerçek denilen yalan,
Hiç bu kadar acıtmamıştı canımı...
Bir Kadın Var
bir
kadın
var;
soğuk
kış
gecelerinde
güneşi
gezdirir
ellerinde...
bir
kadın
var;
sayısız
uğur
böcekleri
gezinir
teninde..
hem de
zemheride...
bir
kadın
var;
doğanın
uyanışı
gibi
kıpırdar
içi,
içinde
kelebekler
uçuşturan
yar
aklına
geldiğinde...
bir
kadın
var;
hayatında
sadece
bir
kez
kadın
olmuş.
eylülde...
bir
kadın
var;
terkedilmiş
bir otel
soğukluğunda,
kendini
keşfetmiş,
bir kadın var,
yakar kendini
her gece.
içimde...
Seni Seviyorum
Yağmurların yağışını,
Dökülüşünü damlaların gökyüzünden.
Özgürlüğü anımsatan gözlerinde,
Bir sınırın bitişini,
Yeni bir hayatın başlangıcını izler gibi.
Göz bebeklerinin çerçevesinde hapsolmuşluğumu,
Kopuşunu ekvatorun aydınlanma çemberinde,
Her şeyi tuzla buza çeviren bakışlarını,
İradesizliğimi sana karşı,
Lütuf biliyorum...
Oturmuş gruba karşı
Sana karşı koyamamışlığımı seyrediyorum...
Verdiğin şey acı mı, zevk mi birbirinden ayıramıyorum.
'Kahrın da hoş senin, lütfun da' hoş der gibi, seviyorum...
Seyre dalıyorum alemleri gözbebeklerinde..
Gözlerin bir volkan,
Bir yanardağ etkisi gözlerin..
Gözlerinin renkleriyle tonlanmış bir gezegeni,
Bir uydunun yörüngeden çıkışını,
Doğanın tüm oluşlarını,
Tüm gel git olaylarını,
Ve dahi toprağın ayağımın altından kayışını,
Gözlerinle ilişkilendiriyorum.
Hayata dair olan biten ne varsa seninle seviyorum...
Nasıl oluyor da iznim olmadan böyle büyüyebiliyorsun içimde.
Ömrü çoktan bitmiş bir yıldızın.
Büyüyüp, büyüyüp,
Kendini, kendinde yok edişini izliyorum
Seninle sevişirken ...
Yok oluşuma dalıyorum gözlerinde
Şimdi çağırsan beni,
Sanki kıyametler kopacak.
Zaman kendini inkar edecek.
Ve asırlardır sende kalmışım gibi,
Varlığımı misafir edecek bakışların.
Yorgun bir saati misafir eder gibi.
Aynı yönde, bir gidip, bir geri dönecek zaman sanki.
Akrebi koynuna almış yelkovan gibi.
İşte öyle Allahsız seviyorum seni...
Gördüğüm her canlıyı seninle ilişkilendirir gibi
seviyorum seni.
Bazen bir elma ağacına benziyor gövden.
Kırılgan.
Bazen sağlam, demir gibi.
Dünyaya sonradan dikilmiş .
Peşinden bin ayet gönderilmiş gibi..
Yapma! derken dünya alem.
Bütün hücrem,
Bütün atom altı varlıklar düşman kesilse de.
Yasak meyvelerinin tadıyla dolduruyorum içimi.
Bir kızıl elma.
Tüm varlığımı inkar ettiren.
Aklımı başımdan alan.
Mis kokulu bir elma gibi...
Günahların en büyüğünde kutsuyorsun tenimi.
Oysa Tanrı bile reddetmişti bizi
Yalnız bırakılmıştı Havva ile Adem'i
Sanki aşk denilen o ateşi kendi yakmamış gibi.
Herkesi ne kadar da yalnız bırakmıştı.
Her şey kendisine tapsındı.
Hayatı böyle kurgulamıştı...
Tanrı bizi kandırdı.
Aşk denilen o büyüyü başımıza musallat edip,
Tanrı bizi aldattı.
Tanrı; seni de, beni de ateşiyle yaktı.
Tanrı bizi kandırdı...
Tanrı bize yol göstereceğine
Tanrı bizi bu amâk-ı hayalin içinde yalnız bıraktı....
Aşk Kanseri
Duydum ki;
Aşk kanseri olmuşum!
Uzmanlara göre, ümitsizmiş durumum..
Hızlıca metastaz ediyormuş tüm hücrelime...
Sıktı Aşkına Kadın
ruhu yara almadan.
kanamadan,
sevebilir mi insan?
diye sordu kadın.
düşündü adam!
düşündüğü aşktı.
sevgi geriden gelen coşkun bir ırmaktı.
derleyip tüm düşüncelerini
sustu adam...
ne güzel bir susuştu o.
aşk gibi sustu adam.
o aşka susarken.
kadın yalnızlığa susuyordu.
çünkü aşkına hiç sahip çıkmıyordu adam.
meydan okuyordu,
tüm susuşlara kadın...
eğer yanında o yoksa.
varlığının da anlamı yoktu.
sıktı aşkına kadın...
Bin Kelime Doğurdum Sana
Derler ki;
Biraz çılgın,
Hafif de meşrep olurmuş şairler.
Yazının ağırlığında,
Elleri kalem tutalı beri,
Unutmuştur bir tenin hafifliğini
İşte bu yüzden,
Hep aç olurmuş şairlerin gövdeleri.
Gövdeler ki;
Kendi köküne yabancı.
Köküne inat...
İşte bundandır;
Boza boza Erden'ini tüm harflerin.
Bin kelime doğurdum sana.
Sözlerin rahminden çaldım aşk'ı
Ve aşk'ı,
Dilimde gövertim,
Sustuğun her yerde..
El değmemiş bir kitap ne kadar bakirse de.
Oku beni!
Dokun bana!
Dokundukça anlam bulur sayfalar...
Kertenkelebek
gerçek aşk yoksa sen misin?
diye sordu kertenkelebek.
şimdiye kadar öyleydim,
şu an öldüm, dedi.
soldu kelebek...
Senden Sonra
Kalbimin çatırdama sesleri kaldı geriye.
Elimi neye uzatsam,
Yakar oldu.
Bu kaçıncı diyorum,
Bu kaçıncı yanılgı!?
Soruları şahsa münhasır.
Kopyası verilmeyen bir sınavmış meğer.
Sanki içimde değil de karşımda duruyor gibi.
Var gücüyle savaşıyor elimden almak için,
Neyim var, neyim yok hayat.
İnsan ektiğini biçer diyorlar.
Korkum bundandır,
Ar'ım ondan.
Şimdi kalkıp yeniden koyulamıyorum yola.
Umudu çoktan tükenmiş bir insanın,
Ve de her şeyin koca bir yanılgı olduğunu fark etmiş birini,
Ne geri döndürebilir ki kendine?
Bana sakın zaman her şeyin ilacı demeyin.
İnanmıyorum zaman da…
İlim ve Bilim
Çamurlu su ile abdest alınmaz.
Ayrıştırmak gerekli
Bilmek ilim değil,
Bildiğini uygulamaktır ilim...
Ve bunların hepsinin adı da,
Bilim!
Akıl, bilim ve sanat birlikteliği.
İşte budur varoluş dedikleri...
Otopsi
Dedi;
Otopsi istemem yüreğime.
Failim belli.
Ben ki;
Rüyası rüyasına bir kez değmemiş
Uykusuz gecelerin, yorgun fahişesi.
Dünyanın İki Yakası
İki yakası bir araya zinhar gelmiyordu dünyanın.
Kavuşamadık...
Ne Garip Bir Zaman
Ne garip bir zaman değil mi?
İnsanlık öldü ama,
Hayvanlık yaşıyor.
Belki de ahir zaman...
İstanbul Nerede
İstiklaldeyim.
Asmalı mescitte.
İstanbul'u arıyorum!
İstanbul nerede?
İstanbul'u soruyorum.
denizin tutkuya küsmüş rengine.
martıların son kanat çırpışına,
üzerlerine abanan firavun bakışlara aldırmaz,
mahzun minarelere.
İstanbul'u soruyorum
gök kubbeye.
İstanbul nerede?
güneşin bile yenemediği
şu kasvetli koyu griliklerden kurtulup
varsam bir Haliç'e,
soluksuz maviliklere.
gülmeyi unutmuş çehrelerden.
korkulu, ürkek ceylan bakışlardan.
umudunu yitirmiş,
huzuru tüketilmiş heveslerden kaçıp
varsam diyorum bir Pierre Loti'ye...
közlenmiş kahve kokusunda dinlensem.
demlense gönül çayım.
tazelensem...
çıkarsam insanlığın tüm günahlarını
Ayasofya da.
el açsam üç kuruş mutluğa insanlık için Sultan Ahmet'te.
dayasam bir sırtımı Galata 'ya,
Kızkulesi'ne...
unutulmaya yüz tutmuş sevdaları anımsasam.
çeksem içime.
canlansa gözlerimin önünde yeniden.
aşıklar mezarlığı dirilse...
bulur muyum seni İstanbul.
tarifine göre Sinan'ın,
haritasına göre Fatih'in
sevdasına göre şairlerin.
evet ben İstanbul'dayım da!
soruyorum herkese
İstanbul nerede?
o, eski İstanbul nerede?
Bak Saliş
bak Saliş;
yüreğimizdeki kelebeği boşuna öldürdün!
çünkü benim yerime yüreğine bastığın kuşlar,
bir gün senden göç edecekler..
Seramikçinin Finali
bazıları kalıbının adamı olamıyorsa hiç
e benim de işim bu!
yeniden kalıbını almak
ve pişirmek...
-aşk ile pişirmek çamuru-
Yine mi?
sordu yüreği,
yine mi?
'her giden bir yenisini getiriyordu,
üzülecek bir şey yoktu.'
diye düşündü içi...
Kimsin Sen, Hangisi?
Dedi;
Güzel bir şiire aşk mısın?
Güzel bir aşka şiir mi?
Kimsin sen?
Hangisi?
Dedim;
Hiç birisi!
Ve de ikisi.
Aşk ölürse,
Şair gider.
Şair giderse
Aşk biter.
Susar şiir...
Öyle ki,
Her aşk şairini
Her şair aşkını bekler...
Henüz Doğurulmadı O Kimse
İçirdin önce ab-ı hayattan
bir tas su,
Sonrası suz-i dil'i...
İnandım sana!
Beni sevmeye gücü yetecek kimse yok bu hayatta.
-Henüz o kimse, doğurulmadı-
Aşk'ın da İçi Boşaltıldı.
Aşk'ın da içi boşaltıldı.
İçinde insan kalmadı.
Ben sahip çıkmasam,
Neredeyse unutulacaktı...
Aşksızlık
Artık Aşk'ın tanınmadığı bir yerde,
O toplumun insanlığı düşer.
Ben Hep Günahtım
Derler ki;
Dillere düşmüşüz seninle.
Adınla anılıyormuş günahlarım.
Fakat hiç kimse bilmiyor ki,
Ben Hava ve Adem'den beri hep günahtım.
Geçmiş ve geleceğin ötesinde sevmişim.
İşte buymuş günahım...
Saba Gibi
Bir eylül şarkısı düştü içime.
Ayrılık gibi...
Yağmur gibi...
Hayat hikayem gibi...
Her zaman başrolünde olduğum ancak,
Hiçbir şeye müdahale edemediğim gibi.
Gerçek gibi...
Yalan gibi...
Neye inanacağını şaşırmış,
Savrulmuş gibi.
Yitik gibi...
Ve hiçbir zaman bulunmayacakmış gibi...
Yok gibi!..
Şiir Olmuştu Şair
Ve bir gün şunu fark etti;
Artık düşünemiyordu Bilge şair.
İşte o anda, şöyle seslendi kendi içinden şiir;
"Kervan yolda düzülür! "
Yola çıkamayanın kervanı ise hepten bozulur...
Evet artık hiç düşünemiyordu Bilge,
Çünkü Şiir olmuştu Şair.
Sadece Terk Edilmiş Bir Aşk Vardır Ortada!
Dur!
Nereye gidiyorsun diye soramazsınız bazı sevgililere.
Ya da neden geç kaldığının hesabı sorulmaz bir türlü.
Duymadığınız güzel sözlerin çetelesi tutulmaz o aşkta.
Veremediği hediyelerin de.
Bilemezsiniz en sevdiği yemek hangisidir.
Sevmediklerini de.
Çok sık pişiriyorsunuzdur o yemeği belki de..
Hangi mezeleri sever rakı sofralarında.
Hangi şarkıları dinler, bilmezsiniz.
Sadece kahve içişini bilirsiniz,
Usuul usul...
Neye çatar kaşlarını.
Ne güldürür onu,
Ne heyecanlandırır, bilemezsiniz.
Fakat bilirsiniz aşk 'sız rakı sofrasına oturulmaz diye.
Hayıflanırsınız.
Boğazınıza düğümlenir de her sözcük, bir türlü bunu ona söyleyemezsiniz.
Hele günün kendine kalan saatleri vardır ya insanın.
Ne düşünür, neye dalar gözleri o vakitlerde, soramazsınız!
En çok hangi renk,
Hangi pijama daha çok yakışıyordur ona.
Sizde seveceği nasıl bir geceliktir, bilemezsiniz.
Uykucu mudur, değil midir?
Gece saat kaçta girer yatağa
Kısa öpüşmeler, uzun sevişmeler midir tercihi.
Kısa sevişmeler, uzun sohbetler midir sevdiği,
Bilemezsiniz...
O mahur beste çalar da, bir türlü birlikte ağlayamazsınız...
Dans edemezsiniz loş bir ışık altında.
Susar Libertà!
Sadece kaçamak bakışlarını bilirsiniz.
Hüzünlendiğini fark edersiniz bazı fotoğraflarında..
Uzun uzun sevmeye hiç vaktiniz olmamıştır onu.
Halini hatırını ise, yanan yeşil bir ışıktan anlayabilirsiniz ancak.
O da, zamanı denk gelirse.
Canınız yanar saat gece yarısını vurduğu zaman.
Cam bir ayakkabı teki yuvarlanır merdivenlerde.
Diğer teki ayağınıza hiç uydurulamayan.
Bal kabağına dönüşür her şey o anda.
Anlayamazsınız...
Oysa ilk kez kendiniz için sevmişsinizdir birini.
Susamış, beklemişsinizdir sadakatle..
Tenin dilencisi olmuştur teniniz.
Dilersiniz, fakat hiç dokunamazsınız o tene.
Böyledir hayaletlere duyulan sevgiler de.
Bir gün öyle çok yorulursunuz ki onu sevmekten, özlemekten.
Çekip gidersiniz çaresizce.
'Ve kimse kimseyi terk etmemiştir o ilişkide.
Sadece, terkedilmiş bir aşk vardır ortada...'
Madem Aşk Yalan düşündü şair;
maden aşk da yalan oldu,
bundan böyle
her gecem başka bir sarhoşundur artık.
Terkedilen Aşk
Kimse
kimseyi
terk etmemişti
bizim
aşkımızda.
Sadece
terkedilen
bir 'aşk'
vardı
ortada...
Gidenler Terkedilirmiş Evvela
Ne çok bedeller ödenir bir aşkta.
Tabii bu gerçek bir aşksa.
Peki ya bu bedeller hep tek taraflı ödeniyorsa?
Kim inanır ki diğerinin aşkına.
Kalanlar değil, terkedilenler gider evvela.
Çünkü, daha erken terkedilmiştir onlar...
Kimsesiz Çocukluğum
Ne zaman yüksek sesle sarılsa birileri birbirine.
İçimde binlerce kimsesiz çocuk sızlar...
Saba Melikesi
ay sustu!
bulutlar çekildi gecemden.
güneş doğdu sabahlarıma.
hatta o bitmek bilmez kışlarım da geçti.
dört mevsim bahar geldi dallarıma...
süslendim.
çiçek-lendim.
tazelendim o sevgilinin koynunda...
ateşi yaktı,
külü savurdu,
Saba melikesi kendini yeniden doğurdu
o sevgilinin koynunda…
Seni Ben Kendim İçin Sevdim
Özür dilerim Aşk'tan da,
Seni sevdiğim için.
Çünkü seni ben,
Aşk olsun diye değil bu kez,
Kendim için sevdim...
Kelebek
bir kelebek gibi,
hafızasız yaşıyorum kaç zamandır.
kozamı unutmak için...
kozam ki,
üzerime giydiğim
tek gecelik,
aşk...
Nal Sesleri
bitik bir aşkın dönencesinde şimdi hayat.
ekvatorun bilmem kaçıncı enleminde.
barometreden bedenime sızan basınç,
basınç şimdi yüreğimde...
hızla boşalmakta atımın terkileri.
gemlerinde alevlenir boğazıma düğümlenen kelimeler.
şaha kakmış bir özlemin peşinde,
bin kamçı sesi yükselir içimden.
mahmuzlardan ölçülürmüş acının direnci.
sensiz hipodromlarda bu kaçıncı turum.
ve kaç seis değiştirdi yorgun bedenim.
bozulunca bir kez tımarın dişleri.
binlerce çalıya taratırmış kısrak kendini...
yuları kaçmış bir hayalin peşinde,
tedbirsiz bir biniciydin oysa sen.
cesaretsiz, yalnız bir jokey...
en ufak nal sesinde tog'suz.
başından vuruldu sevdamız.
bense seni bekliyorum hala,
bu ıssız bayırlarda,
içi hüzün tav'lalarda...
Neden Şiirlerin ?
baktı elindeki boş fincana,
sordu kadına adam;
neden ben değil de,
şiirlerinle demleniyorsun?
dedi,
halimden bir tek onlar anlıyor da
ondan!
-bana da bir bardak koyar mısın lütfen?!
Hoş Geldin
her halini,
her gülüşünü,
neye çatarsın kaşlarını,
ne heyecanlandırır seni,
nedir seni bu kadar uzak ve karmaşık yapan,
sanki kendiliğinden biliyorum.
sanki yüreğim kendiliğinden tanıyor yüreğini..
bir nakış gibi oylumluyorum içimde seni.
örümceğin ağına takılmış ve kurtarıcısını reddeden bir bir kelebek gibi.
ölüme yakın gibi,
dipsiz bucaksız gibi,
su gibi,
yaşamak gibi istiyorum seninle...
oysa ben aşk bitti sanırdım.
son aşk,
son şairle ölüp gitti diye bilirdim.
yanıldım!
çünkü büyük aşklar
en az bir kez ölünce başlar.
Masalcı
Anlatsana bana,
Düşlerindeki masalı.
Bakınca gözlerime yaşadığın heyecanı.
Anlat bana geçen onca yılda,
Bensizlikle nasıl başa çıktığını.
Hadi anlat bana masalcı.
Bir masal ülkesinde,
Nelerin yaşanacağını...
Hadi bizim masalımızı anlat ışık gözlü.
Gecenin karanlığında parıldayan çoban yıldızını.
Bensizliğinde duyduğun sancıları anlat bana.
Çektiğin acıları…
Yaklaş yamacıma masalcı.
Dizini dizlerime daya.
Ellerimden tut,
Bana bizim masalımızı anlat.
Gözlerimde gördüğün hayali.
Bir an'a neler sığdırabileceğimizi anlat bana.
Ne bir ömür birlikte olacağımızı,
Ne de imkânsızlıklardan bahsetme ne olur.
Bir gün içinden çıkabileceğimiz ayrılıkları anlat bana.
Kelebeklerin büyülü kanatların astığımız umutları.
Ne pembe panjurlu evimizi anlat bana,
Nede olacak imkânlarımızı.
Çocuklarımızı anlat bana.
Aşkımızı baki kılacak masalsı çocuklarımızı.
Bir ömür birlikte olacağımızı anlatma,
Aşkımızın hiç bitmeyeceği masalını anlat bana.
Çözülmek ve Düğümlenmek
Çözmek zorunda olduğunuz şeylerden ivedi çözülmelisiniz.
Yoksa daha çok düğümlenirsiniz...
Ve bağlanmak zorunda olduğunuz şeylerle acilen düğümleniniz.
Yoksa düşersiniz...
Saliş'in Aşkı
seni sevmenin en güzel yanı ne biliyor musun?
tenim tenine değmeden sıcaklığını her zerremde hissetmek...
ve
iliklerime kadar sen doluyken,
aşkın sarmışken her yanımı,
sana asla dokunamadan,
odayı dolduran kokunu tüm ruhumla içime çekmek.
yokluğunda, dokunduğun eşyalarla hasret gidermek..
seni sevmenin en kötü yanı ne biliyor musun?
seni bu kadar severken
ve bu kadar yakınken sana, dokunamamak...
sana dokunan her şeyi kıskanmak,
dilimin ucuna gelen sözcükleri haykıramadan,
havadan sudan konuşmak...
seni sevmenin en kötü yanı bir de ne biliyor musun?
seni sevdiğimi, herkesten,
kendimden bile gizlemek.
Sende Bulunmak
Hoş geldin benim ıssız adam.
Hoş geldin benim yokluğum.
Hoş geldin benim yokluğumda,
Kendimi bulduğum.
Hoş geldin aynam,
Dostum,
Unutuşum.
Unutuşlarımın en güzeli,
Kaybedişlerimin en sessizi.
Sende kaybolmak ne güzel,
Ne iyi...
Ah ne iyi sende sus-pus olmak,
Ruhunda kaybolmak.
Kaybolurken bulunmak...
Hiç Oldum
herkesin bir şeyi olacağıma
bir kişinin her şeyi olmak isterken,
'hiç' oldum!
Nasıl Bir Oyun Bu Anne.
Nasıl bir oyun bu anne?
Uçurtma değil,
Füze uçuruyorlar.
İnsanlar masumları hiç sevmiyor mu anne ?
Neden hep bizi öldürüyor?
Sizin Dünyanızdaki Hiç Bir Şey Para Etmiyor Burada
Eğer özlersen bir gün sen de bizi.
Kollarını aç ve bolca gökyüzüne bak .
Eğer bir saba yeli eserse yüzünde ılık ılık.
Nefesimdir, içine çek o zaman.
Ben seni tenhalarda bir yerlerde soluyor olacağım.
Unut gitsin bu dünya telaşlarını
Bu ruz-i mahşer kalabalığını.
Hatta Sümer tabletlerini de çıkar zamanenden.
Büyük İskender'i
Zeugma antik kentini.
Gaia'nın mahzun bakışlarını.
Ve de;
Göbekli tepeyi.
Unut Türk -Acem kardeşliğini
Herkes unuttu, ırkını/cinsini
Araştırmaları, gazeteleri,
Yalan haberleri.
Hepsi kaybolmuş insanın kendini arayışı-soruşu.
Fakat Aşk’a varanın kalmaz ki sorusu.
Sat varını-yoğunu,
Makamını-koltuğunu.
İnsan yapmaz ki bunlar kimseyi.
İndir cüppeni, giyin yokluğunu.
Senin dünyandaki hiç bir şey para etmiyor buralarda,
Takın unuttuğun kanatlarını, uçur varlığını.
Tarihin tarihi yazılıp gidilecektir yine aynı nağmeden.
Herkesin işine geldiği gibi, riyadan, rivayetten.
Sen artık bizim tarihimizi,
Aşkın tarihini anlat
Nasıl olsa herkes kahramanıdır,
Sorumludur kendi hikayesinden.
Aşkın en yücesini okutun gözlerime.
Ve Yunan tanrılarını diz çöktürecek kadar büyüktü bizim hikayemiz.
Bunun için birbirimize şükretmeliyiz .
Zamanın ve zamansızlığın kesiştiği o yerde,
Bir kapının sen gelirsin diye yarı aralık durduğunu unutma..
Ve her aklına düştüğümde, gökyüzünü kucakla.
Göğsüne bas beni, mabedimsin sakın unutma.
Sizin dünyanızdaki hiç bir şey para etmiyor buralarda.
Aşk'tan başka,
Unutma!
Gözleriniz Bayım
Gözlerinizin derinlikleri
Okyanusun renkleri ve hareketleri gibi.
Sahilde gerçekliğin ihtiraslarını,
Derinlerde birer tiyatro sahnesi canlandırıyor sanki.
Düş ve gerçeklik arasında ne sorsam,
Cevap veren bakışlarınız.
Bedenim,
Duygularım,
Tarifsiz bir biçimde
Gözlerinizin köleleri olmuşlar.
Aklım ise bu hayata
Gizemliliğinizin
Mükemmelliğinizin kıyısında gezinen
Çellonun,
Orkestraların
Birer yapıt halinde haz verişi gibi
Ahenkli ve estetik ruhunuza tutulmaya gelmişler.
Alınız onu içeri...
Elinizi uzattığınız her renk ,
Birer duygunun izlerini taşıyor,
Bunu yalnızca ben görebiliyorum.
Ve bilinçaltımda her sözünüz
Sevgi kırıntılarının varlığını hatırlatıyor.
Gözlerinizin içselliği,
Merhameti,
Doğanın bütüncül gerçekliğini yansıtırken,
İnancın ötesinde bir bağla bağlanıyorum her ikisine de.
Uzaklarda bir yerlerde kaybolmuşum da,
Hasretinizin derin derin izlerini taşıyorum sanki.
Sanki sizden önce ben hiç var olmamışım gibi.
Etrafımdaki herkes yaşamın müziğine,
Ritmine ve dansına ayak uydurmuş gibi görünüyor,
Fakat bir biz uyumsuz gibi davranıyoruz bu boşluk
götürmez sahnede.
Cesurca bir sorgucunun ellerine teslim etmişiz sanki
neden ve niçinlerimizi,
Her gece bir öncekinden büyük bir sızıyla yokluyor.
Bu kez de benim tuvalimde birer birer oluşuyor
renkler.
Varlığının tutkusu karşı koyulamaz bir hal alıyor.
Gerçeğimde var olman için çiziyorum seni.
İlk şiirlerimden fark ettim tutulduğumu size.
Delice,
Saçma sapan
Şuursuz sayfaların unutulmaz esiri cümlelerimden.
Sanki bir solo halinde kilitli ve esaret altında
kalmış gibi bağırıyorlar.
Aşkın ve bilginin doğası bu büyülü müzikalin sözlerini
yazarken,
Bir çift gözün nasılda etkisinde kalmışlar.
Yazık değil mi onlara.
Her cümle senle baslar ve senle biter olmuş.
Ve gövdeniz,
Her gün biraz daha içine çekiyor beni,
Ve şu gördüğünüz bitki örtüsünü üzerime örter gibi
Gömülü vermişim gözlerinizdeki mezarlığıma.
Çocuklar Artık Oyuncaklarla Oynayamıyor
bırakın ellindeki oyuncağı çocuk.
biz değil,
hayat bizimle oyun oynuyor...
o vuruyor.
insanlık sadece bakıyor...
bir sağdan, bir soldan vuruyor utanmadan.
bir de minicik bedenlerinizden kanatıyor.
hayat çocukların zayıf yanlarını iyi biliyor çocuk.
canilik artık, çocukluk da dinlemiyor.
bırakın ellindeki oyuncağı çocuk.
yaklaşmakta kurtlar,
büyümüş gibi yapmak zorundayız..
Korkma Tanrım
Korkma Tanrım!
Dönünce bir gün,
Karışınca ruhuna.
Senin bana yaptıklarını yapmayacağım.
Ben kötü bir Tanrı olmayacağım sana...
Kanatlara Değil Ayaklar Vurulur Zincir
'...uçmak için ayaklarıma vurulan zincirleri kırmam gerekiyor,
ve bunu başaramıyorsam!
ben o ayaklardan vazgeçmeyi de bilirim...
Yarimden Kanıyorum
Oysa derdini çekenin,
Dermanı durur başucunda diye bilirdik .
Öyle olmadı ama.
Yar'dan değil,
Yarim'den düştükten sonra.
Yaramdan değil,
Yarim'den kanadım boyuna.
Yarin ise,
Olamadı bu hiç umurunda...
Yakıcı Eylüller
diyorlar ki ona;
sen daha çocuksun!
nereden bileceksin ki,
yakıcı Eylülleri...
dedi ki onlara;
en iyi bebekler bilir!
ve asla unutmazlar,
patlayan bir silah sesi ile,
-annesinin memesinin ağzından çekişlini-
Kaysı Reçeli
Kapanacak çatlaklar,
Sıvanacak duvarlar,
Silinecek koltuklar,
Yıkanacak perdeler,
Ve diğer tamirat işleri derken
Kaçırmışız hayatı.
Olmaya oldu.
Birkaç vida sıksa birileri de,
İçimde gıcırdayan şu salıncaklara...
Yeni saten perdeler assa,
Parlak atlastan,
Dallı güllü elbiselerim olsa.
Eski Sümerbank'tan.
Bahçemde güller,
Yerde çim.
Taştan havuzlar
İçinde turuncu ve mavi balıklar,
Bir de kuş evi olsun zeytin ağacımda.
Mırıldayan kediler, oynaşan köpekler...
Toza, buluta, suya karışsam.
Dokunsam duru tenine havanın.
Bir el olsa saçlarımda gezinen.
‘’Olanlar senin suçun değildi! ’’
dese.
Sarılsa sıkı sıkı.
İnansam.
Her yerim süt koksa.
Tam o anda çocukluğum girse içeri.
Selamlaşsak.
Bakışsak uzun uzun.
Konuşsak,
Yo yo sussak.
Sessiz sessiz bakışsak.
Ve desem ki;
Ah zavallı kendim!
Ah benim hiç büyütemediğim zavallı kızım.
Gülümsesen ya bir kerecik.
Neşe ile savrulsa eteklerin.
Bitecek kaygısı olmadan somurabilsen bir şekeri.
Her yeri sarsa kokusu.
Ocaktaki kaysı reçelinin.
Ve yine de hiç büyümesem!
Gitmese o reçelin tadı damağımdan.
Bana yaşadığımı anımsatan!!
Ama ruhlar bazen,
Önce ölürler bedenlerden.
Ve bir tabak kaysı reçeline
gömülürler.
Ve unutulsa da cesetler
Ruhlar öldüğünü asla unutmazlar..
Nasıl bir şey bu biliyor musunuz?
Her şeyi diri olan bir canlıyı,
Bir kase reçelle boğmak?!
Onu siz bilemezsiniz.
Hiç de bilmeyiniz..
Ben oturup hüzünlü şiirler yazarım,
Siz hiç bir şey olmamış gibi tat alırsınız ya okumaktan.
İşte onun gibi bir şey.
Gönül İşçisi
hep annemin yüzünden.
ağzın değil,
elin çalışsın derdi!
işte o günden beri,
parmaklarım yüreğimin sözcüsü oldu,
bedenim işçisi.
aşk ise,
kalbimin efendisi.
bak!
ben şair oldum anne.
artık kimse şairlere inanmıyor.
ben kayboldum anne...
Yol Ayrımı
Önce birebir başlar
Sonra bir'e dönüşür
Daha sonra bölünür her şey ikiye
Yatakta yastık
Ocakta kahve
Kimi az şekerli
Kimi sade...
Sonra iki yol çıkar önlerine.
Biri yürür,
Diğeri sayar olduğu yerde
İşte o zaman
Olmaz ondan iyisi
Senden de daha kötü kimse.
Oysa herkes,
Kendisi olmuştur sadece...
Aciz Aşk
bitti demeye bile aciz,
mecalsiz kalır bazı aşklar kendi içinde.
çünkü can çekişir ama,
bir türlü söylenemez aşk öldü diye!
Aşk Can Pazarında
satılmaz aşk.
bilmeyene işportada.
aşkı bilen de,
koymaz aşkı yerde,
can pazarında da olsa...
Değişim Ve Dönüşüm
Kocaman bir evren var gözlerimin önünde ancak, içi ne boş, sınırlarım ne dar.
Ellerimde henüz nasıl şekilleneceği bilinmeyen bir çamur.
O da kendi çarkında dengede olduğu veya dengeden çıktığı anda, az ya da çok suyun ona katacağı değeri ve de götüreceklerini henüz pişmeden öğrenemeyecek olan.
Aldığı şekilden sonra hayatını nasıl ve nerede idame ettireceği, Tanrısının ona biçtiği kaderden başka şansı olmayan, bir kelebek dokunuşuyla şekillenip, yanmanın gücüyle sert taşlara dönüşen.
İçinde aşk ve bilgi olmadan hiç bir işe yaramayan,
İnsana yok olmanın ve yeniden olmanın ne demek olduğunu öğreten bir çamur.
Tıpkı insan gibi...
Her şeyin birbirini tükettiği bu dünyada, muslukları sonuna kadar açık olan şu dev havuzların üstten dolup alttan boşaldığı gerçeğini ne de çabuk unutuyoruz.
Ölüm anlamsız kılarken hayatlarımızı peki bu hayatı değerli ve anlamlı kılan şey nedir, nedir insan oğlunun elinde kar kalan?
Aldığı son şekilden sonra artık aşka da inancı kalmadıysa.
Neye inanır, ne ile yaşar insan?
Bulan, bilen var mı?
Ben henüz bulamadım...
Kopardıklarımız
tuttuğunu koparabilmek,
iyi bir şeydir elbet.
peki ya,
tuttuğunu kopardıktan sonra
sahip çıkabilecek misin ona?
asıl bunu sormak gerek!
Küçük Kadın Büyük Adam
küçücük kadınlar vardı.
sevdalı dinozorlara.
kocaman adamlar vardı.
küçücük kadınların,
kalmış ayak altlarında.
Uzun Sevişmeler
O kısa sohbetlerde sonra kısa sevişmeleri seçti.
Ben uzun sohbetlerden sonra uzun sevişmelerdim...
Evim Aşk
'... harcında aşk olmayan bir yapı.
Evim diye sahiplenenlerin başına yıkılacaktır bir gün mutlaka...
Tapınak Tanrıları
Hayalleri vardı insanların.
Hiç olmayacağını bile bile inandıkları
Bir de Tanrıları vardı.
Bağdaş kurmuş.
İzliyordu sadece insanlığı
İnsanlıktan nasibini almamış
Karanlık, tapınak Tanrıları.
Ve aşktan ümidini kesmiş bir kadının
Bir Tanrısı da yoksa
Nereye gider?
Kime ölür?
Neye tapardı?
Küçülsem
Ahh!
Küçülsem.
Öyle çok küçüksem ki,
Elimden tutar mı yine birileri.
Ablam üstlenir mi yine tüm kederimi.
Ve annem;
Suçlusu olur mu başıma gelen her kötü şeyin.
Ahh!
Küçülsem.
Öyle çok küçüksem ki.
Babam cebindeki bozuk para gibi harcar mı yine beni.
Küçülsem !
Öyle çok küçüksem ki.
İkisi kız,
Altı çocuklu bir hanenin,
Beşincisi fakat,
Her şeyin tek günah keçisi,
Olmadan önceye,
Ana rahmine hiç düşmesem mi ki?
Garda
garda!
içi dolu bir valiz.
adressiz.
belki de sahipsiz.
aşkın iki vagonunda.
iki valiz
birbirinden habersiz.
biri yorgun seferlerden dönmüş.
diğeri mühimsiz.
garda!
iki valiz.
birbirinden habersiz.
üst üste.
alt alta.
biri gidiş
diğeri dönüş yolunda.
karşılaştılar.
iflah olmaz bir yalnızlıkta.
garda.
üst üste
alt alta..
mesafelerin ve
zamanın önemi yoktu
adressiz yolculuklarda.
değdi fermuarları birbirine.
çözüldü.
iflah olmaz bir karanlıkta.
bagajda...
garda,
iki valiz.
birbirinin olmuştu
sahibinden habersiz.
biri dolu
biri boş.
garda
iki valiz.
birbirini taşıyordu artık.
Her giden geri dönmez dedi biri diğerine
garda
iki valiz.
Bir'i yaşıyorlardı.
ikisi de adressizdi...
Bu Kez Kendim İçin Sevmiştim
Kimler için kimleri sevmedik ki?
Kimlerden kimler için vazgeçmedik.
Ya kendimiz!?
Kendimiz için kimi sevebildik?
Canımızdan çok sevdiğimiz evlatlarımız,
Onları bile biz seçmedik.
Kayıtsızca, mecburen çok sevdik.
Ya kendimiz!
Kendimiz için kimi sevebildik?
Dedim,
Buna hakkım yok dedi.
Yıkıldım.
Başkaları için kendini bile sevememişti.
Asıl trajedi buydu.
Günbatımıydı.
Ayna pusluydu.
Bu kez hüzün bana değil,
Ben hüzne yakışmıştım.
Gitmişti
Yalnızdım.
Soğuk bir otel boşluğundaydım...
Bazı Mesafeler
Bazı uzaklar yakınlaşır hissettikçe,
Ve bazı yakınlar uzaklaşır yaklaştıkça.
Ah yok mu o mesafesiz sevişmeler.
İnsanı aklından ederler...
Sen Yeter ki Işılda
Yakamozlanan gecelerin birinde,
Ansızın üşüdü kadın.
Isıtmıyordu yüreğindeki sevda.
Uzattı ellerini!
Yalnızlığına dokundu sonra.
Çaresiz,
Yorgan diye,
Ay'ı çekti üzerine.
Güneş'i giyindi her sabah.
Denizlere sığındı.
Soyunup soyunup her gece,
Serpildi üzerine...
Sessizdi.
Mekânsızdı.
Bir sönüp bir yanıyordu.
Büyürken Ay,
Büyüyordu kendi içinde.
Bir yalnızlığı,
Bir yorgun gece bekçisi martılar,
Bir de kıyılara vurmuş unutulmuşlar
Şahitlik ediyordu o büyülü seremoniye.
Ve hep bir ağızdan mırıldanıyorlardı sonsuzluğa;
-Sen yeter ki her daim ışılda!
O beklediğin, mutlaka fark edecektir seni.
Gözü takılacaktır bir gün yıldızlara...
Kelebek Kanatları
O katı yüreğinle,
Kelebek kanatlarına dokunma!..
Dokunursan, ölür!
Uçamaz bir daha.
Onda izi,
Sende tozu kalır geriye.
Hüzzam
Eyy insanoğlu; aklından evvel yüreğini besle!
Akılla tıkanıp kaldığın yollarda sana ancak o rehberlik edecektir.
Ve yüreğinin sesini dinlemeyenlerin ahvali her zaman hüzzamdır.
Ve hüzzam hep acı veren bir makamıdır.
Bir Besteye Dönüşür Sustuklarımız
Suçu yok ki kimsenin yalnızlıklarımızda,
Kimi soğuk, uzun kış gecelerini seçer.
Kimi yanmayı,
Aşkla yanmayı.
Kimi aramayı seçer kendinde kendini.
Kimi vazgeçmeyi, unutmayı...
Suçu yok ki kimsenin bu yüzden
ayrılıklarımızda,
Kimi sarhoşluğunu seçer aynı rüya içende,
Kimi şiirleri, şarkıları...
Suçu yoktur kimsenin bu yüzden mutsuzluklarımızda,
Kimi hesapsızca sevmeyi seçer,
Tüm rağmenlere rağmen sevmeyi,
Kimi, kaçmayı, kaybolmayı...
Ama mutlaka, bir besteye dönüşür içimizde hepsi
Herkes kendi makamında susar!
Kimi Acem Aşiran
Kimi yegâh..
Kimi Kürdilihicazkâr.
Kimi Çargâh...
-Kimi de tıpkı benim gibi, Sabâ'h ...
Cânım Aşk
düştüm,
her seferinde kaldırdın!
akıtmak için gözyaşlarımı,
ay ışığı sandallarına atıp
savurdun açık kıyılarında.
ah!..
küreklerin yorgundur hala...
yakamozlanan denizlerinin tuzu,
tat oldu aynı zamanda yas'ıma.
şarkılar dinleyip ağladık.
şiirler yazıp, yüzdürdük şişelerde.
fakat hiç biri yetişemedi beklenen sevgiliye.
ah!..
bir kez bile adını söyleyemeden gitti yüzüne...
kimi zaman, yayından fırlamış,
hedefi kimliksiz,
ucu yanık mızraklardı çığlıklarım..
hepsi de, canıma batardı.
kalbime saplanırdı bir bir,
ah!
aşk.
kanıyor ellerin hala
yine de öldürmezdin!
can verirdin,
uzatırdın kollarını bir çiçek dalında.
sarardın yaralarımı, tanımadık kucaklarda.
öper, koklardın.
dokunurdun bir çocuk saflığında.
okşardın saçlarımı bir kedi yumuşaklığında.
ah!..
yavrum Papatya!
ne çok sevdik birbirimizi.
kedim Ballış!
Lila...
ah aşk!
benim cânım aşk!
şimdi anlıyorum seni.
taa en başından beri
en beterine hazırlıyordun beni.
çünkü;
güneşe ermeyen aynanın yansımazdı ışığı.
kendi içine kırılmayan ışık,
bulamazdı manayı...
bir tek!
yaş kalan ağaç yanamazdı kendi içinde.
yanmayan ağaç, hafifleyemezdi,
küle dönüşüp, karışmazdı gökyüzüne.
ona can veren toprak,
zindanıydı aynı zamanda.
yıkılmayan duvarın, anlaşılmazdı yapısı.
vermezdi kendini ele harcı!
Kendini küllerinden yeniden doğuran Anka'nın da böyle değil miydi hikayesi?
en sevgilinin ellerinden kayarken öğrenmemiş miydi uçmayı?
ve Kafdağı'nın ardında bulmamış mıydı kendini,
anlamını!...
ah aşk!
yoksa önümüze yığar mıydın sen bunca dağları.
çetin kışlarında sınar mıydın kendini,
ve de bizleri...
ah aşk!
sever miydim sen gerçekten beni?
Aşk Aslında
Aşk aslında,
Nefessiz kalmakmış.
Tükürmekmiş yüreğini.
Boğulmakmış kendi kanında.
Yerlere göklere sığamamakmış aşk...
Mutluluk değil,
Acıymış.
Var olmak değil,
Yok olmakmış aşk.
Aşk aslında;
İmkansızı aramakmış.
Mana
insan,
nasıl bir yapıya sahip olduğunu yıkılınca anlıyor!
sert tuğlaların arsında mana bulunmazdı.
Aşkını Al Başına
Ve şöyle der yitik şair;
''Bu kez aklını değil aşkını al başına.''
Kainatta yeri yok ki canının.
Öyleyse baktığın bu suret de kimin.
Gerçeği gördüğünü sandığın ayna,
Gösterir mi ki yarasını ruhun?
Aklını değil, aşkını al bu kez başına.
Baktığın o ayna senden de yorgun.
Arayıp durduğu sensindir aslında özünün
Körlüğü kendinedir hep kişinin.
Buldum dediği anda kaybeder insan.
Doldum dediği anda boşalır havuz
İşte o anda hatırı kalmaz sevgi(li)nin.
Ne ararsan hepsi sende mevcuttur.
Her aşk kendini arar, yaşar sonunda.
Ölmüş mezarlıkların gölgesinde
Öyle bir sen bulursun ki sende.
Her şey silinir o anda bellekten,
Bir tek ruhun kalır elinde;
Büyümüş, anlamış, yorgun...
Sen iyisi mi bu kez aklını değil,
Aşkını al başına.
Kalabalıklar İçindeki Yalnızlığım
Biliyor musun?
Kalabalıklar hep ürpertmiştir beni,
Çünkü daha bir tok gelmiştir kulağıma, Kalabalıklardaki yalnızlığımın sesi.
İçimdeki müzik susar.
Kalbimin de şiiri.
Sadece sessizliğin yalnız uğultusu.
Bir de konuşur içimde senle birleri.
Kararır gün, saklanır güneş.
Görünmez olur denizin rengi.
Köpeğin uyanışı, kedinin esneyişi.
Ah sen, bir türlü gelmedin ki.
Gelseydin eğer ,
Hepinizi birden severdim.
Hepinizi !..
Var ya o;
Kuru gürültüden ibaret kalabalıkların sesi.
Huzuru kaçırılmış melodi.
Sözü tükenmiş şarkı.
Boyası çürümüş tuval.
Resmi sökülmüş duvar.
Ah o kalabalıklar, öyle çok şey yitirtir ki!
Kaybolur gözbebeklerimdeki aydınlık.
Uzağıma düşer hayalin,
Akıntıya bırakır düş de kendini,
Sürüklenir çerçeve,
Silinir yüzün!
-Her yalnızlığımda, yeniden çizerim hayalini...
Gel gör ki,
Olmasaydı ruhu soğutan o çoğul yalnızlıklar
İki yalın ruh, birbirini neden arar ki ?
Neden bulur?
Nasıl yanar birbirinde?
Nasıl soğur ?
İçimizde oldukça o yangın gecelerin kül harfliği,
Biliyorum!
Uçacaktır bir gün elbet ,
O suskun şiirlerin kelebeği.
-Yüreğin ise ,
Omzumdaki kanatlardır bundan böyle sevgili...
İnsan Yanımı Özledim
İnsan yanımı özledim.
Siz benden günahlarımı çalalı beri.
Tanrının bile melek olarak yaratmadığı şu alemde,
Bir çift yorgun kanatlara mahkum ettiniz beni...
Ben insan yanımızı çok özledim sevgili!
Sıcağın artık ısıtmıyor,
Çok üşüyorum.
Ne olur çıkarmasınlar üzerimizden,
O ateşten gömleği...
Sanırsın ki Kamikaze
Sil baştan yaşıyordu sanki hayatını.
Bir önceki ölümünden sonra
İlk defa bir oluyordu,
Parmak uçları dokunduğuyla.
Fena kapılmıştı sek adamın sarhoşluğuna.
Adam ise bırakmıştı kendini
Kadının gözlerindeki akıntıya.
İlk defa sahipleniyordu bedelini ödediklerini.
Adam ise, en yorgun yerinden yakalıyordu kadını.
Hazzın bereketli rahmindelerdi ve zaman bezgindi.
Muhabbet ki o muhabbet an'da;
Deryaların kucağında yanmak gibi ,
Fakat sönememek gibi.
Sanki onca yıl beklemiş,
Beklediğine değmiş,
Nihayet o da gelmiş gibi.
Her dakika bir gibi fakat,
Hiç onun olmayacakmış gibi.
Her an gidecekmiş gibi.
Her şeyi mümkün kılan umudu ve,
Tanrı'nın her şeyi geçersiz kılan oyunu gibi.
Sandı ki bu kez başka,
Yeniden başlıyor hayatına bu aşkla,
Bir önceki ölümünden sonra.
Sanırsın ki kamikaze.
Düşündü Bileğe Kişi
Ve bir gün düşündü Bilge kişi;
Bazı yollar gözler tamamen kapalı yürünürdü.
Açık gözlü olmaya çalışmak, büyüyü bitirirdi...
Bazen insanlar sevilmediği için değil, hiç umut olmadığı için de değil, beklentiler karşılanmadığı ve hiç bir zaman karşılanmayacağı için hiç değil, cesur olamadıkları için terkedilirdi...
Düşündü ki Bilge kişi;
Sevginin cesaret işi olduğunu fakat cesaret ve ahmaklığın aynı şey olmadığını.
Birbirine karıştırıldığı anda intiharın kaçınılmaz olduğunu.
Salt sevginin ancak samimiyetten geçtiğini ve
bunu anlamak için kimsenin aklına ihtiyacımız olmadığını.
Sadece lanet olası saklandığı o yerden (bilinç altımızdan) çıkarıp kullanmak gerektiğini.
Bunun her insanın sorumluluğunda ve aklını başına almanın, yüreğinin sesini dinlemenin insanlığa atılan ilk adımı olduğunu.
Kendini var etmenin mecburi olduğunu
Peki akıl her şeyin mümkünü için yeterli miydi diye sordu kendi kendine ?
Tabi ki değil dedi içi.
Çünkü bazı yollar akılla da yürünmezdi, bazen aklın da üzerine olan saf sevgiye ulaşmak gerekirdi.
İste bu noktada rehber her zaman yüreğimiz olacaktır dedi iç sesi.
O her zaman doğruyu söyleyecekti.
Çünkü yaradılış hikayemizin özü sevgi, mabedi ise, kalpti.
Kişi gerçekten yeteri kadar seviyor olsa da alt yapısında iyi niyet bulunmayan her ilişki çürük ve tehlikeliydi.
Yaşamıştı ve öğrenmişti...
İşte o sevgiler bitmeye mahkumdur dedi kalbi.
Gerçekle hakikat hiç bir zaman aynı şey değildi.
Çünkü gerçek her zaman olması gerektiği gibiydi.
Ya hakikat?
Hakikat öyle miydi?
Gerçeği kafeste olmak olan bir kuşun hakikati kafes olabilir miydi peki?
Asla öyle değildi!
Kafesi acıyorum dedi kalbi!
Hadi uç dedi.
Aklının, kalbinin ve bedenin birleştiği kişi.
Sali’ye
Buram buram Yasemin’ler kokarken teninde.
Bir tek beni yetim bıraktın yüreğinde.
Çünkü sen, bu aşkın da babasıydın.
Ve her kadın, anasıydı sevdasının.
Üstelik doğurulmamış onca şiirlere gebe...
Tanrının Bende Gözü Var
Kimim ben ey Tanrım?
Havva'n mıyım ben senin?
Yoksa bakir Meryem'in mi?
Ya da meşhur günah keçin
Lilith mi?
Senin bende gözün var belli!
Her an bin bir suretle yanımda duruyorsun ama,
Bile isteye yaklaştırmıyorsun kimseyi ruhuma...
Saba Makamı
Duydum ki;
Talip olmuşsunuz kalbimizde çalan müziğe.
Ama unutmayın ki bayım!
Saba her zaman hüzünlü bir bestedir...
Diğer adıyla, derbeder makamı...
Kadın
Düşündü ki Bilge kişi;
Ve kadın kendi kendini yalanladı.
O yalanlayalı, vazgeçeli beri kendinden, kız çocukları yeniden diri diri toprağa (karanlığa) gömülür oldu...
Ama herkes şunu unuttu ki,
Rahman ve Rahim olanın erkeğe 'eş' olarak yarattığı kadının hayatının kabusa dönüştürüldüğü bir yerde o toplumun Müslümanlığı düşerdi!!
Ve hiç kimse tek kanatla uçamazdı.
Artık cennet insanlığa hayaldi...
Kapatın Gözlerinizi Bayım
kapatın gözlerinizi bayım.
şahsi mühimmat suçtur.
üstelik taşıma ruhsatınızda yok
hem de kirpiklerinizde susturucu.
son ışıklarını da söndürdünüz hayatımın.
güneşim şimdi yıldızları sayıyor...
Ol Demeyince
Birileri yine sabahı oldurmuş.
Gökyüzünü maviye boyamış.
Yırtılan denizleri dikmiş yeniden.
Orhan Veli'nin dediği gibi
Acaba dalgacı Mahmut mu ki?
Varamazsın bir yere,
O sana gel demeyince.
Sen olduramazsın hiçbir şeyi,
O 'ol' demeyince
İstesen de gidemezsin,
Zamanı gelmeyince.
Anlayamazsın manayı,
Hırsların tükenmeyince.
Ağaç meyvesine.
Dal çiçeğine,
Ana yavrusuna kavuşmaz.
Vakit dolmayınca...
Gök yarılmaz,
Denizler çekilmez.
Aşk bilmez vuslatını,
Kalp o Kemal'e ermeyince...
Derler ki;
Sen vuralı,
Yaralıdır hala o ceylan.
İyileşmez ceriha,
Yar merhem sürmeyince..
İdam Sehpalarım
Kurulunca gözbebeklerinde idam sehpalarım.
Ok gibi batıyordu canıma aşk-ı kirpiklerin.
Bu yüzden celladımdan hiç merhamet dilemedim.
Çünkü işlemediğim bir günahın muhatabıydım ben...
Tekmeyi vurmadan önce o sehpaya,
Ben çoktan geberip gitmiştim.
Ve yeni doğumlardaydı aklım.
Kendiliğinden, sancısı az olanında...
Olmadığım Yerlerden
Bayılana kadar dans etmek istiyorum.
Umarım uyandığımda da o meşhur kıymetiniz kopmuş olur.
Ben olmak çok zor.
Sizlerle yaşamak, uyuşmak çok zor..
Kaldığım yerden değil,
Hiç olamadığım yerlerden başlamak istiyorum artık ben
Bunların Hepsi Eylül'ün Suçu
Ağaç idim kesildim.
Kuş idim vuruldum.
Su oldum, çürüdüm yatağımda ...
Hava idim kirlendim.
Ceylan idim avlandım.
Yaz oldum, güze kestim soluk benizlerinizde.
Kitap idim yakıldım.
Türkü idim yasaklandım..
Özgür idim, tutuklandım kapkara zindanlarınızda.
Ana idim dertlendim
İnsan idim utandım.
Gerçek idim yalanlandım,
Astım kendimi vicdan sehpalarında...
Biliyorum,
Bunların hepsi Eylül'ün suçu...
Eylül
ana sonbahar diyorsun
yapraklarımı döküyorum bir bir
bir mülteci azmine benziyor bu şehir
bu şehirdeki yalnızlığım
yoksun ve kimliksiz.
daha bir tok geliyor acının sesi kulağıma.
yarın darbe olacak diyorlar.
ve ben,
daha çok kaybedeceğim kendimi.
kime sorsam,
barut sanacak...
bana bulut diyorsun
yağmurlarımı döküyorum bir bir...
renksiz bir kavak ağacına dönüşüyorum
sonra...
inanmaya hazırım!
ütopik bir renk giydir artık bana
yalan da olsa...
bana eylül diyorsun
yine bir sis alıyor
bir yaylım rüzgar başlıyor sokaklarımda.
kime sarılsam, üşüyor...
sanırım haklısın sevgilim
sonbahar çocuğuyum ben
eylülde nevruz yaşanmaz ya...
Görüşemedik
Neleri neleri vardı!
Bir tek o yoktu.
Çayıma şeker.
Aşıma tuz.
Ne ararsan.
Güzel bir gömleği vardı.
Taşlı yüzüğü.
Gazoz bile ısmarladı bana.
Büyük adam olmuştu .
Ama o yoktu.
Görüşemedik...
Evim Neresi
Toprağa basınca hissediyorum,
Yapraklarına dokununca bir ağacın.
Suya değince ayaklarım.
Duyunca sıcaklığını kemiklerime kadar güneşin.
Görünce bir kuşun kanat çırpışını,
Ve bir köpekle oynaşırken anlıyorum;
Neresidir vatanim.
Nerededir köklerim.
Nedir kutsanmanın anlamı.
Sevginin kattığı değeri,
Ve özgürlüğün kıymetini ...
Sadakatin,
Güvende olmamın kişiye verdiği gücü,
O anda anlıyorum;
Beni evim neresi!
Karpuz
onlarca karpuz sığdırdın da koltuğunun altına,
bir tek beni takamadın koluna...
ikimizden her şey oldu da,
bir tek 'biz' olmadık aynı koltukta…
Dinozorlar
Dinozorların ayak altlarında açan bir çiçektim.
Elbette çiğnenecektim...
Ruh Gibiler
Ruhu ölmeyen kaldı mı aranızda?
Beden diye cesedini sürüklemeyen?!
Nefes
bilesin ki;
almasına izin vermediğiniz her nefes,
benim ciğerimden soluyacaktır!
ve çoğalacaktır her solukta denizler...
Anladım
Anladım!
Sırasıyla gelir aşk,
Parası olana daha önce.
Ve kurulur yeryüzü sofraları,
Aynı iştahla acıkan bir zengine,
Fakirden önce...
Adalet daha hızlı ulaşır,
Mevki, makamın peşine...
Daha hızlı iyileşir yara,
Merhemi en erken surene.
Çirkin de güzel olur,
Parasız güzelden de...
Paran varsa şahsındır.
Binersin atın üstüne.
Ölüm bile geç gelir.
Eğer paran çok ise...
Sen Yoksan
düne razıyım ben,
bu günümde sen yoksan...
ölmeye de razıyım,
yarınımda sen yoksan...
gecenin birindeyim.
hayatın gücündeyim.
bıraktım ellerine kendimi.
neyleyim ki bu teni,
hamurumda sen yoksan.
Issız Sokaklarım
insanların
yollarını
Özlem'leri
belirlermiş.
kimsenin
yoluna
Özlem
olamayışımızdandır
belki de.
kuş uçmaz
kervan
geçmez
sokaklarımızdan...
Masalsı,
Kara mısın,
Ak mı?
Gece misin,
Gündüz mü?
Yaz mısın,
Kış mı?
Türkü müsün,
Ağıt mı?
Şiir misin,
Lafügüzaf mı?
Vurgun musun,
Şifa mı?
Aşk mısın
Meşk mi?
Bir an bak gözlerime de,
Anlayayım...
Ayın firar gecelerinin birinde
Uzun uzun anlatayım seni sana...
Yok Bilir Ancak Var'ın Kıymetini
ağır
gelirse
bir gün
sana
yüreğim.
hemen
şuracığa;
askıya as beni!
en çok
ihtiyacı
olan
alsın!
yok
bilir
ancak
varın
kıymetini...
İnce Belli
bir
şarap
kadehinden
inceyken
belim.
doluyken
içim.
kızılken
dudaklarım.
beni de
severek
içmen
koklaman için,
geçmek
için
kendimizden.
ille de
o şişenin
içine mi
girmeliyim?
Lütfen Ölme
Uçmayı biliyorsan,
bak gözlerime.
Okyanuslar varsa dudaklarında,
öp beni!
Düşünebiliyorsan.
konuş benimle...
Yüzmeyi biliyorsan
dal içime...
Düşersin!
Boğulursun.
Yanar, tutuşursun.
Lütfen ölme!
Ben Yoruldum Şiirlerim Biraz da Siz Konuşun
Ben yoruldum şiirlerim.
Biraz da siz konuşun!
Derler ki;
Karadeniz'de gemilerin mi battı?
Dedim evet, battı.
Kimin batmadı ki?
Çakıldı iflas bayrağı…
Şimdi ise herkesten önce kaçan farelerin hesabını tutmaktayım.
Ya da başıboş kalan yerlere 'başıboş' insanların oturuşunu seyretmekteyim...
Dedim,
Yoldaş oldum bugün kendime,
Başımı da bir tek kendi omzuma yaslamaktayım.
-Bir insanın başına cahil bir insan topluluğundan daha kötü ne gelebilir ki?
Ve insanoğlu daha ne kadar kara, kapkara günler görebilir ki?
Ve tüm bu olan bitenler bir tek benim mi umurumda?
Diye bile sormayacağım artık kendime.
Çünkü cevaplar sonuç ister, sonuçlar da sermaye gerektirir...
Ne diyorlardı biz gibilere?
Galileo mu?
Bizler ve diğerleri.
Neyin hesabını soruyorsunuz ki siz bana?
Biz yalnızca biziz işte!
Siz de sadece 'diğerleri'.
Anlamsız olacak hepsi, oyun bitince…
Neden Bana Sorarsın İçim
neden her eksiğini bana sorarsın içim?
ben olmak değil ki, benim seçimim.
suyunu çekmemiş pirinç nasıl dokunursa dişe.
çiğlik de gitmez ki, ateşe düşmeyince…
her başın derdi değil ki yerdeki karınca.
sen var da suçu biraz, kendinde ara…
ruh dediğin kaçar mı hiç Nar'dan?
Pervane'nin aşkı mı yoksa yalandan...
nice dervişler aşk aşk deyi düşmedi mi yola?
yol dediğin gidilir, verilmez ki mola.
uçan kuş kısınca kanadını, çakılmaz mı yere?
var biraz da sen kimsin, onu sor kendine...
yazık ki kimim, çok geç anladım.
bu rüyadan ben, çok geç uyandın.
yavaş yavaş azalırken günlerim,
ben bu aşkla ah-ı figan etmekteyim...
verdiğin zahmet yeter, incitme artık kalbimi.
sen sus biraz da, ben konuşayım.
korkarım mahşere kadar sürecek bu çile.
say ki sen Yusuf'sun, ben de Zindanınım
kebabın güzeline derlermiş büryan.
iyisi olmaz ki insanın, ne yapar şeytan?
elden ne gelir, böyle buyurmuş Sultan.
Giryan da biziz, Hannan da biziz, oluruz Nalan...
sen sen ol eğriye doğru deme.
sat canını pazarda, aman ha benim deme.
hiç bölünerek olur mu 'bir' , 'iki' ?
iki yarıma da sakın ha, 'bir' deme!
Bir Eksik etek
Çay içmek de kesmiyor bu defa,
Şiir okumak da.
Düşündüm de;
İki yarım,
Bir bütün alabilir mi birbiriyle?
Ya da eksik?
Tamamlanabilir mi bir diğeriyle?
Terzileri toptancı, riyakâr olan bir kentte,
Bir eksik etek,
Nasıl bir olsun ki,
Kolalı bir gömlekle?
Mey Misali Biz Gibi
Aynı bağın üzümü altında yudumlarken Mey'ini,
Düşündüm birden,
İnsan da kaybediyor neleri nelerini...
Ve tam tükettim derken her şeyini.
Bir üzümün alacağı en büyük mertebe misali.
Damıtıldıkça buluyor kendini.
İşte bu yüzden;
Salkım saçak asmaların göz yaşlarıdır mey 'de,
Dolup taşıp kadehlerden.
Çatlamış dudaklara damla damla düşer!
Ben gibi!
Sen gibi!
Aşk gibi!..
Siyahı,
Beyazı,
Mavisi,
Ve dahi kırmızısı vardır açlığın.
-Yeryüzü sofraları beyaz açlıklar içindir-
Kırmızının açlığa ise,
Başka sofralar kurmak gerekir...
Kırmızı Açlık
Siyahı,
Beyazı,
Mavisi,
Ve dahi kırmızısı vardır açlığın.
-Yeryüzü sofraları beyaz açlıklar içindir-
Kırmızının açlığa ise,
Başka sofralar kurmak gerekir...
Yıldız Feneri
ne uçurtmalar.
ne de kağıttan gemiler.
yetmez oldu,
içimizdeki yolculuklara...
yırta yırta karanlıkları.
kırpıp kırpıp yıldızları.
fenerler yapmak lazım,
yarının çocuklarına...
hayat dediğimiz şey
sonu meçhul,
upuzun bir koridormuş
yapmamız gereken tek şey,
ışık saçmak sadece...
Aşk şimdi tüm bayilerde...
Ben sohbet edecek bir adam bile bulamazken çevremde,
Siz sevişecek adamı nerden buluyorsunuz?
Sağından Ve Solundan Tutulmuşlar
Siz;
aynı sevdaya sağından,
ve solundan tutulmuşlar.
Yazı görmeyen baharlarınızda,
ya bir kurşunla yere düşmüş,
ya da boyunlarınızdaki
ilmek ilmek direnişlerle,
göçüp gitmişler...
Hiç eğilmeyen başlarınız,
hatıralarınız kadar
dimdik hala...
Rahat uyuyun siz,
uğruna candan geçtiğiniz
toprağınızda...
Ve utansın!
sizin sevdalarınız gibi,
yan yana yürüyecek kavganızı
karşı karşıya getirenler...
Bırak Kendini
Gizemli kovuklarında teninin,
İnce dokunuşlar.
Kadife ve kırmızı şarap.
Şahsa münhasır iniltiler.
Ve teninde sıcak coğrafyalar keşfetmek.
Dudağının gizemlerinde,
Son bir gece.
Ve tiryaki kokularında,
Aşk dolu iki beden sarmak için buradayım.
Ve çırılçıplak karşındayım.
Cennet dedikleri yer burası olmalı.
Bırak kendini, kutsanalım...
Beyaz Aşk
Dokunmuyorum saçlarımın kır bahçelerine bu aralar.
Sanki her biri derdiğim çiçek...
Şu başımda zamansız açan güller var ya,
Sanki hepsi girdiğim yürek...
Şimdi hazan mevsimi dayansa da kapıma.
Renklerim sizde kaldı.
Kokunuz bende.
Çeker dururum mütemadiyen içime,
Şairin Hikayesi
biraz daha imge,
biraz daha ironi,
ağzını sık torbanın.
daha az konuş.
kaşını eğ şiirin,
yüzünü düşür.
dudağını büz ...
yok olmadı biraz üşüt,
ateşi yak,
biraz pişir.
devir cümleleri,
yüklemi öne al,
öznesiz bitir...
derken derken;
yok olmadı
kendin devril...
-düşkün bir ozanım ben şimdi-
Toprağım Kaderim Değil Kederimdir Bundan Sonra
( İster killi ol, ister humuslu)
Ansızın bir yaprak düşer ayaklarına.
Omuzlarında hissedersin yükünü.
Küçücük bir yaprak dersin.
Ne kadar ağır olabilir ki?
Hem ömrünün yazında,
Bu kopuş da neyin nesi?
Zamansız bir şiir nasıl düşerse yüreklere,
Zamansız kopuşlar hatırlatır kederini.
Bu coğrafyada 'Kader'e' yer yok!
'Keder' var diye fısıldaşır toprak...
İlk kadınlar koparılır dalından.
Sökülür kökleri vatanından.
Tam bitti derken,
yeniden doğurur toprak tohumunu...
Şaşar kalırsın!
Sen haykırırken avaz avaz sustuklarına,
Kara'lar giyer insanlık,
Sarılar bağlar doğa.
İki damla göz yaşına sığınmış derin bir hüzün,
Ok gibi batar göz kapaklarına.
İçerden dolar taşarsın da,
Bir türlü akamazsın dalında solanlara.
Giden gitmiştir artık.
Geçmiş ola...
Kaçabilmek için kaderinden.
Saçlarına tutunmuş yahut,
Ayaklarına kapanmış bir yaprağın hikayesi düşer parmak uçlarına!
Eğilirsin kaldırmak için.
Tırnaklarınla yeniden batarsın toprağa.
Eğildikçe büyürsün 'küçüldüm' dediğin anda.
Oysa ki;
Minicik bir tohumun ağırlığında ezilebilirmiş insan, aç kaldığında...
Ve ya;
Başka diyarlara göç edebilirmiş, kardeş kanı aktığında.
Söyleyin bana?
Bu bir tek benim mi nazarımda?
Onca havarisi varken Tanrılarınızın.
Bu adaletsizlik bir tek ben mi umurumda?
Hani Asya' nın bağrından kopmuş Özce kız var ya?
Türk kızı!
Dil'inde türlü türlü hileler.
Kılıçlar kuşanan bir zaman.
Kılıçtan geçen sonra...
Hangi örtünün altında korur iffetini.
Ya da hangi firavunun nikahında aklar kendini,
Bilinmez...
Sorarım insanlığa?
Dokuzuna yeni basmış,
Kırkını görememiş zoraki bir kadının,
'Hayz' mıdır umurunda olan,
'Haz' mıdır yoksa?
Ah Bilge kız,
Ah Gülce kız,
Bir zamanlar özgürce koşarken atını 'bakir' vatanında,
Bekaret bir tek topraklarınla anılırdı.
Şimdi namusun, insanlık pazarında...
Sır gibi saklarken kendini,
'Kapkara', sözde zırhlar ardına,
Kaç vergi gerekir teninin tek zerresine nefes aldırmaya.
Kurdu gövdesinden menkul,
Yemişi dalında kurutulmuş bir ağacı yaşatmak için,
Kaç Coğrafya gezdirmek gerekir daha.
Orta Asya'dan Anadolu'ya,
Kaç iklim değiştirmeli,
Ölüm kader sayılmayacaksa?
Ne acıdır ki;
Türlü türlü çiçekler sığdırıldı da saksılara,
Bir tek insan (lar) sığdırılamadı dünyaya.
Daha kaç savaş götürür bu adaletsizlik bilinmez!
Kaç yaprak düşmeli daha dalından.
Ve kaç asır susmalı, susabilir insan?
Tek bir 'erk' doğuracak dişi kalmadığında.
Ben erkeğim diye övünüp gezinenler var ya,
Hangi kadının kucağında sevilip okşanacak,
Anaları bile 'yok' sayıldığında...
Sayenizde;
'Toprağım kaderim değil,
Kederimdir bundan sonra...'
Hüviyetim Hüviyetine
Bin kilit vursam da kalbimin üzerine,
Surlar ötesinden bir sultan tarafından,
Son kalem de düşürülmüştür artık.
Hüviyetim, hüviyetinize amade...
Varlığını Özümse
Biz kadınlar ve diğerleri.
...
İçindeki coşkuyu yaşayan ve bunu dışa vuran kadın ahlaki kurallardan yoksun kadın demek değildir.
Bilakis, el alem denilen en tehlikeli terör örgütünü, eğitimi, algısı, gözlem ve yetenekleriyle etkisiz hale getirmiş kadındır...
Onlar güçlü, zeki ve meydan okuyan kadınlardır...
Erkek ya da kadın hiç fark etmez, insanın en önemli sermayesi, sahip olduğu akıl, bilim, sanat ve vicdan gücüyle ölçülür.
İnsanı bel altı muhabbetlere sermaye etmek kişinin bu olgulardan herhangi birine bile sahip olmadığını gösterir ki bu nitelikteki insanlarla işte o beğenmediğiniz kadınlar muhatap dahi olmazlar...
Oysa ki tekrarı olmayan an'ların toplamıdır ve tüm toptancı yargılardan ziyade, özgürlüğü destekler yaşam.
Sistemik kuralların dışında olgusal kuralları yoktur hayatın.
Ve doğa, bu büyülü seremonide en doğru cevabı sunar insana.
Doğada riya yoktur...
Ne ahlaklı bir köpek, ne de ahlaksız bir kedi vardır doğada.
Ne kuş örttüğü için suçludur, ne de güneş yaktığı için suçlanır...
Onun ahlakı, yaradılış biçimi ve özüdür...
Gücünü kendinden ve özgürlüğünden alan bireylerin önüne 'sözde' ahlaki bariyerler koymak ahmakça bir düşüncedir ve bundan daha ahmakçası zor gücünü kullanarak ferdin ruhunu etkisi altına alacağına inanmaktır...
Varoluşçuluğu özünde hissetmiş bireyler var olmak için kendilerine mekan ve zaman aramazlar...
Onlar aklın da üstünde olan vicdanı kendilerine rehber edinmiş ve insanın var olma hakkını kendine iade etmiştir.
Çünkü inansın en temel hakkı, insan olabilme ve insan kalabilme hakkıdır...
Bildiği cenneti bilmediği cennetlere değişmek ne akıl ne de vicdan süzgecinden geçebilecek bir sermaye değildir...
Ve her durum var olmak için, süreklilik gerektirir.
Varlığınızı kabul edin edin ve özümseyin ..
Korkmayın.
Biz gibi kadınlardan kimseye zarar gelmez...
Haller İçinde Bin Hal
Bugün hallerden daireyim ben...
Yontturup kendimi bin kayalığa,
Hiç sivri uç bırakmadım.
İstesem de canına batamıyorum.
Bugün hallerden yazıyım ben
Atsam da divitimi denize,
Hep bir ağız bağırır kelimeler
Yazmadan duramıyorum.
Bugün hallerden şiirim ben.
Sayfa sayfa çoğalan..
Saydım da binini derdimin,
Hepsini sayamıyorum...
Bugün hallerden özgürlüğüm ben.
Bin yılkı atı coşsa da içimde.
Nalım batar ayağıma,
Bir türlü koşamıyorum...
Bugün renklerden ebruliyim ben.
Kırılsa da kanatlarım kökünden.
Vardım da gökkuşağı ilmine,
Uçmadan duramıyorum...
Menzilindir uzak, suretindir yakın olan.
Derler ki yar senden vazgeçmiş.
Sevsem de yanına varamıyorum...
Vardım da aşk sırrına ben.
Yanmadan duramıyorum...
Yansam da aşk sırrıyla ben
Sende yok olamıyorum...
İyileştiren Sevgiler
İyileştiren sevgiler seçin hayatınıza...
Yeterince yüzleşin kendinizle.
Eğer en ufak bir ışık görüyorsanız tünelin sonunda, Savaşın istediğiniz o şey için!
Yer yer haksızlık edin, yer yer bir başkasını tercih edin kendinize...
Yeterince acı çekin...
Ve yeterince mutlu olun...
Ancak 'yeterince'...
Daha fazlası değil...
Eğer memnun değilseniz gidişattan.
Sorun mutlaka karşılıklıdır.
Ancak kişinin en büyük sorumluluğu yine kendisidir...
Her insan kendini düzeltmekten mesuldür...
Hiç acımadan, hançeri defalarca sokun aklınıza, kalbinize, egonuza...
Eğer kanıyorsa ruhunuz bu yüzleşme sonucunda, en iyi sonucu açık ameliyatlar verecektir.
Ya da tümör olan bölgeyi söküp atın içinizden.
Çünkü o doku sizinle büyüse de yıllarca, size ait değildir...
Sonra şöyle bir durup seyredin manzarayı.
Kendinizi bağışlayın...
Bu da yeterli değilse eğer,
İyileştirici, samimi sevgiler zerk edin yaralı bölgeye. İnanın bana bu kemoterapi etkisi yaratacaktır...
Ondan sonra bakmayın bir daha arkanıza.
Doğa canlı ve her şeye rağmen, tüm rağmenlere rağmen içimizdeki aşk, sevgi canlı..
İnsanın sorumluluğu yaşatmaktır...
Öldürmek değil...
Karanlığa, çirkinliğe inat, iyiyi, güzeli davet edin hayatınıza.
Sanatı, estetiği, her insanın içinde var olan üretme, güzelleştirme yönünü keşfedin kendinizde...
Onu geliştirin...
Tanrı/ sallaşmak budur işte!
Tanrının bizden istediği de...
Bulunduğunuz her yerde kendiniz olun.
Empati den kaçınmayın!
Gözlemden de...
Kendiniz olmadığınız hiç bir yerde kalmayın.
Duvarına bir tek tablo asamadığınız, o tabloya birlikte bakmadığınız,
Balkonunuzda çiçek yetiştiremediğiniz,
O çiçeği birlikte sulayamadığınız,
Aynı şarkıyı dinleyip, yatağa aynı saatte giremediğiniz, Hiç kimseyi tutmayın hayatınızda...
Güzelleştiren sevgiler çağırın hayatınıza.
Azaltan değil, geliştiren, yücelten sevgiler.
Saygı, hoşgörü ve sadakatle koruyun sevginizi de.
İki yarım bir bütün yapabilir..
Ya da iki eksik, tamamlanabilir birbiriyle...
İyi müzikler dinlemeyen, hayatının hiç 'bir şarkısı' olmamış,
Tuvalde olmasa bile,
Düşünde güzel tablolar hayal edemeyen hiç kimseyi kabul etmeyin hayatınıza...
-Çünkü yaşam sanattır...
Çünkü hayali olmayanın, gerçeği olamaz...
Birlikte "Al Bano-Liberta" dinleyeceğiniz biriyle karşılaşırsanız eğer, işte onu çok sevin...
O insanların nesli tükeniyor.
Benden söylemesi.
Hiçbir şey için geç değildir.
Hemen/şimdi!
Sıkı sıkı sarılın onlara
Ağırlık
sırtında taşınmaz ki yıllar,
yürektedir ağırlık...
ayağa takılır zincir de,
tutmaz ki zihin bağcık...
görmek ziyan değildir dikeni,
yeter ki kanada takılmasın çalılık...
saadet güldürmez bir tek insanı,
acıdan da değildir her ağıt..
mutluluktan uçmaz her zaman insan
bazen, uçurur ruhtaki hafiflik...
esvap tutar belki yamayı da,
aşk’a olunmaz ki yamalık...
Domino Taşları
Dedim;
Bana domino taşlarının hikayesini anlat,
Dedi, asıl devrilen bizleriz,
Onlar değil...
Dedi;
Domino taşı gibidir mutluluk!
Ve de mutsuzluk.
Kusurlar...
Pişmanlıklar..
Ağırlık- hafiflik...
Aşk, nefret,
Domino taşları gibidir hayat...
Ne ekerse onu biçermiş insan.
Ne varsa derinlerinde
Onu taşırırmış deniz.
Sevgi, sadakat, mücadele,
Ve her şeye rağmenler koydum otaya,
Siz aklınızı ve kurnazlığınızı koydunuz.
Bir aşk koydum ben ortaya.
Siz, yüreğinizin bunu hiç tatmayışını.
Çürümüşlüğünüzü koydunuz ortaya
kokuşmuşluğunuzu....
Sıra sıra devrildi taşlar.
Ta ki başladığı yere dönene kadar...
Benim günahlarım,
Sizin günahlarınızın bittiği yerde başladı
Ancak ne bu beni ne masum yapar
Ne de sizi günahsız...
...
Bu sarhoşluğunuzla son taşınızı da devirmeden.
Son kalenizi düşürmeden, yüzleşin kendinizle Albayım.
Üzerinize örttüğünüz o Kukuletalı Ruhban Cüppenizi giyiniz ve bir an önce kendinizden ve insanlıktan af dileyiniz...
Cenneti Doğurabilirdim Sana
Bin dilde sevebilirdim seni...
Bin mecliste kurulmuş.
Bin bir türlü muhabbetle..
Ve gerdanımdan süzülürken raks
Bin işveye dönüşebilirdi aşk.
Dudaklarımın kıvrımında biriken mey
Sen, ben ve Endülüs'te bir Saba vakti.
Cenneti yeniden doğurabilirdim sana...
Yarım Şiir
Yabancısı
olduğum
kelimelerle,
Samimi,
bildik bir
cümle
kurmadım
sana dair.
İşte
bu yüzden
yarım kalan
tek şiirim
sensin.
Bitseydin
dua
olabilirdin
içimde.
Ya da
bir şarkıya
dönüşebilirdin
dilimde...
Bir tek
seni söylediğim...
Kim Bilir
Belki çok uzaklarda bir yerlerde
Birileri bizi hayat hikâyelerinin başkahramanı yapmıştır.
Bir şarkı tutup, derin derin dalıyordur gözleri uzaklara.
Belki meze oluyoruzdur hiç bilmediğimiz masalarda.
Kim bilir!?
Belki bir alkoliğe dönüşüyordur görmezden geldiklerimiz.
Belki kazandığı her zaferi bizlere borçlu hissediyordur.
Kim bilir kaç kere kucaklaştık
Kaç kere seviştik uzun gecelerde..
Belki sel olup aktık gözlerinden,
İçine bir kez bile bakmadıklarımızın.
Belki uzayıp giden caddelerin sonunda ışık olup parıldadık,
Gülümsedik birilerine.
Yol gösterdik.
Umut olduk.
Tutup kollarından, kaldırdık her düştüğünde...
Sardık belki yaralarını hiç bilmeden.
Yoo!
Belki değil,
Mutlaka öyle olmalı!
Hissedebiliyorum bunu.
Yoksa bu kadar ağırlaşmazdı,
Zorlanmazdı kanatlarımız...
Aşk Kırmızı
Aşk’ın kırmızıyı seçmesi tesadüf değildir.
Çünkü aşk şaraptır!
Yavaş yavaş değil,
Bir anda öldürür!
Bendeki Sen
eğer üstüme gelen dalgalara dayanıyorsa yüreğim,
bunda payın çoktur.
ve en ufak bir kıvılcımla yanıyorsa içim,
bunda da payın çoktur.
-fakat anladım ki, seni sevmemde hiç payın yokmuş-
çünkü ben seni değil,
bendeki seni sevmişim.
-sendeki sen, zaten hiç yokmuş-
Azmak’ta aşk
Orada aşık olduğumu sanmıştım ilk.
Ve düşünmüştüm kendi kendime
Aşk mı aklımı başımdan alan.
Azmak mı aşk’ı başıma sokan.
Ancak bildiğim bir şey var ki;
İnsan yanındaki kurbağa bile olsa
Aşık olur o büyülü ortamda.
Ve bir kurbağayı dahi beyaz atlı prense çevirir
bu sihirli yer...
Bunun aşkla alakası yok.
Aşk olan o 'yer'!
Söyle Eros
'... Tanrının beni bu şekilde yaratması
ve bir tek aşk ‘sız koyması aklıma bir tek şeyi getiriyor;
'Beni kendine saklıyor olmalı.
Yer Gök Aşk
Aşk'ı aramanın ayıp olduğunu söyledi çağımızın Molla Kasım'ı.
dedim;
sen benim bahsettiğim Aşk'tan ne anlarsın.
o zaman da anlamamıştın Molla efendi...
Şiirleri Susturamadım
Bütün iyi niyetlerimin tecavüzcüsü.
Saksıda çiçeğimin,
Askıda elbisemin katili.
Güzelliğimin hırsızı...
Kadınlığımın düşmanı,
Erkekliğin yüzkarası...
Yanlış anlama sakın.
Ben değilim arkandan konuşan .
Şiirleri susturamadım...
Şiir Kesiği
yazdıktan
sonra
benim
değil ki
o şiirler.
kılıç yarandır
artık senin...
Üsteleme
Sosyal ve duygusal ağınızda olmayan birini sırf yalnızlığın dayanılmaz ağırlığı yüzünden 'üstelemeyin'.
Karalayın üstüne gitsin.
Yoksa ilk fırsatta o sizin üzerinize basacaktır...
Şiir Benim
Şairin
benim
ama,
Benim
şiirim
artık
sen
değilsin...
Kendinden Başla
Kendinden başla anlatmaya.
Bende senden başka bir şey yok.
El Değmemiş Sevdalar
Bildiğim bir yer var.
Bilmediğiniz bir yer.
Orada her şeye rağmenler var.
Ve her şeye rağmen özlenenler...
Sevilen, beklenenler...
Bildiğim bir yer var, yakında!
Burnunuzun ucu kadar.
Orada sadece var olanlar var.
Küllerinden yeniden doğanlar...
Bildiğim
İnsanlar var orada.
Kadından ve erkekten azade.
El kadar sevdalar var orada
Avucumun içi kadar
Tertemiz.
Bırak burada kadınları,
Hepsi de riyakârlar.
Koy gitsin erkekleri de,
Hepsi arsız gemiler gibi,
Her gece bir başkasının koyundalar.
Şiir Olduk
Dillere düştük yar seninle...
Şiir olduk!
Sanatsal Haramiler
Yolu kesilmiş çizgiler bana göre değildi.
Kalıplar..
İşte bu yüzden,
Tam da bu yüzden,
En sevdiğim şeyden,
Çamurdan vazgeçtim.
Bundan böyle,
Sadece üç nokta var fırçamın ucunda.
Sonsuzluğa uzanan...
Fırçam mı?
Dediği gibi ustanın;
Fırçam, 'dilimdir' benim.
Kemiği de yok nasılsa.
Kıramaz kimse beni bundan sonra...
Memleketim
Ah benim kadim şehrim.
Memleketim.
Gazisi sonradan düşürülmüş
Defalarca işgal edilmiş memleketim.
Gaia'nın bakışlarında mı gizlidir acın?
Üzerinde gezinen hoyrat adımlarda mı?
Hangisi daha acı gelir sana?
Çalınışı mı hikâyenin?
İhanetimi halkının?
Söyle!
Hangisi daha ağır sana?
Yükle sırtıma!
Mültefit Bahar
Yine bir yangın düşer içime
Gecenin en ıssız saatlerinde.
Sızlar yaram en yorgun yerinden.
Ne dilde söz,
Ne gözde fer kalmıştır.
Derler ki;
Bir tek meyuslar bilir sabahı olmaz geceleri.
Bir de kimsesizler..
O geceler ki,
Aklı geçmiş mevsimler peşinde.
Bir mültefit bahar lazım şimdi bize
Karanlığa inat,
Güne yakın.
Tende sıcak…
Düş Kırığı
bir tutam begonvil avucumda.
senden kalan.
bilmez ki çiçek.
kim kimi çok sever,
kim kimi daha fazla!
kim kime özlemdir.
kim kime şiir.
kim kime resimdir.
dalıp dalıp gittiği...
tırnaklarını etime batırınca çiçeğin.
genzimi yakınca kokun,
birbirine dolaşık.
iki ruh arası mesafe yürürüz seninle.
el ele, göz göze…
ah o yorgun ellerin,
hala saklımda...
öyle bir özlem ki bu,
günden kalma,
Ay’a yakın
gecenin en derininde...
uykularım ise,
doğmamış mutluluklara gebe.
-her yanım düş dölü..
kıvranırken sensiz çarşaflarda.
belki nefesim kesilirken sanrılarda,
tutku, arzu, şehvet,
sen ne dersen de.
hani gözyaşı yorganlarımız vardı ya,
içinde şiirler bohçaladığımız.
işte o bohçaların en kıvrım yerinde
bir kafiyeyiz şimdi biz,
dolaşık birbirine.
Gün Batımına Seril
gün batımına döndüyse eğer gözlerin,
yağmurlu bir gecede
s e r i l e r e k gökyüzüne,
son bir kez daha öpüşmeliyiz o sahilde…
kaçamıyorum yakamozlarından.
mağaralarında kaybolmaktan.
meçhul rivayetler gibi
yakıcı ruhunda kavrulmaktan.
ki sevişmek,
her seferinde onurlu bir intihardır bana.
sapla aşkının ucunu yüreğime.
korkma!
tenimle yoğurulmaktan.
bende yok olmaktan…
ki seninle ölmek,
her seferinde yeniden doğmaktır bana,
-sana…
Zavallı Aşık
Kendi duygusal zavallılığımı gizlemek için ardına saklanmaya çalıştığım aşk,
Bilakis açık etmişti her şeyimi...
Öylece yığılıp kalmıştım kucağına.
Vah zavallı aşık ben!
Soru (?)
sana bir soru sorsam
sorum ölecek,
sorumun öznesi sevgi...
işte bu yüzden
cevapsız sev beni!
Ne demiş üstat;
''çünkü sorular cevapları sevmez.
çünkü cevaplardı soruların katili...''
beni seviyor musun?
-evet...
bak,
sevgisi şimdiden düştü cümlemizin.
Yalan
Ne çok yalanlar söyledik yarının çocuklarına.
Kuru bir gürültüden başka bir şey bırakmadık onlara.
Zaten yalan olan hayatlarımızda,
Yalandan kim ölmüş ki?!
Bir yalan da siz söyleyin bana.
Öyle sahi söyleyin ki,
İnanabileyim buna.
İnanabileyim,
Bir gün her şeyin çok güzel olacağına...
Vurdular Beni
Vurdular beni!
En hassas yerlerimden vurdular.
-İnsanlığımdan, inanmışlığımdan vurdular beni!..-
Ölüm Kapıda
Ölüm kapıda!
Ben biliyorum.
Ölüm kapıda!
Fakat açmayacağım ben kapıları.
Sizin sonuna kadar açtığınız o kapıları.
Ben bir bir kapatacağım.
Ölüm kapıda!
Ben biliyorum...
Ölüm kapıda!
Ne zaman bir yolculuk düşse aklıma.
Ya dağlar, ya devler keserdi yollarımı.
Dağları aşar, devleri yenerdim eskiden.
Fakat şimdi;
Görünmez, bilinmez.
Elle tutulmaz düşmanlar çöktü yollara.
Bırak yollara düşmeyi.
Çıkamaz olduk sokaklara.
Korkunun gardiyansız mahpushanelerinde,
mahsur kaldı insanlık.
Ölüm kapıda!
Ben biliyorum,
Ölüm kapıda!
Görünmez sandığınız mikropların hepsini görüyorum ben hala.
Hem de daha beterlerini.
Her an duyuyordum seslerini.
Canlarını alıyordu.
Yalanlar söylüyordu geleceğin çocuklarına...
Ölüm kapıda!
Ben biliyorum
Ölüm kapıda!
Fakat açmayacağım kapıları .
Sizin insanlık kaybolsun diye
Sonuna kadar açtığınız o kapıları
Ben bir bir kapatacağım.
Korkmuyorum sizden,
Çünkü ben ölümsüz!
Defalarca ölüp ölüp, dirilmiş bir insanım.
Ormandayız
anladım ki ;
ormanda sahip olduklarımızla değil,
ancak cesaretle,
korktuklarımızdan daha korkunç olarak hayatta kalabiliriz...
Saba
Dışım büyürken,
İçim küçüldü her gün.
Eğreti döşeklerde her gece.
Biraz daha azalarak karşıladım sabahı...
İnceldiğim Yerden Kopayım
Bana karşı her türlü kabalığı yapan biri ona karşı biraz daha incelmemi istiyormuş!
Ben de hayhay dedim.
Biraz daha inceleyim de,
İnceldiğim yerden kopayım...
Kurtuluş
'...Hem ruhum, hem yüreğim yanlış coğrafyalarda esir kalmıştı.
Göğsümün ortasından zorla sökülen yüreğimi geri olmak, bana zorla dayatılan kaderi reddetmekten daha zordu.
Acı İndirimi
'...acılar da tanıdık oldu artık.
fakat tanıdık olması,
indirim yapacağı anlamına gelmezmiş...
her geçen gün,
tefeci gibi, faiz koyuyor bir de üzerine...
Hiç Kimse
Herkes sevdi evet
Ama kendince.
Kendi yeterince...
Sevdi saçlarımı,
Sevdi yüreğimi,
Ama içimdeki boşluğa kimse ulaşamadı.
Dolduramadı içimdeki yalnızlığı.
Kadın/erkek
hiç kimse.
Kalp Ağrısı Hiçbir Şeye Benzemez
Ve,
ansızın
başlar
yolculuklar...
kimi
kendine
gelir.
kimi
kendinden
geçer...
başkaları için
diyeceğiniz
bir şeyiniz
kalmaz…
gideceğiniz
bir yer…
ve
bir özür borçlanırsınız
kendinize.
kavganız azalır
yükünüz çoğalır...
işte o zaman
valiz diye
bedeninizi
sürüklersiniz
yük diye,
kalbinizi içinde...
siz iyisi mi,
iş işten geçmeden
vazgeçin
yüreğinizden.
kalp ağrısı
hiç bir şeye
benzemez..
Dökün Benzini
Gitmeye gücüm yok.
Kalmaya gönlüm.
Dökün benzini çatıya!
İçim İçime Sığmıyor
içi içine sığmaz bazen insanın.
bazen mutluluktan,
bazen acıdan...
iyi de,
kendine bile sığmazken insanın 'içi',
nereye sığar ki?
Yangın Yerine
Yangın yerine düşenle,
Yangını çıkaran aynı olmuyor işte...
Biri kaçıp kurtulmanın derinde,
Diğeri yangını söndürmenin...
Ol
aşıksan eğer,
çık akıldan
deli ol.
Aşk düştü mü bir kez yüreğe,
dünyanın neresinde olursa olsun,
ara, bul!
kontrolü sağlanan hiç bir eylem
Aşk'tan değildir.
zamanı olan tek şey,
sadece zamanın kendisidir.
insan ise,
sonsuz bir serüvenidir.
ateşi yak
akıldan çık.
o'na koş.
onun ol!
ol!
Haciz Var Yüreğimizde
Her yolculuk bir kuyuda biter olmuş.
Sanki kara kara büyüler yapılmış insanlık üzerine.
Nereye baksak avcı kaynıyor.
Ve en erken Aşk’ı dökmüşler pazara.
İnsanlık, üç kuruşa satılır olmuş belediye tezgâhlarında.
Hani o her kapının anahtarı olan Aşk’ı
Bizler bir kez bile yaşamadan,
Aşık olunacak adam gibi bir adam,
Kadın bulamadan,
O iyi insanların hepsini sanki anayasal bir kanunla toplatmış piyasadan.
Ve sevginin yerine paranın açamayacağı kapı kalmadığından bu yana,
Tüm evlerin içi boşaltılmış.
Haciz var yüreğimizde...
Soğuk
'...cinayet mahallinde unutulmuş
ceset gibiydin yokluğunda.
soğuktu,
üşüyordum!
hiç kimse üstümü örtmüyordu!..
Aşk İlahtır
Aşk ile açar,
Aşk ile kapatırız gözlerimizi.
ilahi bilgi sadece aşkta mevcuttur.
ölüm de biter,
hayat da.
bitmeyen tek şey, Aşk’tır her iki dünyada.
hey Aşk!
sen nelere kadirsin.
olmaz denileni olduran.
yapmam denileni yaptıran.
insanı kendi aklından ettirensin...
söyle bana,
şimdi sen
İlah değil de,
nesin?
Hayat
Kaç
hayat
çıkar
hayatımdan.
Ama hiçbiri
benim
değil…
Dağınık Kalsın
dağınık
olmak
istiyorum
bu gece..
bırak!
her şey
öylece
dursun.
sen,
ruhumu
dağıt sonra.
üstüm
başım
saçlarım...
onlar da dağınık kalsın.
-sende kalsın!
Yusuf’un Aşkı
bir garip Yusuf'un
Züleyha'sı olduktan sonra dokunur oldu şarkılar yüreğime...
ey kuyu!
yerin yedi kat dibi.
göğün yedi kat üstü.
hanginizde var bu aşk?
bu hoş seda,
bu tutku?
üzerinize bassam,
neredeyse titreyeceksiniz.
bulutunuza varsam,
neredeyse ağlayacaksınız...
Masal
Masalara kaçıyorum ben...
Paldır küldür!
Koşa koşa!
Kırk gün kır gece düğün merasiminden sonrası olmayan masalara...
Biri sonunu yazmaya kalksa,
Kırılır kalemler...
Vakitsiz Aşklar
bir gün,
mutlaka çiçeklenir baharlar.
çiçeklenmek,
ilkbaharın yazgısında var.
ve hep birden bire gelir sımsıcak havalar.
aşklar...
tırtıl kozasını,
filiz tohumunu,
birdenbire çatlatır...
gülün dalında minesini solduran
bu kasvetli sis,
masum yüzlerin,
gece gibi çökerken üzerine
bu vakitsiz hüzün,
kıştan kalma bir firarinin
künyesinde saplıydı.
ve ne yaparsa yapsın
kendini ele verirdi kaçak baharlar.
her mevsim vaktinde güzeldi.
ve vakitsiz öten her horozun
başı mutlaka kesilirdi...
İndirin Maskenizi
yalnız kadınlar
kolaydır.
ama,
yalnızlığı,
kendi seçmiş kadınlar,
değil!
indirin maskenizi!
bizde tüm kartlar açık!
Kal Bu Gece Yanımda
git demedim ki!
kal!
utandım,
gözlerimi kaçırmam bundan.
en mahrem yerinden soyuldu duygularım.
fişlendim sana.
çıplak kaldım.
gitme!
kal!
üşürsek,
körüklerim var harlamaya ateşi.
yanarsak,
serin kıyılarım var.
gitme!
kal!
bu gece kal!
bin asırdır beklediğim sendin.
sesinin titremesinden,
kalbimin vuruşundan tanıdım.
gitme!
bir gecelik ömrüm var!
kal bu gece yanımda!..
Aşkımdan Vurdular
'...aşkından vurulan kadınlar,
teninden vurulan kadınlardan daha yaralıydı...
-kın olmuş, damla damla kanıyorlardı...
Lanetli Çağ
Çağın en lanetlisine denk gelmiştik...
Suçsuzduk, inandıramıyorduk…
Suçluyu görüyor, bir şey yapamıyorduk...
Haksızlığı görüp, müdahale edemiyorduk.
Çalışıyor, karşılığını alamıyorduk.
Konuşuyor, suçlanıyorduk
Susuyor, yine suçlanıyorduk.
Biliyor, dinlenmiyorduk.
Bilmiyor alkışlanıyorduk.
Diriydik öldürülüyorduk.
Ölüydük kirletiliyorduk…
Şeytanın da pek bir popülaritesi kalmamıştı o çağda
Günde üç beş kez karşılaşıyorduk...
o da yoruldu dönmekten.
kırıldı gramofonun iğnesi.
şarkısı bitti hayatının...
bitince müziği içinde.
gülüşünü askıya astı kadın.
geceyi giyindi üzerine.
tek tek baktı yüzündeki zamansız izlere.
bedenine atılan çiziklere.
ruhundaki boşluklara baktı sonra.
biraz daha araladı kapıyı.
akıttı gözyaşlarını boşluğa...
inceden yağmur yağıyordu,
sokak uyuyordu...
yanlış yerde arıyordu kendini kadın.
içinde kaybettiklerini,
şarkılara, şiirlere soruyordu...
gecikmiş ayrılıklardaydı aklı.
bavulsuz yolculuklarda...
önce bir bilet kesti düşüne,
üstünü bıraktı..
tek tek tüm odalarını dolaştı evin.
sıcağı bozulmamış çarşaflara sarıldı önce.
öptü, kokladı…
örtüsü bozulmamış yataklara yattı.
açılmadık kutulara.
kilidi uydurulamamış kapılara baktı sonra
yanına alacak hiçbir şey bulamadı...
sağanaklaşıyordu yağmur.
bir kova koydu su alan çatı katına.
saçlarını taradı sonra,
gözlerini sildi,
aynaya baktı uzun uzun.
gece tül gibi yapışıyordu üzerinde.
ne de yakışıyordu kadına gece...
sıcak bir nefes verdi sonra,
titriyordu elleri.
hiçbir şeye el uzatamayışından yakaladı ellerini.
sardı, ısıttı sonra...
ve şunu yazdı hüznün buğulu camına;
'bu kez, kendime gidiyorum!'
Beyaz Aşk
beyaz aşk...
beyaz yolculuk...
beyaz ölüm...
dedin ki bir gün;
benimki kara değil,
beyaz sevda.
işte o günden beri
aklım hep beyazda…
bırakıp tüm kaygıları
renkleri atıp bir sandala,
sadece beyaz bir umuda tutunmak,
hasretle,
özlem(in)e sarılmak.
ve binip çelikten kanatlı kuşlara
yollara düşmek,
beklenmedik bir sevginin peşinde...
kar beyaz bulutları delen,
bir beyaz güvercin olmak.
tüm beyazları bırakıp geride,
sadece,
bir beyaz güle konmuş bülbül sevincinde
aşk şarkıları söylemek...
bir su kıyısına varmak sonra.
kana kana içmek huyundan.
geçmek kendinden,
beyaz ölümlerde…
ah beyaz aşk!
lekesiz aşk.
ömrümün tek manası olabilirdin.
ve benim bu beyaz kaderim
yüzü aşka dönük,
küskün tüm zamanlara
ay yüzlü bir sultanın peşinde
ağarmaktı belki de...
Biz
'Biz' dik güzel olan.
'Sen' ya da 'ben' değil.
Sen!
Kadın koynunda üşüyen adam.
Ben!
Eskisinden daha kadın,
Ama daha mutsuz...
Çizmedin Beni Hiç bir Türlü Yanına
Boş çerçeveler gibi yalnız yürekler,
Denizi kurutur,
Ayı da sürüklermiş geceden...
Emekleyen bir çocukmuş güneş,
Vaktinden geç gelen,
Yahut hiç gelmeyen.
Çizdiğin hiç bir mutlu resimde ben olmayınca,
Yıldızları sürükleyip taktım saçıma...
Güneşi de dudaklarıma.
Varmışım gibi rüyalarında.
Şimdi ıssız bir sahil kenarında,
Uzandım sere serpe kumsala,
Kıyılara baygın düşen benden.
Ve bir ihtilal kadar acımasız olan senden.
Hiç bir şey kalmadı geriye.
Çizemedin beni hiçbir türlü beni yana.
Kabul edelim!
Tükendik ressamım!
Tükendi palette boyalar...
Bundan böyle her pozum,
Başka bir ressamadır artık.
Aşk Şimdi Fethiye'de
Kıyıdan gördüm
Güneşi
Kalbime uzanan
Kıyılardan…
Saba yelini gördüm
Denize kavuşur gördüm…
Ege ve Akdeniz'in birleştiği yerde
Kıyılarda
Begonvillerde
Güneşin ışıltılarını gördüm…
Onda değil,
Sende!
Ben sizde ışığın bin rengini gördüm…
Ayağımın altında ezilen çimeni gördüm
Saçıma taktığım begonvilleri
Gökte uçan martıyı…
Vakit
En büyük yalanıdır hayatın.
-Sonsuzluk kucaklar buralarda sizi.
Islak doğar Güneş’i
Soyunur da aşka,
Yakmaz
Acıtmaz
Denizedir ilk sevdası onun.
Unutmaz.
Aşk şimdi
Fethiye'de...
Aşk Şiirleri
ırak gönüllerin uçurumuna kurulmuş
bir ince köprüdür yüreğim
cehennemi ateşlerden
ince ince sızan..
bir Hiroşima yangınıydı yokluğun
apansız
amansız gelen.
acılardan fazlasıyla nasibimi almıştım
küflü deniz yosunlarının
ağızlarda bıraktığı kekremsi tat
tarifi buydu ömrümün..
baharı müjdeleyen
kiraz ağaçlarının dallarında uçuşan
o ipeksi pembe umutlar
bir gergef gibi gerilince yokluk denizinde,
özlenen ne varsa
şiire dönüştü dudaklarımda...
ve sazını arayan
hüzünlü bir türküdür artık şiirlerim.
Güneşe Adanmış Şiirler (Rüya)
Kaç gecedir gözlerimi sana kapatıyorum korkuyla karışık
bilmiyorum.
Bildiğim tek şey,
Uyur uyumaz içimde bir yolculuğun başladığı.
Takıp aklımı düşlerime,
Sürüp aşk kırmızısı rujumu,
Dalışım sana doğru...
Fakat sen!
Hiç bir yerde yoksun.
Nerede arayacağım seni,
Kimsin,
İsmin-cismin nedir bilmiyorum.
Ümidimin en kırılgan yerinde
Bir yolu olmalı diyorum,
Sana ulaşmamın bir yolu daha olmalı.
Gökyüzü sesleniyor sonra,
Onu yerde değil gökte ara!
O kimselerden kalmadı artık oralarda
Başımı kaldırıyorum,
Bir gönderle selamlaşıyoruz önce.
Seni soruyorum onlara,
Dünyanın tüm bayraklarının asılı olduğu sancağa.,
Uzaklarda diyor;
Biraz daha derinlere dal!
Her iyi kimseler gibi hepsi orada…
Peki nasıl bulacağım onu diyorum
Aşkı izle diyor.
Bir yıldızın kuyruğunda…
Git diyor!
Git o karanlığın sonuna.
El açıp dualar ederken Tanrı ya,
Birden sen doğuyorsun imdadıma.
Hoş geldin deli rüzgârım.
Bende seni bekliyordum diyorsun…
Önünde bulutlardan gerili çarşaflar
Arkanda aydınlıklar…
Kirpiklerin değiyor kirpiklerime.
Ağlıyoruz….
Öpüşüp, koklaşıyoruz...
Rengarenk ışıklar yetişiyor ışın hızıyla
Süpürüyor kasvetini ömrümüzün.
Sonramı sana uzatıyorum.
Öncemi unutarak…
Çekiliyor bulutların ardına özlemler.
Bir çiçek boy veriyor dalında
Üzerinde onlarca kelebek uçuyor yanmadan…
Selamlıyoruz hep birlikte seni…
Hoş geldiniz efendimiz diyoruz!
Hoş Geldiniz Güneşimiz.
Söz veriyordu bana yarın da doğacağına dair.
Sonra uyandım.
Uykumun en kavuştuk yerinde.
Geceden hiç korkmuyordum ama...
Saat Beşe Sekiz Var
Saat beşe sekiz var.
Saçlarımdan dökülüyor zaman.
Kirpiklerim batıyor geceye.
Gözyaşıyla karışık bir intihar tasarısı.
Yeni, bilinmedik bir çığlığa bırakıyor yerini.
Nereden çıktı şimdi bu özlem derken,
Bu da yetmezmiş gibi.
Kâbus gibi.
Koşuyor peşimden pusudaki.
Sensizliğimi vuruyor yüzüme binlerce kez.
Yapmayın!
Canım çok yanıyor,
Yapmayın!
Diyorum duyan olmuyor.
Alacakaranlıktı.
Güneş henüz doğmamıştı
Kanadı kökünden kırılmıştı kuşların.
Uçamamaktan yorulmuştu.
Kendine sığınacak bir liman bulamamaktan
Daha ağır değildi gece.
Ah gece!
Kurt gibi bir yalnızlığı salıyor üzerime…
Saat beşe sekiz var.
Ne korkunç bir saat.
Gündüzün aydınlığından,
Gecenin dinginliğinden uzak.
Gitmek ve kalmak arasında sıkışmış.
Birbirine mahkum akrep ile yelkovan gibi.
Tıpkı benim gibi,
Ne yöne dönseler,
Çıkmaz sokaklar...
Ölü Aşklar Ve Atlar
Akşam üstüydü.
Gün gitmiş, hava kararmıştı.
Tuhaftı…
Bu mayıs akşamında fırtına ne geziyordu?
Bu telefon neden bu kadar acıklı çalıyordu!
Dokundum parmak uçlarımla tuşlarına
Ucunda o vardı.
Kurşun kadar ağır bir aşk,
İnkâr dolu bir küfre nasıl dönüşmüştü.
Ortada aşkımızın cesedi,
Benim dışımda kimse de ona sahip çıkmıyordu.
Yağmur yağıyordu.
Bir baraka bulmuş, oturmuştum.
Nedendir bilinmez,
Yanıma bir de meczup oturmuştu.
Avukat diyordu.
Boşanma diyordu.
Şemsiyeli çarşı,
Kuyumcu,
Miras,
Bıraktım gitti,
Onu arıyorum,
Ankara diyordu...
Neler oluyordu?
Anlayamıyordum.
Kanım çekiliyordu.
Sırasıyla anlatıyorduk derdimizi telefonda.
Fakat kimse kimseyi duymuyordu.
Sen de canım diyordun.
Boş ver diyordun.
Önemsemedim diyordun.
Vakit yok diyordun
Rapor diyordun.
İsteseydim yazardım diyordun
Nispet yapıyordun.
Güneş gözden kayboluyor
Gözlerim kararıyordu...
Kulaklarım uğulduyordu
Aklım yitiyordu.
Yan bahçede çelimsiz,
Sesi cüssesinden büyük bir köpek havlıyordu.
Bir tay şahlanıyordu göğe.
Yere gem'leri düşüyordu
Bir meşin sesi geliyordu köpeğin boynundan.
Uzun uzun bakışıyorduk.
Hadi diyordu!
Bir
İki
Üç.
Beş...
İçindeki atı sal diyordu.
O susuyordu.
Nasılsın diyordum,
Cevap vermiyordu.
Bende saldım gitti
Cesedi de sanırım köpek yedi...
Meğri IV
Açma goncalarını her baharda Meğri’m,
Kırılırsın!
Bir yağmur gibi ipil ipil düştüğümde tenine,
Sarsın da kordan kızıl güllerin her yanımı,
Bir daha bırakmasın…
Begonvil kokulu bahçelerinde tüneyen kuş
ben olayım.
Yapraklarında gezinen, tırtıl da.
Sen benim nihayetimsin Meğri’m.
Hasretimin bittiği yer!
Aklımın durduğu,
Fikrimin ince ince elendiği toprak…
Dağlarında kaybolup
Kıyılarında kendimi bulduğum derya…
Yıldızların firar gecelerinden birinde,
Dolansam bir ay gibi tepelerinde.
Rüzgârından, güneşine,
Girip de bin bir şekle,
Ağsam bir tül gibi koynuna...
Sen benim el değmemiş coğrafyam,
Keşif bekleyen sırlı ülkem,
Yurdum!
İklimim!
Yükseklerde yaylağım,
Enginlerde kışlağım.
Sakın kendini hoyratlardan,
Gezmesin yâd eller o bakir koylarında.
Bekle beni Meğri!
Yurdunu kaybetmiş biri,
Geliyor, sende tutunmaya...
Kurtlu Elma
Yeryüzüne inen her şey kirlenir.
Bırakın ne var ne yok yerinde kalsın.
Ay'ı, Güneş'i, Aşk'ı peşinizde sürüklemeyin.
Bırakın değerine, gökten gülümsesin.
Havva ve Âdem’e benzetmeyin hikayenizi.
Genelleşmeyin.
Gelenin ağzına sakız, gidenin boğazında kılçık olmayın.
Ya da;
Kurtlu bir elmaya kurban gitmeyin.
Uyumayın!
Uyanın!
Güzel sevişin!
Sabaveda
Bir veda astım duvarıma.
Her bakışta
Bir darağacı daha kurulsun diye gözlerimde.
Ölümler bir kez daha getirebilir mi ki kendimi bana.
Yine bir güneş doğar mı sabahlarıma.
Ya da Saba'nın yeniden esebilmesi için
illa Güneş çekilmeli mi bulutların ardına.
Nereden gelir bu tezatlık?
Kim güneşsiz yaşayabilmiş ki bu dünyada?
Saba’dan başka…
İhtiyaç Halinde
umutsuz bir yalnızlığın,
bir ölümden,
yahut dermansız bir hastalıktan,
hiç bir farkı yok…
dilerseniz yalnızlığımı da bükebilirsiniz...
haber etmeden, birden geliverdiniz,
niye geldiniz, demek yoktur adetimizde.
şeref verdiniz beyimiz.
alışık olduğumuzdandır belki de,
bir erkeğin üzerimizde erkekliğini test edişi.
aniden gelişi ya da çekip gidişi.
ihtiyaç halinde
susuzluktan yanmaya yüz tutmuş
varoş kıyılarıma,
bir kibrit de siz çakabilirsiniz…
boyna bezgin,
kızıl güller yetişir benim yamaçlarımda.
kan ve gül hikayesidir şarkılarımın.
şarkılar ise ruhudur bir hayatın
ihtiyaç halinde onları da yolabilirsiniz…
-onlarla ister şerbet, ister bir zehir yapabilirsin…
kimsesizdir kalbimin odacıkları.
örülüdür görünmez tuğlalarla.
bariyerleridir hoyrat vuruşların.
ihtiyaç halinde, onları da kırabilirsiniz...
bulanık değildir benim sularım,
oysa bir damla yağmur düşse size,
balçıksınız!
karadır tenim,
karadır bahtım kadar
fakat gövdesidir belki de bir ağacın.
çiçeklerini korumaya çalışan bir anne misali…
söylemiştim!
dikenim vardır batar.
ihtiyacınız halinde, onu da kökünden sökebilirsiniz...
yoksuldur bedenim,
bakirdir kıyılarım.
dul kalmıştır gözlerim…
gelen geçer gider önünden…
çoğul haldeyken bile tekildir ellerim.
ellerinizin dilencisi ellerim…
isterseniz,
yani ihtiyaç halinde,
bana sarılmak yerine o ellerle,
gözlerimi de oyabilirsiniz…
merhametinize sığınmam,
sadece ondan dilerim
ellerimi ellerinize kavuştursun rabbim…
ihtiyaç halinde, onu da kesebilirsiniz…
içinizden nasıl koparttınız beni bilinmez
kurtulmuşluğunuz göğe erişsin,
ihtiyaç halinde,
gelene-gidene sadakalar verebilirsiniz.
sahipsizdir benim sancılarım.
belki de babasız çocuklar doğuruşum bundandır.
ihtiyaç halinde, onu da benden alabilirsiniz...
bir omurganın,
bir kaburganın,
yamanmış parçalarıdır benim kemiklerim.
dünyaya gelişim bile yalandandır.
kime sorsanız tozdan topraktan
oysa ben kalubeladan beri
bir yabancının zürriyetinde var olmaya talipmişim.
düşmüşüm bir ananın rahmine,
sorsanız beni o doğurmuştur
külliyen masal!
inançsız ve itaatsizdir aklım
dik başlılığımsa sakızdır mahallenin kadınlarına
var ve yokun arasında ince bir noktada
topazı kendinden menkul bir arena sofrasında
insanlığınıza,
inançlarınıza,
inançsızlığımı yargılamadan alayını
çiğ çiğ tüketebilirsiniz.
korkmuyorum hiç birinizden
söylediklerim bir ordu,
yazdıklarım süvarileridir aydınlık geleceklerin,
ihtiyaç halinde,
içinizdeki canavarı da serbest bırakabilirsiniz.
ben onlarla da baş ederim...
Özlem
Ben;
rüzgarıyım
o kentin…
Sen
olmasan da,
sokağında gezinen,
sımsıcak
bir aşkın
şairiyim…
Bakma
öyle durgun,
öyle mahzun estiğime,
ben,
o yangının
aleviyim…
Sen
Küllerisin…
Ben;
Bir,
ilk bahar tufanı,
o kentin
hiç
bitmeyen
kavgasıyım...
Asi çocuğu…
sevdalısı…
belalısı…
Unutsan da sen,
Ben,
hâlâ
Özlem’iyim
o kentin...
Rüzgar
Güneşim
çekildi
göğümden.
Gri
bir
yalnızlık
çöktü
sokaklarıma...
Soğuk,
inatçı
rüzgarlar
esti
günümde.
Üşüdüm...
Üşüdüm...
Üşüdüm...
Yaprağın
çiçeği
dondu
dalında.
Çıkalım mı?
Hiç görmeden sevebilmek seni
Aşka bile kafa tutmaktı belki de...
Doğa olaylarını çiğnemek,
Yer çekimini dahi tenimize uyarlamaktı.
Saatlerce bir resme bakıp.
Hiç bıkmadan sevişebilmek.
Yüzlerce kilometre ötesinden
Işık çalmaktı belki de,.
Fizik kurallarına inat,,
Var'ı yok,
Yok'u var etmekti seni sevmek...
Ve bu ilahi tragedyada,
Bir tek zamana yenik düşmek.
Olacak iş mi bu?
'Hadi gel de çıkalım işin içinden'
çıkabilirsek...
Boşsanız,
Çıkalım mı dedim?
Dedi hayır!
Biz inişteyiz zaten...
Saba Fısıltıları
Sadece kokumdan sezebilir misin?
Rüzgâr ve de güneş fısıldar mı kulağına geldiğimi?
Bir başkalaşır mı gün aniden?
Ben çalmadan açabilir misin kapıyı?.
Huzurla alabilir misin beni koynuna?
Sonunu düşünmeden...
Tutkuyla bekler miydik ışıkların sönmesini?
Çok özledim!
Çok yorgunum desem!
İnanır mıydın?
Bir fincan çay yapar mıydın bana?
Hem içerken anlatırdım,
Nasıl seveceğimi sana...
İ m k a n s ı z!
Hiç olmayacak düşlerin peşinde
Size imkansız,
Başkalarına kolay lokmaymış gibi görünen beni,
Bırakın da sadece ben avutayım.
Aldanmayayım.
Gönlü fakir,
Cebi dolgun ibneler beni aldatmasınlar...
Tadı başka sevmelerinin,
Hiç tatmadığım öpüşlerinin özlemini,
Ve koynunda geçiremediğim gecelerin,
Uyanamadığım sabahların canımı nasıl yaktığını,
Sana bile inandıramazken,
Teselli beklemek,
Bu bir delilikti...
Sen bir ruh körüyken,
Bir Ceylanın,
Sırtlanların azı dişleri arasında nasıl parçalandığını,
Ve kadehlere doldurulan kanının
Şarap misali nasıl yudumlandığını
Anlatacak kelimeler henüz yok belleğimde.
Onu daha sonra yazarım..
Hadi, iç!
Sen de tüket beni.
Yokluğumun şerefine!
Bir Deli Bitik
Bir deli rüzgârın,
Güneşin ateşiyle yanan ruhu,
Eriyen bedeni.
Ve yeniden can bulmaya çalışan,
Akıntıya kapılan,
Toprağa hasret bir tohumun,
Ana rahmine yerleşir gibi,
Çıplak hayallerde canlanmak...
Bir aşk klavuzcusunun,
Vazgeçilmez birikintisiyle,
Sanki cennettin başköşesinde
İğne yapraklı bir çiçeğe dönüşmek.
Saplanıp kalmak mıh gibi
Çırılçıplak bir huysuzun kalbine...
Aşk demek, batmak demekmiş.
Biraz da bitmek...
Hele bizler,
Çoktan seçmeli bitik!
Bozdur Harca Beni
Bulaşıcı acılar sızıyor ruhuma
Git gide,
Sivri,
Kristal bir soğukluğa dönüşüyor her sözün.
Canıma batıyor...
Ve bunun tek yaratıcısı benmişim gibi
Bütün hesaplar bana kesiliyor...
Ne yapsam borçluyum.
Hala suçluyum.
Ödeyemiyorum...
Ödeyemiyorum...
Ne cebimde beş kuruş param kaldı.
Ne de gönlümde istek..
Bozdur harca beni
Değerim düşük,
Ben seni alamıyorum...
Dönüşmeliyim
İtinayla seçilmiş kelimeler,
Git yada kal arasında kararsız,
Cümlelerin bile kafası karışmışken,
Sıkışmış, mora dönüşmüş dudaklarımın,
Ve rengini soğuk bir bakıştan almış,
tenimin
Tuzlu ve metalimsi ıslakla
Düşünmeden,
Bir yıldırım gibi düşmesi hikayeme
Ne büyük bir talihsizlikti...
Ve ne yaparsam yapayım,
Sana olan sonsuz sevgim bile,
Havanın sisli gövdesinden
Güneşi yeniden sürükleyemedi günüme.
Ben de yoruldum!
Ben de yoruldum!
Ben çok yoruldum!
-Beklemekten...
Şimdi dikişsiz bir sevda gerekli bana,
Gökyüzü kadar açık ve hür!
Güvercinlerin kanadına yamanmadan,
Eğreti durmadan üzerinizde!
Koynundayken bile yabancılaşmadan.
Korku odasının figüranları gibi,
Bir sahnede hem başrol, hem de
en korkulanı oynamadan...
Hırpalanmış ruh kokuları gelmeden burnuma,
Düşlerim hala yıkılmadan.
Kontrolsüz doğa şartlarında,
Bir tufana dönüşmeden,
Ezilmeden sert kayalar altında.
Sürekli sağanak yağışlar yemeden.
Her sözümün küfür sayılmadığı,
Her dokunuşumu bir bıkkınlığa dönüştürmeden,
Basınç dolu bir yürekte vurgun yemeden,
Kendi kendimi tarihin gazları arasında zehirlemeden.
Yani senden,
Kurtulmalıyım!
Işığımızı boğup kırılgan renklere dönüştüren sevgilinin ellerinde,
Kasvetli bir tabloya dönüşmeden
Boğazım kurumadan,
İçim sökülmeden
Lirik bir türküye dönüşmeliyim hemen.
-Ki bir kıymeti olsun yazdıklarımın...
Söyle Ressamım
Hey aşk!
Hani biz dosttuk.
Bana dokunmazsın sanmıştım.
Kaç yerinden vurulur böyle bir kadın.
Kimsesiz bir kadının kaç kişisi olabilir bir adam.
Kalbimiz mi?
Aklımız mı daha erken sarıldı birbirine?
Şaşırdık...
Biraz sevinç, biraz korku biraz da öfkeyle
Nasıl dolanabilir iki ten birbirine…
Utanmadan, usanmadan...
Damlalar dökülürken alınlarımızdan,
Kaç çığlığa gömüldü inlemelerimiz.
Aynı anda kaç şarkı söyleyebilir bir yürek,
Senden öğrenmiştik aşk...
İnce kıyım yürek sızılarım benim.
Nasıl dönüşebildi resimlere?
Tüm portreler nereden bildiler beni?
Nasıl hazırlandılar gelişime…
Ve ben herkesten evvel nasıl seyredebildim gözlerinde alemleri...
Nasıl som.
Nasıl toprak,
Nasıl bereketliydi renklerin.
Bedenime çizdiğin o resim...
Anlattıkları ellerinin
Öpüşlerin!
Hepsi bir madalyona dönüştüler göğsümde.
Ve kirpiklerinden dökülen mazim,
Denizine varmış nehirler gibi,
Karışıyordu sana...
Sanki dize dize okuyordum seni.
Okumuyordum sadece yazıyordum...
Sanki rüzgârın elleri değmişti saçlarıma,
-Ömrümü tarıyordun dizlerinde...
Hangi güvercinler şahit oldu sevişmelerimize,
Neden hiç ürkmediler, uçup gitmediler?
Her gidişe şahit kıyılardaki o tekneler
Bu kez bizim için mi yüklendiler?
Nereye saklandı o çingene kız?
Aramızda duran koca bir zaman…
Tüm bunlar, nereye gizlendiler.
Neyle körüklenmişti aşkın fırçası.
Ve bizden neler yansıdı aşk şovaline.
Kimse bilemeyecek.
Satışa çıkmayacak aşkımız.
Bağrımda bir bebek gibi büyüteceğim seni…
Söyle Adamım
İçeri ilk girdiğinde huzura dönüşen o kokun,
Hangi tütsülerin nağmeleriydi öyle…
Sahi, neydi bizim hikayemizin adı?
Üflediğin Pan flütte?
-Bahar süzülen son bir vals miydi bir gecede...
Ve senden öncesi şuurumdan nasıl silinip gitti öylece.
Yasak elma dedikleri şey neden bu kadar lezzetliydi.
Hangi sevişme bu kadar meşru,
Ve hangi aşk bu kadar yasal olabilirdi?
Zerre kadar yanmadı içim.
Günahkâr da sayılmazdım...
Yatağında akan su misali
Sanki evimdeyim...
İnsan en çok evini özlermiş derler ayrılıklarda.
Bil ki;
Hiç bir gidiş yakmayacak bu kadar canımı.
Bir kelebek tozu kadar silik ömrümde.
Ayrılığın en sahih kıyılarında serilirken kadife yataklara
Söyle adamım?
Nasıl vardı ellerin,
Ellerimi bırakmaya?
Her Aşk Bir Yokluğa Gebe
Sonbaharın ilk ayak sesleri duyulduğunda
Sararmaya başlayan otlar gibi,
Hasat zamanı gibiydi ömrüm yokluğunda...
Sonra seni buldum
Yağmur sonrası aydınlığına dönüştün karanlığımda..
Sen;
Güneş gibi ıslak bakışlarıma gülümsemeye çalışırken,
Bulutlu bir günün imlasını bozuyordu ılık
nefesin.
Lâle çılgınlığı oluyordum ömrünün bezgin yamaçlarında...
İlk kez ışık almıştı yapraklarım!
Gövermişti çiçeklerim.
Papatyalı bir mayıs tarlasında çıplak ayakla yürür gibiydim teninin kıyılarında...
Özgürdük.
Kelebekler gibi uçuşuyorduk.
Neşe ve hüzünle harmanlanmış bir eski zaman şarkısının eşliğinde,
Benimleydin...
İçimdeydin.
Öyle ki;
Sevmelere, sevişmelere doyamadığımdın...
Ama gel gör ki;
Uzaklık her yerde sevgilim.
Biliyorsun, gideceğim.
Kırların mahcup çiçekleri gibi eğilecek boynum.
Sen resimlerinde bakınca durula durula boynundaki öpücüklere.
Asıl ben özetini çıkaracağım
Böylesine derin ve tutkulu bir aşkın…
Diz çöküp toprağı koklar gibi seviyorum seni.
Öyle yakın ve öyle berraksın ki,
Sıfıra yaklaşıyor aramızdaki yol sesini duyunca…
Donan sular kaynıyor.
Bahara dokunuyor ıslak bakışlarının.
Damlalar yanılıyor nereye düşeceğini bilmeden.
Ama sen ağlama sakın yokluğumda,
Unutma!
Kokunu rehin tuttum tenimde,
Ruhumu da sana bıraktım dönene kadar...
Zaman Aldatışta
birleşmişti an'lar.
akrebi koynuna almıştı.
yelkovan.
esrik rüzgarlar dolaşıyordu başında
işte o buluşma,
an'ların geçirdiği en büyük sarsıntıydı...
bedenler bir yanardağ,
duygular bir volkana dönüşmüştü…
-ateş sızıyordu zamanın dışına...
hani evren de
büyük sarsıntı ve patlamayla oluşmuştu ya,
olmak için,
yine usulca,
derinlerine inmek düştü aklıma.
zaman aldatışta...
Ulanmak Sevgiliye
dedim ki kendi kendime;
ansızın bir hikayenin
baş kahramanı olamazsın!
geleceğini bağlayabilirsin de birine,
geçmişini kopartamazsın...
bak içine,
dön kalbine,
ancak aşkla ulanabilirsin sevgiliye...
Şiir Deyip Geçmeyin
Şiir;
yalnız bir kadına tertemiz örtü olabilir.
kurak ve gün görmemiş bedenine dolabilir usulca.
dualarını arşa uzatabilir, tanrılar duymasa da.
ve güneşe çevirebilir solmuş yüzünü,
güne bakanların...
Şiir deyip geçmeyin sakın
kurşuna gerek kalmadan
tende iz bırakmadan
kılıçtan keskin, sırattan ince hislerle
yani bir şiirle,
vurabilir insan kendini.
insanı hazırlıksız yakalar sözlerin ordugâhı
tutsak alabilir dipsiz kuyularda.
bir sırtlana dönüşebilir kelimeler.
yavaş yavaş deşer yüreğini…
siz iyisi mi,
şiir deyip geçmeyin.
korkun sözlerin tufanından.
korkun şiir yazan kadınlardan.
adamlardan…
onlar hiç bir şeyi boşuna sevmezler,
ve yaşamazlar...
Sen Ne Haldesin
desem ki;
benim de ümidim vardı.
istiridyeden zorla oyulmuş inciler gibi,
sen gibi kokardı desem!
inanır mıydın?
ne işe yarar,
her şeyi kaçırmışlığımızdan bahsetsek şimdi
şimdinin tozlu rafları,
ve geçmişin altın çağında,
tüm zamanlarıma nüfuz eden sen,
hiç bir yolun sonunda yoktun…
Ne diyelim,
göğsünde huzur da nasip değilmiş bana.
nasip değilmiş hiç bir düşümüz.
için için yanan sevişmelerimiz,
ne acı!
nasipte yokmuş hiç biri.
sevdiğim her şey gibi, bizden gitti.
dudaklarımın kıvrımında senden kalan o iz,
acıtsın diye canımı, hiç gitmediler.
neye yarar şimdi resimlerdeki öpüşlerim.
hepsi zamanın çatı katında çürüyüp gittiler...
desem ki;
benim de bir zamanlar ümidim vardı.
ümitler şimdi yerini hüzünlere bıraktı
ah hüzün !
benim aşüfte kadınım.
nasıl büyürsün koynumda.
Vakitli vakitsiz nasıl da okuyorsun canıma…
kızgın güneş,
deli rüzgar!
üzerinde sevişmek nasip olmamış döşeklerin çürütmüş şiltesini.
gözyaşlarımdır bağrına düşen toprağın,
yağmur sanman ondandır.
ha çatladı, ha çatlayacak acının tohumları.
ben yeterince ağladım ikimizin yerine,
sen sil gözyaşlarını…
biliyor musun sevgilim?
benim hiç ümidim kalmadı!
bir türlü vakit gelmedi.
mevsim dönmedi.
hem bak!
güvercinler de terk ediyor şehri.
çok üşüyorum ben.
Acep sen ne haldesin?
Meğri III
birbirini seviyor olmak.
yetmezmiş mutlu olmaya yar!
o gönülleri sarhoş eden aşk.
tende alev alabilirmiş.
tutsaklık cebelleş oldu mu bir kez sere.
hasretlik insanı, yakabilirmiş...
bende özlemler okka okka.
hasretler üzerine çöreklenmiş,
ağır ağır devinen dağlar.
ayrılıkları kıyılardan süpürüp,
dalga dalga koynunda büyüten denizler.
güneşi örtüp,
gönülleri üşüten bulutlar.
geçiş yok!
sarp kayalarda kaybolan yollar.
hiç bitmez sandığın,
bir çırpıda biten yıllar.
ıslatmadan ağlatan yağmurlar.
hiç dinmeden dağıtan rüzgarlar.
rengi solmuş denizler.
dalında solan filizler.
ve daha neler neler...
İşte bunlar!
kollarında pranga.
ayağında bukağı.
ama sen hepsine inat,
kır zincirlerini Meğri!
koynunda hayat bulsun aşıklar...
Rüya
ne kadar güzelsin sen!
ne kadar da zarif.
nağme nağme,
usul usul esen,
bir yeldir entarin.
ister şiir yazılsın üzerine
ister roman.
ister şarap içilsin göğüs kadehinde,
ister kanyak.
içenin dili tutulsun,
yüzü kızarsın.
içmeyenin canı yansın…
kim çizdi seni,
hangi öpülesi eller boyadı.
hikayende neler saklı.
bir tuval,
biraz boya,
çokça rüya..
ah sen!
ne kadar da güzelsin saba.
Kızıl Elma
üç kez gökten düştüm!
biri sana,
biri sana,
biri yine sana!
ben,
bir kızıl elmaydım,
yere düştüm,
dikenin battı kabuğuma.
Devrik
devrilmiş cümleler kuruyorum son zamanlar.
biliyorum!
bunu bile isteye yapıyorum.
-ölmüş takliti yapıyorum
ve ne zaman bir zücaciyeye düşse yolum,
bütün rafları deviriyorum.
bir gün bir yerlerde,
alt üst olmuş olmalı dünyam diyorum.
kırılmış olmalı tüm camdan siperlerim.
öyle şeffaf ve savunmasızım ki bu aralar,
beni kimseden sormayın…
Şeker Tadında Zehirlemeler
beni seviyor!
bu yüzden yavaş yavaş veriyor zehri kanıma.
onu anlıyorum,
kurbanını önemsiyor.
bunun için ona minnettar olmalıyım.
fakat bilmediği bir şey var;
yüksek doz zehir kalbi durdurur.
fakat daimi zehir enjekte etmek,
önce süründürür.
sonra yine öldürür…
güya beni seviyor.
daha acılı öldürdüğünü bilmiyor...
En-el Hak Diyecek Olan
Belki de insanın kendini yaratması için kendini yok etmesi gerekir.
Bir başka varlığın içinde erimesi.
Egonun gazıyla şişirilmiş bir insanın bir gün patlamaması olası değildir.
Hayatımız dediğimiz her şey belki de sadece sanrılardan oluşan bir hayalden ibarettir.
Belki de gizli hazine sessizce, derinlerde bunu beklemektir.
Kim bilir, yok gibi görünen var olmak yerine, var gibi görünen yok oluşa sevdalı bir bekleyiştedir.
‘’En-el Hak’’ diyecek olan.
Senin Şehrin
Benim şehrime yağmurlar yağardı.
Kaldırımlardan duyulurdu acem çığlıklar.
Benim şehrimde hüzünlü insanlar da vardı.
Eski bir şehrin, ıssız steplerinde söylenirdi yanık türküler.
Çığlık çığlığa dövünürdü rüzgâr.
Biz dans ederdik çırılçıplak…
Üşürdük yalnızlıktan, sarılırdık sımsıkı…
İncelip uzayan yollara bakardım sonra.
Dalar giderdi gözlerim.
Her yol sana çıkardı…
Sorardım ara ara kendime.
Sahi, nasıldı senin şehrinin sokakları?
Hiç yürüyememiştik uzun uzun,
Konuşamamıştık.
Kahverengi ağaç gövdesine benzeyen gözlerinde,
Kaç sincap sevişirdi eskiden.
Ve toprak kokusunu anımsatırdı saçların.
Ellerin boya kokardı.
Unutmadım, unutamadım hala...
Hepsinden çektim içime bu sabah,
Yumdum gözlerimi, katre katre tenini.
Bir huzur, bir huzur aldı beni içine.
Bir uyku, bir uyku aktı gözlerimden,
Sanki asırlar geçti.
Sen bilmezdin…
Senin şehrinden her sabah,
Güneşi sürüklerdim ellerimle.
Isıtırdım donmuş yüreğimi.
Sen bilmezdin.
Ama ben seni bilirdim seni.
Çünkü hep benimleydin...
Meğri Güzellemesi
Turnalar uçarken Meğri semalarında,
Merhamet edin!
Bir mebize susun,
O buğulu tüller içinde Meğri ‘mi?
Bırakın da nazlı nazlı uyusun...
Bulutlar çekilin dağlar ardına.
Alın götürün tüm yağmurları.
Gülden narin sinelerini baharda,
İncitmesin hoyrat çiğ taneleri...
Güneş doğsun ufuklarında.
Ateş bendendir sanmasın.
Aşk ile yanmış gönüllerden.
Sakınsın kendini, aman ha yanmasın!
Ey deniz, coş yerinde geliyorum.
Sar sarmala koylarınla tenimi.
Kanatmak istiyorum yeniden yaralarımı çakıllarınla.
Ki öylece çabuk iyileşsin.
Yatmaya zindanın da bir, koynun da.
Ve Meğri sana teslim oluyorum sorgusuzca.
Ketlime fermansa da bu yolculuğum,
Ayaklarım yeşil sehpalarında
Maviliğin ilmik ilmik boynumda,
Ne yaşarırsan yaşat bana.
-Kabulümsün!-
Buzları Çözülmüş Güneş
Güneş;
bir başka ısıtıyor bu sabah!
buzları çözülmüş kalplerin.
pencereye konmuş,
donmuş,
mini mini kuşların...
Rüzgâr;
uğur böceklerinin kanat çırpışında.
baharın tüm kokularını estiriyor yerli yersiz burnuma.
bu pervasızlık da neyin nesi böyle?
sanki binlerce kelebek konmuş düşlerime...
Toprak,
antik şehirlerden kalma o tanrısal aşkları,
kendini kendinde ararcasına,
bulurcasına,
ve henüz hiç bir kazıcının ulaşamadığı 'o’ sırrı çözmüş gibi,
buğulu,
arsız arsız göz kırpıyor yüreğime.
baktığım her yerde bir görünüp bir görünmez oluyor,
ve ayağımın altından çekiliyor yer.
Bilin ki bende;
tarih MÖ ‘ye çoktan yetişmiş
ve neredeyse bir çocuk,
bir dinozora aşık olmak üzere.
kutsayın onu,
koruyun beni.
tedbir-sizim !
dili tutulmuştur,
unutmuşumdur belki de.
sus pus olmuştur zaman.
ve tarih yalanlar kendini,
küçük bir yürekte yok olur şiir,
silinir, utanır aşk ağırlığından
iste o zaman
griden siyaha
yeşilden pembeye
binlerce güvercin yükselir havaya
hafifler yürek,
renklerin ışığında.
-dans eder iki yürek
Bu çocuğu büyütürse 'aşk' büyütür.
öldürürse yine bir 'aşk’ demiştim.
Bu yüzdendir hep yarım kalmışlığı
tamamlanamamışlığı...
oysa, o aşkın gölgesinde büyümeliydi o çocuk
ve ruhuna, binlerce kimlik giydirmeliydi kadınlığının..
Posta Güvercini
Hani diyorum ki sevgilim.
Ben bir kuş olsam,
Uçsam semalarında,
Gagamda aşk mektupları.
Alsan beni içeri,
Ak tutmuş, saten saçlarına tutunsam.
Okşanmaktan yorulup düşsem avuçlarına.
Özledim desem.
Dokunamadığım tenini özledim,
Tadamadığım dudaklarını.
Duyamadığım ama ezberlediğim teninin kokusunu,
Düşlerimi özledim desem.
Uyanmak istemediğim uykularımı…
Tutmayı özledim desem, hiç tutamadığım ellerini.
Bir bırakıp bir sarıldığım varlığını,
Sözlerini özledim desem,
Senden sonra okuyan canımı.
Sevgilimi özledim desem
Güneşimi.
Ay'ımı.
Bir çıkar yol bulur muyuz dersin.
Bulur musun beni.
Söyleyeceğim hangi söz anlatabilir sana.
Seni ne çok özlediğimi.
Ben buraydım gel desen,
Ah bir gel desen.
Hele bir gel desen.
Bak nasılda havalanır kanatlarım.
Uçuşur kıyılarında.
Seninle anımsasam unuttuğum cinsimi ,.
Kimliğimi…
Teslimiyeti...
Sonra okşasan beni,
Hiç erk etmesen.
Göğsüne bastırsan sonra.
Haksızlık olur muydu diğer kuşlara.
Kalbim durur muydu mutluluktan.
Hani diyorum ki sevgilim,
Ben bir kuş olsam..
Konuversem omuzlarının ağırlığına,
Yorulmuş kollarına ,
Soluklansam nefesinde,
Dinlensek,
Sevişsek ya,
Ahh!
Durup durup yine sevişsek ya.
Büyük bir aşkın doğuşunu izlesek uzun uzun.
Gün batımının yerine.
Sonra kursam yuvamı göğsünün aralığına.
Sol yanına,
Vatan bilsem yüreğini.
Serilip boylu boyuna kucağına.
Gözlerinde dalsam uykuya.
Uçsam…
Uçsam…
Uçsam...
Uçmalara doyamasam.
Sonra kaybolsam ruhunda.
Ve dudaklarına varsam ardından.
Bulsam yolumu.
İki dudak arasında...
Sonra insem kuytularına.
Eğilsem göbeğine,
İçsem can suyumu kana kana.
Kök salsam damarlarına
Sende bıraksam kendimi nadasa.
Tohumlansam yeniden.
Bahara erse ömrüme.
Tepeden tırnağa çiçek açsam,
Olmaz mıydı?
Olamaz mıydı tüm bunlar rüyalarımızda,
Bir kez uykuya dalsak…
Gece Yarısı Sen Ve Ben
İki kadeh şarap
Ve özlemin.
Senin özlemin.
Gelmedin bu gece.
Biliyorum.
Kızmadım
Uyuyayım diye gelmedin...
İskambil kâğıtları gibi masaya saçılmış hesaplar.
Ortada alakasız bir meze.
Sen gelmeyince romantizmden de vaz geçtim.
Bütün 'izim' lerden vaz geçtim.
Küfürden ağır bir arabesk.
Ben gelmişine geçmişine etmez miyim…
Hani bu bahar gelecektin Allahsız diyor fondaki?
‘’Söyleyin yârime baharları beklesin, söğüdün dalları bugün eğilmesin’’
Söy-leyin o söğüdün dallarına
Daha fazla eğilmesin,
Ya da eğilsin.
Bana bana gelsin…
Off of!
Yok
Ah!! Diye başlarsın
Canının ilk nereden yanmaya başladığını bilmeden.
Ahh Aşk!
Aşk yüzünden başlasam sana yanmaya.
Seni içmeye…
İnce belli kadeh,
Ben olsam,
Ellerim senin ellerin,
Sarsan ya…
Tam havaya girmişken;
Nereden çıktı şimdi bu şarkı;
‘’Beni vur o saatin altında.’’
Ya da ‘’beni al, ellere verme’’,
‘’Külümü al, uzak yollara savur.’’
‘’O mahur beste'' çalar (?) ile ben ağlaşırız.’’
Ah ulan ah!
Müjgan da yok ki ortada.
‘’Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte.
Acılar dikmiş gözlerini üstüme, nöbette’’
Korkmuyorum...
Korkmuyorum…
''Hadi gelin üstüme korkmuyorum''
Yok abi!
Vallahi ben çok korkuyorum..
Seni de yazmazsam var ya,
''O kara kaplıya kaydedin beni.''
Gel aramızda bir yılan gibi duran zaman
Gel de kus üzerime zehrini...
Şimdi hangi parça, hangi ninni girmeliydi ki araya.
Gel de uyut beni…
‘’Kendine iyi bak, beni düşünme, su akar yatağını bulur’’
İşte bu çok tahrik edici…
‘’Su akar yatağını bulur.’’
Hadi!
Öpsene beni!
Kadeh yorgun,
Ben yorgun,
Yo kadeh boş
Gel de sen avut beni!
Yanan avuçlarımdan öpsen ya şimdi
şarkının yerine.
‘’Geeç bunları, anam babam geç bunları.
Bir kalemde bilirim ben yaptığımı’’
‘’Hüzünlü bir akşam içmişiz, sarhoşuz, hepsi bu’’
Ah ne günah ama,
O günah gecelerden biri.
Giremediğim günahın bedeli mi bu.
‘’Hayatı tespih yapıp sallıyormuşum.’’
Lan ben bu dünyanın anasını geç,
Habil'ine kadar bile söverim.
Heyt leynnnn.
‘’ Hep sonradan gelir aklım başıma,
Hep sonradan, sonradan .’’
Gözlerin geliyor ardından aklıma..
Yapma!
Bunu bana yapmaa!
"Sende mi aklıma sığmıyor sende mi.
Sen misin her şeyi silmekten bahseden.
Böyle gitmek var mıydı?
Demek yine bana hasret,
Yine bana hüsran var.
Yine bana esmer günler düştü eyvah! ‘’
Simdi burada biraz daha hareketli bir parça gerekli.
"Kız seni alan yaşadı dertlerini de boşadı
Mest oldum vallahi mest oldum."
Of ulan of!
Bir kuş kadar yumuşak.
Ah o tiner kokulu ellerin.
"Ask olsun,
Vallahi aşk olsun"
Nerede lan senin ellerin?
Hadiii..
Sevsene ellerinle beni,
Gecelere akalım!
İlle de Sen
Ve acılardı yine
Umutları pekiştiren
Yine mevsimlerden bahar
Ben sancılı doğumlara gebe
Sana anlatacak çok şeyim var aslında
Ama bir deli rüzgar
Bir kanlı tufan var başımda
Gözlerimde toplar kadar ağır damlalar
Ve bu söz dinletemediğim gönül
Yine seni çağırmakta...
Gülümse Güneşine
Boş ver bütün sorumlukları.
Özgür ol dedim kendime.
Sadece bugün.
Tek bir günün
Senin olsun.
Ama cesur ol.
Gir o ormana.
Ne kurtlar,
Ne sırtlanlar,
Ne de çakallar canını insanlar kadar yakamaz.
Yüzüne dokun.
Yıllarca okşamadığın,
Okşanmayan yüzüne.
Günler hızla akarken.
Yüzünde biriken karışıklıklara dokun.
Gülümse kendine.
Barışık ol bugün kendinle.
Amma da acı çekmişim.
Çekmişim ama büyümüşüm de!
Değersiz hissetmene gülümse sonra.
O değersizliğin içinde ulaştığın onca değere gülümse.
Kelebeklere gülümse.
Dudaklarını yalayıp gecen rüzgâra gülümse
Uykularına gülümse.
Düşüne gülümse.
Senden önce konuşan gözlerinle gülümse.
Uzun uzun seviştiğin hayallerine gülümse...
Tutun onlara.
Sarıl hayatına.
Seni mutlaka kucaklayacaktır onlar.
Öyle ki sen, dünyanın söyleyeceği en güzel şarkısın.
Kusurlu da ol.
Öyle bir kabahatli ol ki,
Dünyada tüketmediğin mutluluk kalmasın.
Gülümse güneşine.
Bak güneş de senin için gülümsüyor bu güne.
Tenine dokunmaya aç
Bir yudum sevgine hasret.
Öyle bir gülümse ki,
Görenleri aşık et kendine.
Dağıt saçlarını,
Deli rüzgarlar dolaşsın tellerinde.
En güzel bestesini yapsın ateş böcekleri günün.
Öyle parlasın ki gözbebeklerin,
Yolunu bulamayanların ışık olsun önüne.
Kır kendi saksını bugün,
Toprağa karış,
Uçsuz bucaksız toprağa.
Tohum ol!
Düş!
Büyü bir resmin tam da orta yerinde.
Ressamlar bile şaşırsın.
Seni resmederken dahi bir tuvale bekleme,
Deli sarmaşıklar gibi dolan,
Büyü hayatın tam portresinde.
Vardır o narin çiçeğin renkleri içinde.
Hem de, köklerin çok derinde...
Dingin ol bugün
Sus,
Sakinleş..
Hadi sat anasını dünyanın.
Bak güneşin nasılda ısıtıyor içini.
Hadi!
Aç kuytularını.
Gülümse güneşine…
Sevdim Seni Tanrım
Günah işledim Tanrım!
Hem de çok pahalı bir günah…
Bedeli ödenmiş fakat hesabı bir türlü görülmeyen bir günah.
Ben çok büyük bir günah işledim diyorum Tanrım!
Hem de çok güzel, tatlı bir günah.
Yangının başladığı yerde soyundum hasretlerimi,
Hepsini çıkardım üzerimden.
Tüm gemileri yaktım.
Aramızda ne varsa yerle yeksan ettim Tanrım!
Açtım sırtımı,
Kırbacımı kendim sunuyorum sana
Hadi kes cezamı...
***
Hep sorgulamışımdır Tanrılığını,
Bilmeni isteri ki;
Biz birimizde hiç kavuşamayan,
İki kaçak sevgili,
Eğe benim Tanrım isen benim
Öyle olduğunu söylüyorsun.
Sen bensen,
Ben sensem eğer,
Nedir bu aramızda günah dedikleri..
Ve niçin bu kadar lezzetli?
Bu işin içinde başka bir iş olmalı Tanrım!
Birileri senin adına yalan söylüyor olmalı.
Eğer bana bakan sensen,
Sana bakan ben.
Ben onu çok sevdim Tanrım!
Onda da seni…
Oynak Kedi
Tam on beş dakikadır izliyorum onları.
Kur yaparken erkek kedi dişiye,
Diyor ki dişi erkeğine;
''Önce kulaklarıma fısıldamalısın aşk sözlerini.
Beni ne çok sevdiğini,
İstediğini…
Her ne kadar kaldırımların yosma kedisiysek de.
Şu bize bakan ruhsuz, korkak kadından,
Daha tok ve daha duygulu bir yürek var bizde.''
Dedim;
Hey sen!
Oynak dişi kedi.
Ettiği laf çapından büyük kedi.
Anladık mart geldi.
Ama önce dur, biraz dinle beni.
İlk gezinen sen değilsin bu bahçede.
Bakın ömrüne hiç mart gelmemişlerin
Düşleri saçılı duruyor her yerde.
Sırtımı dayadığım o yeryüzü.
Gözlerimi diktiğim göğün mavisi.
Avuçlarımda güneşi andıran bir çift göz.
Halbuki sorsalar, unuttum rengini.
O ki;
Bakışlarındaki manaya tutulduğum.
İçine baksam sanki sağanak yağmurlar yağacak.
Ama o buğulu bulutlar kadar uzak,
Ve bana yabancı diyarlara çoktan göç ettiler.
Hey kedi!
Ettiği laf çapından büyük kedi.
Gönlüme ateşler düşüren kedi.
Sen benden değilsin sevilmeye daha değerli.
Bazı kadınlar sevgisiz ölür, yaşayamazlar.
Bir çift gözün merhametine muhtaç.
Ben bile isteye seçtim zorunu.
Ama sen, mutlaka kendin yaz sonunu..
Ben gider…
Hadi sevişin...
Sevgilime (Mektuplar)
En çok da kendim okumak istiyorum yazacaklarımı.
Herkesten önce…
Sanki içimde duyduğum her ses.
Bilmediğim bir dilde.
Bilmediğim bir yerlerden doğuyor içime...
Çok ehli-i sohbet sayılmasam da,
Konuşuyorum sürekli o sesle.
Şey 'li, sanki' li cümleler kuruyoruz karşılıklı.
Birbirini yalanlayan ifadeler.
Sorgusu kendinden menkul kelimeler.
*
Benim asıl söylemek istediklerimin harfleri yoktu.
Belki de bu yüzden.
Tam da bu yüzden,
Hiçbir düşünce biçimine,
Hiçbir davranış modeline mahkum değildim.
Yer yer sakin bir saba rüzgârı gibi eser.
Yer yer fırtınalar kopartırdım içimde.
Onda…
Bende…
Sende...
En çok da sende.
Bilirim kavgayı hiç sevmezsin sen.
Fakat bahanemiz olur,
Hadi bunu söyle,
Savaşma, seviş benimle de...
*
Herkesten bencilce sakladığım bir dünyam var içimde
Sanki konuşsam her yer kirlenecek,
Mahlûklar sızacak içeriye.
Sarı sarı dişleri olan insanlar.
İşte bu yüzden sakladım kendimi bunca yıl.
İkimize.
Bir tek ikimiz biliyoruz nefes aldığım yeryüzünü
Ve yandığım cehennemi…
Sen!
Sen!
Sen!
Yoldaşım benim.
Yol arkadaşım.
Sen vaktinden çok sonra gelen.
Ben de asfalt yüzü görmemiş topraklardan geldim sana,
Sanki Zeugma'nın bağrından kopmuş,
Nizip'ten…
Yakılmış, tarumar edilmiş Rim şehrinin alevlerinden,
Kendini küllerinden yeniden yaratmış.
Aşkınla berduş…
Yarım, çırılçıplak..
Tamamlanmayı bekleyen o çingene kız benim.
Hani ne yaparsa yapsınlar tamamlayamadıkları
Sen!
Güneşim benim...
Doğudan gelen...
İlahi bir şey olmalı hissettiğim.
Zaten böyle bir aşk dünyevi olamaz.
Mahşerle bir bağlantısı olmalı mutlaka.
Bir yerlerde birlikte olmalıyız...
Ya da daha önce bir yerlerde birleşmiş…
Dünya yansa umurunda olmayan ben.
Senden gelecek iki dizenin dizleri önünde hıçkırıklara boğulan.
Karmakarışık…
Sana dolanmış.
Teni tenine aşina.
Tanıdık...
Ne güzel ilmek ilmek işleniyoruz birbirimize…
Söyleyeyim;
Ben yaralanmaktan değil de.
En çok yaralı kalmaktan korkmuşumdur.
O yüzden gururla taşırım kabuklarımı tenimde.
Bu; ben kurtuldum demektir.
Ama sen!
Benim mütemadiyen kanayan yaram…
En sevdiğim acım.
Sen ki yaralı bir kurt gibi ağır ve aksak.
Ve ince ince sızıyor yüreğime ağrın her gece…
Seni bu denli sevmek benim işim değil.
Tanrının işi olmalı bu,
Bu senin işin olmalı…
İşte benim cüretimin ve cesaretimin bütün kaynağı bu.
İlahi bir aşk…
İşte bundan dolayıdır ki;
Şartların ve nerede olduğumuzun canı cehenneme
Ben senin olmanın bir yolunu mutlaka bulacağım...
Meğri
Güneş, ateşten buseler verir,
Meğri’nin nemli koylarında.
Gün boyu sürer bu saltanat.
Çekilir sonunda dağların ardına.
Oturunca gün batımı tahtına,
Başka güneşler çıkarken sahneye.
Başlar Megri'de ışıl ışıl bir gece.
Aşk!..
Şimdi Megri’de, sözler tek hece.
Aşk!..
Ve ay sunar kendini cesurca,
Ses verir olur sesimize.
Süzülürken hafif meşrep semada.
Bizi de sürükler peşinden.
Sevdanın ülkesine.
Gün gider,
Ay gider,
Akıntıya kapılır yıldızlar…
Bir türlü bitmez bu seremoni.
Ve peşinden bizler de.
Yeni Bir Sayfa
Beni mi soruyordun?
Eline fırçanı al.
Kırmızıdan uzak dur.
Kışkırır,
Kışkırtırım!
Yeşilde çok oyalanma!
Bana hep saadeti hatırlatır.
Üzer,
Üzülürüm!
Sakın mavi sürme tuvale!
Kanatlarım kırık.
Uçmayı hatırlar.
Kahrolurum!
Mora sakın yaklaşma!
Çok severim.
Aşkı hatırlatır,
Seni de kahrederim!
Beyaza gelince dur!
Bir kömür al eline olabildiğince karala
İşte ben ordayım.
Siyahla beyazın tam ortasında.
Gri bir toz bulutunda…
Labirent
beynimde bir labirent
kıvrımları birbirine dolanmış
ben o labirentin tam içinde,
kör kütük sarhoş olmuş
her çıkış dinamitlenmiş.
duvarlarda kendime sıktığım kurşun izleri,
ve pıhtılaşamamış kanlar var.
o ölümsüz ölümlerimin içinde,
her yerlerinden vurulmuş,
bende bıraktığın güvercinlerin de var.
uçuramadığımız...
Saba Rüzgarı
Şimdi bir dağ kenarında,
Ya da bir su kıyısında olmalısın.
Mavinin özgürlüğünde,
Yeşilin sakinliğinde.
Beni sorarsan sevgilim,
Bende hala kış işte.
Dediği gibi şairin;
"Kulağım kirişte"
Hiçbir şeyin diktatörlüğünü kabul etmedim üzerimde,
Fakat bu başka,
Sen başkasın.
İçimde kendiyle çarpışa çarpışa büyüyen iktidarın,
Ve üzerime gelen her bikeslere kulak asmadan,
Sana nasıl boyun eğmeliyimi tasarlayan bir seyyah.
Yosma bir çılgın!
Bile isteye fırtınana mağlup olmuş bir rüzgâr gibi.
Beni sorarsan sevgilim, bende hala kış işte.
Esiyorsun vakitli vakitsiz başımda.
İçimde sana ait ne varsa,
Üzerime gelip korkusuzca,
Sanki güçlerini deniyorlar...
Ve ben mavi denizlere yüz dönmüş
Selam vermiş sıradağlara,
Teslimiyeti yaşıyorum Lodos 'una…
Kayıt Tarihi : 11.3.2019 15:33:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!